Kitap okuyana bu bakkalda her şey bedava!
Bakkal dükkanı olan Kanber Bozan, kitap okuyan çocuklara, bakkalından istedikleri bir şeyi hediye ediyor. Bozan ve oğlu bakkalda kütüphane oluşturmayı planlıyor.
DUVAR - Üsküdar Mimar Sinan mahallesinde nev’i şahsına münhasır bir bakkal sahibi var, Kanber Bozan. Çocukların sevgili Kanber Amca’sı. Onlara, okudukları bir kitap karşılığı, bakkaldan istedikleri bir şeyi ücretsiz veriyor. Üstelik kitap da yine Kanber Bozan'dan! “Çocuklar kötü şeyler öğreneceklerine güzel şeyler öğrensinler istiyorum,” diyor Bozan: “Hanımı sevmezler, beni severler. Ben de onları seviyorum. Güzel bir kitap okuyup geldiklerinde istediklerini veriyorum.”
Çocuklara okudukları kitap karşılığında istediklerini verme fikri, Kanber Bozan’ın oğlu Fırat’tan çıkmış. Fırat doğma büyüme aynı mahalleden. “Babam da okuyamamış,” diye başlıyor “Buradaki çocuklar arasında sınıfsal bir fark var. Çocuklar iç içe oynadıklarından bunu fark etmiyorlar. Ama dışarıdan bakan bir göz bunu görebiliyor. Bazı çocuklar istediklerini alabiliyordu, bazısı alamayınca -genellikle babam yokken- ben de onlara istediklerini veriyordum. Özellikle iki çocuğa yardım ediyordum. Bir gün onlardan birine bir kitap verdim, ‘bunu oku gel sana bir şey vereceğim’ dedim. Şeker Portakalı’nı verdim. Karşılığında bir şey vereceğimi duyan mahalledeki diğer çocuklar da benden kitap istemeye başladılar. İlk başlarda pek umursamadım. Baktım bir hafta boyunca ısrar ediyorlar, gittim birkaç kitap alıp geldim. ‘Kim okuyup bana gelirse ona bir şey vereceğim’ dedim,” diye devam ediyor.
ÇOCUKLAR AÇ GÖZLÜ DEĞİL
Tabii mahallenin fırlamaları kitabı olan çocuklardan hikâyenin konusunu öğrenip “Ben de okudum!” diye gelmeye başlamışlar. Çocuklar arasında bu iş öyle yayılmış ki, bir gün Fırat Bozan’a daha önce mahallede hiç görmediği bir çocuk gelip “Fırat Abi, sana Kristof Kolomb’u anlatayım mı?” demiş. “‘Niye?’ dedim. ‘Bir şey veriyormuşsun. Ben de onu okudum’ dedi. ‘Tamam anlat’ dedim. Zaten çocukların aldıkları çok bir şey değil, fazla bir şeyde gözleri yok.” Genelde ailelerinin ellerinden bıraktırdıkları şeyleri alıyorlarmış. “Okuyarak karşılığında bir şey kazanmayı kendi mahallelerinde öğreniyorlar” diyor Fırat Bozan.
Ama mahalle yavaş yavaş dönüşüyor. Mesela, yazın dükkân önünde öğrencilerle kahvaltı ederlerken onlara kızartmalar, yumurtalar gönderen teyzeler, oturdukları evler satıldığı için bir bir göç ediyorlarmış. Biz sohbet ederken bile karşı apartmandan bir sepet sallandı. “Misafiriniz var” diye sepetin içine koca bir tabak ve içine kekler, kurabiyeler konulmuştu. Öyle bir mahalle. Bir yanında “Laz mahallesi”, bir yanında Romanlar, beri yanda Kürtler. “Ben de bu mahallede büyüdüm,” diyen Fırat Bozan şöyle devam ediyor: “Eskiden bir şeyleri bölüşmek daha kolaydı. Şimdi aileler sokaklar kirli diye çocukları pek göndermedikleri için ellerindeki keki, çikolatayı bölüşmek biraz daha zorlaştı. Zorlaşınca herkes kendi çikolatasını kazansın istedik.”
