Doğan Kuban: Emek Sineması'nı çöpe atmamışlar, ona da eyvallah...

Türkiye'nin kent mimarisi alanındaki en önemli isimlerinden Doğan Kuban, ülkede tarih bilinci konusunda kötümser. Öyle ki, tarihi Emek Sineması'nın yıkılıp süslemelerinin bir AVM'nin beşinci katına taşınması hakkında, "Buna da razıyım, eğer atmamışlar çöp tenekesine de, 'yenisini yaptık' diyorlarsa...” yorumunu yaptı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR – Emek Sineması’nın yıkımını/taşınmasını içerdiği için büyük tartışma koparan Grand Pera projesinde sona gelindi. Kasım 2016’da açılması planlanan Grand Pera, bir yanıyla İstanbul’un en özellikli binalarından Cercle d’Orient’ın harap halden kurtarılıp dünya standartlarına uygun biçimde restore edilmesini içeriyor.

Madalyonun öteki yüzündeyse, Cercle d’Orient’ın arka cephesinde bulunan bazı binaların, İstanbul kent kültürüne 100 yıla yakın süre boyunca yön veren Emek Sineması da dahil, yıkılmış olması var. Yıkımdaki amaç esasında, bir AVM’ye yer açmak. Emek Sineması da işte o AVM’nin beşinci katına taşındı; ‘kültür varlığı’ olarak tescillenen Barok üslubundaki tavan bezemeleri ve duvar süslemeleriyse rölövesi çıkarılarak olduğu gibi korundu. Yakında perdeleri yeniden açılacak.

'BİR ŞEY, ÇEVRESİNDEKİLERLE BERABER KORUNUR'

Peki hem teknik açıdan, hem kent kültürü bağlamında bakıldığında böyle bir restorasyonun/yıkımın/taşınmanın günümüzdeki karşılığı nedir? ‘Yeni’ Emek’te film izlemekle ‘eski Emek’te izlemek aynı şey olabilir mi? Cercle d’Orient’ın restorasyonunu özel sektör (Kamer İnşaat) değil de devlet yapabilir miydi? Ya da -illa şart ise- oraya Emek yıkılmadan da bir AVM kondurulamaz mıydı?

İstiklal Caddesi'ndeki Cercle d'Orient binasının restorasyon öncesi ve sonrasındaki görüntüsü. İstiklal Caddesi'ndeki Cercle d'Orient binasının restorasyon öncesi ve sonrasındaki görüntüsü.

Türkiye’nin en önemli mimar, mimarlık tarihçisi ve restorasyon uzmanlarından Doğan Kuban, ülkedeki restorasyon bilinci ve anlayışı konusunda öylesine kötümser ki, “Gene yapmışlar ona da eyvallah… Buna da razıyım, eğer atmamışlar çöp tenekesine de, yenisini yaptık diyorlarsa” yorumunu yapıyor. Ancak AVM’yi kast ederek “Daha iyi bir mimar olsaydı, onu gene yapardı” tespitini 'yapıştırıyor', sinemanın beşinci kata taşınmasını garipsediğini saklamıyor.

Kuban’a göre Emek Sineması’nın korunmasıyla ilgili tartışmaya çok daha geniş bir perspektiften, ‘Beyoğlu’nun eski Beyoğlu olup olmadığı’ bağlamında bakmalıyız. Ve sonuç hiç parlak değil: “Beyoğlu kalmadı ki… Bir şey yerinde korunacaksa, çevresindekilerle beraber korunur. Beyoğlu [eskiden] öyle bir alandı.”

'TAŞINMASI TARTIŞILABİLİR, YETER Kİ KORUMUŞ OL'

Gazete Duvar’ı evinde ağırlayan Kuban’la Emek Sineması’nı, İstanbul kültürünü ve Türkiye’deki restorasyon ve tarih bilincini konuştuk. ‘Mimarlık bilgini’ diye de anılan Kuban, İstanbul kent planını hazırladığı 1970 yılında korunması tavsiye edilen 100 yapıdan belki üçünün ayakta olduğunu hatırlatarak, Emek Sineması için “Buna da razıyım eğer atmamışlar çöp tenekesine de yenisini de yaptık diyorlarsa” dedi. Sinemanın beşinci kata taşınması hakkında ilk olarak “Yani müzeye kaldırmışlar” yorumunu yaptı, ardından da şu izahatı getirdi:

“Bu, tartışılacak bir şey restorasyon konusunda. Çünkü bir binanın aynısını yapmakla bir binayı yerinde yapmak arasında fark var Eskiden giriyordun yoldan... Şimdi beşinci kata asansörle çıkıyorsun.