BİZ SİYAH-BEYAZ BÜYÜDÜK
Kanber Bozan, esnaflığın tam da böyle bir şey olması gerektiğini söylüyor. Bozan, “Parasız insanlar bize geliyor. Parası olan gelmez. Arabasına biner, hem çoluk çocuğu gezdirir hem de büyük marketten alışverişini yapar. Bizden günlük ihtiyaçlar alınır,” diyor ve ekliyor: “Biz ‘sonra veririz, babam dönünce veririz, yarın veririz’ciyiz.” Büyük marketlerle asla kurulamayacak insani ilişkilerden bahsediyor: “İcra geldi. Çamaşır makinesi almıştık, ödeyemedik. Varsa 200 lira versene, derler. Market bunu vermez. Çocuk okuldan gelir, ekmek ister, annem babam evde yok, der gider. Marketten bunu alamazsın. Anahtarlar bize bırakılır. Biz böyle yapmazsak ekmek bulamayız. El eli yıkar, el dönüp yüzü yıkar. Onlar da biz böyle olduğumuz sürece bizi bırakmazlar. Fakirin derdinden fakir anlar. Zengin öyle değil, onlar alışmış ‘Getir; bana al gel.’ Biz öyle değiliz, biz piyadeyiz.”
Kanber Bozan, 12-13 yaşlarında doğduğu Adıyaman’ı bırakıp tek başına İstanbul’a gelmiş. “Sokaklarda kaldım, hanlarda, iş yerlerinde yattım. Bekçiler kovarlardı,” diyor. “Biz siyah-beyaz büyüdük, şehirdekiler renkli. 5 yaşımdan beri kendi paramı kazanıyorum. O cesaretle daha çocuk yaşta birçok işte çalıştım. İnşaatlarda çalıştım, dönercilik yaptım, pazarcılık yaptım.” En sonunda konfeksiyon atölyesine başlıyor. Orada işi çabucak öğrenip parça başı, gece-gündüz durmadan çalışıyor. 1991’de konfeksiyon dükkânı açıyor ve ailesini de İstanbul’a getiriyor. Ama Fırat daha sekiz aylıkken onu terk edip kaçak olarak Almanya’ya gidiyor. Döndüğünde 6 yaşına gelen oğlu uzun bir süre tanımıyor babasını bu nedenle.
UYSAL BAKKAL MAHALLE KİTAPLIĞI
Nihayet 2000 yılında açılıyor Uysal Bakkal. Aslında Uysal 3’müş. Diğer ikisini işleten akrabaları kapatınca tek kalmış. “Hayatı düşe kalka öğrendik biz,” diyor Kanber Bozan, “Sonunda karanlıktan aydınlığa geçtik. Ama insan geldiği yeri unutmamalı. Giydiği o lastik ayakkabıları unutmamalı. Bir gün çok yağmur yağmıştı, ayakkabılarım yırtıktı. Üşüyordum, titriyordum. Çalıştığım yerde beni kaldırıp masaya oturtan, üzerime elyaf saran öğretmeni hiç unutmuyorum. O gün gördüm, insanları sevmeyi, onlara yardım etmeyi unutmuyorum.”
Kanber Bozan ve oğlu, sadece çocuk kitaplığı değil, mahallede yaşayan çok sayıdaki üniversite öğrencisinin de faydalanabileceği bir kitaplık yapmak istiyor. “Dükkânın önüne raflar yapacağım. Onlar öyle orada duracak. Akşam içeri almayacağız. İsteyen alsın,” diyor Bozan. Fırat Bozan da “İkinci yenicileri, yerli romanları getirmek istiyorum. Bir ‘Uysal Bakkal Kütüphanesi’ olacak. Bakkallarda ürünleri satılan büyük firmalar bu dükkânların bir köşesine ‘İşte kitaplar burada, ödüller de yanında’ diye kendi ürünlerini de koydukları bir sosyal sorumluluk projesine dönüştürseler bunu keşke. Sadece bizimle sınırlı kalmasa,” diye anlatıyor.
Firmalar bu işe girişir mi, bilinmez. Ama şu an ortada olan bir gerçek varsa “Uysal Bakkal Mahalle Kitaplığı’nın” çok sayıda kitaba ihtiyacı olduğu. Mimar Sinan mahallesi, Dibekçi Ahmet sokak, numara 4’te ikamet eden bu güzel insanlara belki siz de ulaşmak istersiniz...