'Yeni' Emek Sineması. 'Yeni' Emek Sineması.

Ama bu bir tavırdır. Hadi bu da tartışılabilir. Yeter ki sen onu korumuş ol. Ama onunla beraber bir onun girişi-çıkışı, yolla ilişkileri falan var. Mimarlık kendi başına böyle burdan al oraya koy filan.. Dolmabahçe Sarayı’nı al, nereye koyacaksın? Belki burada olmaz, bir salon neticede. Oradan getirip buraya koymuşlar da tamir etmişlerse, hadi ben gene de ‘Pekâla da eyvallah, aferin abi, kurtardın vaziyeti’ falan diyebilirim.

'DAHA İYİ BİR MİMAR OLSAYDI'

Kuban bununla birlikte, “Madem yapacaklarmış, o zaman niye yıkmışlar?” sorusunu da soruyor; “AVM olacak binaya yer açmak için” dediğimdeyse, “Daha iyi bir mimar olsaydı, onu gene yapardı” yorumunu saklamıyor.

'EMEK'İN DEĞERİ, TARİHLE TARİF EDİLEMEZ'

Yıkımı savunanların tezini, yani ‘1924’te inşa edilen Melek Apartmanı’nın Cercle d’Orient gibi bir tarihi eser özelliği olmadığını, sinemanın 'kültür varlığı' olan süslemelerin de taşındığı’ argümanını konuşuyoruz. Kuban diyor ki, “Ama içinde bir şey var; bir olay var. Toplumsal kültürü tarihle falan tarif edemezsin. Bir olgu var. İster 40’ta başlasın, ister 50’de. İster ilk defa yapılan bir şey, kültürümüze 500 sene sonra bile giriyorsa eğer, değeri odur. Tarihi de odur, tarih bilinci de odur.”

'BEYOĞLU'NDA BİR ŞEY KALMAMIŞ Kİ'

Kuban, Emek tartışmasına çok daha geniş bir perspektiften bakmamız gerektiğinin altını çiziyor: “Şimdi ben Beyoğlu’na gidiyorum. Bir şey kalmamış ki. Hababam yeni ilaveler, katını yükseltiyorlar, cephede değişiklik yapıyorlar.” Beyoğlu’nun özellikle 1980’den sonra pek korunmadığını vurgulayan Kuban, bunun kent tartışmaları üzerindeki etkilerini Emek Sineması bağlamında şöyle açıklıyor:

Emek sineması normal olarak, bizim öğrendiğimiz zamana göre, yerinde korunur. Fakat bir şeyin yerinde korunması için, çevresinde, Beyoğlu öyle bir alandı, bunlarla beraber korunur. Her şeyiyle. Cepheleri mütemadiyen yükseldikçe, yaşam kalitesi değiştikçe, düştükçe, lokantalar kütüphanelerin yerine geldikçe "Yapacaktık ama öyle bir Beyoğlu kalmadığı için ... Bizim için Beyoğlu olan sadece Emek Sineması’ydı biz de onu dağa kaldırdık” deseler, müzeleştirdik deseler, ona daha zor cevap verirsin. 

Dese ki, “Burası Emek Sineması ama eskiden Beyoğlu’nun göbeğinde tiyatroydu, tiyatroya benzer bir şeydi. Ama şimdi ne o var, ne o var. Ne öyle adamlar var, ne de o kültür var. Dolayısıyla biz de onu müze olarak taşıdık oraya” dese, bir şey söyleyemezsin.

'BEĞENMEDİM' DEMEK YETMEZ

Kuban, “Koruma olayını ancak belli bir sistem içinde tarif edebilirsin” diyor ve o sistemi de şöyle anlatıyor:

“Koruma olayını ancak belli bir sistem içinde tarif edebilirsin. Nedir o tarif? Bu bina Beyoğlu’nun falanca yerinde şu işlevi gören bir şeydi... Bugün tekrar aynı işlevi görmesi isteniyor mu? Peki bugün oraya ulaşım, o işlevi görmesine yarıyor mu, yaramıyor mu? Çevresi değişti mi, yoksa eski rölasyonlar [ilişkiler] aynı kaldı mı? Bütün bunları tartışırsın, o zaman herkes yazar çizer, planı vardır, kesiti vardır, eski Beyoğlu'nun haritası vardır, yanındaki bina... Oturanları, gelenleri gidenleri falan, buradan bir bağlam içinde durup durmaması tartışılabilir. O da değişik olabilir çünkü senin dünya görüşün başkadır. Bu artık kullanılmaz diyen, müze olsun, konser salonu olsun tiyatro olmasın diyenler olabilir. Çağdaş işlev açısından beş kat yukarı çıkarmak doğru mudur diye sorulabilir... Ama belli bir bağlam içinde olursa olur. Yoksa ben beğenmedim, oraya olmaz, bunların bilimsel olarak hiçbir anlamı yok."

'BEN YAPTIM OLDU' DENİYOR

Doğan Hoca, Emek Sineması özelinde Türkiye’deki şehir planlamacılığı anlayışını da eleştiriyor: “Gene yapmışlar ona da eyvallah. Buna da eyvallah. Fakat bütün bunların ciddi bir ülkede haritaları, planları, kesitleri olur. ‘Yeni durum bu, eski durum bu. Bunu şundan dolayı, şunu bundan dolayı yaptık. Bu yaptığımız bazı şeylere aykırıdır ama bazı açılardan da yararlıdır’ filan [denir], bunun tartışması olur. Bu uygar bir ülkede yapılması gerekendir. Ama uygarlık düzeyinde de uygar bir ülke yok, silah yapan hiçbir ülke uygar değildir!

Gerektirdiği bir planlama olayı var. İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da var. Gayet basit, bize anlatsınlar o zaman bir tartışma ortamı çıkar. Ama ben yaptım oldu deniyor… Bizde bir eleştiri geleneği yok ki, insanları aydınlatan bir şey yok ki…”

DEVLET YAPABİLİR MİYDİ?

Peki Levanten mimar Alexander Vallaury’nin inşaatını 1884’te tamamladığı ve İstanbul’un ‘en güzel’ binalarından biri sayılan Cercle d’Orient devlet tarafından restore edilebilir miydi? Restorasyonu doğal olarak ticari kaygıları bulunacak bir şirket üstlenmeseydi ve AVM yapılmasaydı, Emek Sineması da böylece eski yerinde korunabilir miydi?

Kuban’ın, devletin restorasyon anlayışına güveni ‘pek’ yok. Anadolu’da çok eleştirilen restorasyon projelerini sorduğumda, “Çok kötü zaten. Adam yok da ondan” diye isyan ediyor. Cercle d’Orient için de, “Bunu hiç yapamazlar. Çünkü bu binanın arkasında Avrupa Neo-Klasizmi vardır” diyor.

'ULU CAMİ'Yİ KURTARAMADIM'

Sonra da, ‘doğru’ korunması için dünya çapında bir mücadele verdiği Divriği Ulu Cami’yle ilgili süreci hatırlıyor: “Divriği Ulu Cami’ni ben hâlâ kurtaramadım ellerinden. ‘Bunlara dokunmayın, burası dünyanın en büyük heykelidir’ dedim. İki kitap yazdık, dünyaya meşhur ettik, UNESCO’ya kabul ettirdik falan. İlla restore edicez diyorlar. Et ama bu taşlara dokunma. Bunu yapan büyük bir heykeltıraş. Yunan heykelini restore ederken oraya bir kol takmazsın. Anlatamıyorsun.”

  • Haberde kullanılan görüntüler: Kemal Kafalı

'Yeni' Emek Sineması ve Grand Pera'da bir gün'Yeni' Emek Sineması ve Grand Pera'da bir gün

Portre: Cercle d'Orient ve Emek Sineması'nın 130 yılıPortre: Cercle d'Orient ve Emek Sineması'nın 130 yılı