Umudunu cüzdanında taşıyanlar: Bahisçiler
Türkiye'de Spor Toto, İddaa ve at yarışları gibi birçok şans oyunu var. Milyonlarca kişinin oynadığı bu oyunlar kimilerinde ise bağımlılığa dönüşmüş durumda.
DUVAR - Bir insan aynı hatayı defalarca yaparsa ne olur? Bir insan, bir şeye nasıl bağımlı hale gelir? Kafamda bu sorularla, Ümraniye’de bir akşam, hem at yarışına hem de futbol maçlarına bahis oynanan yasal bir bayiye gittim. “Piyasa bozuk, allak bullak, iş yok. Vergi mi ödeyim, çalışanın parasını mı? 10 lira, 20 lira kurtarmaz beni. Şunu oynayayım, yakalarsam rahatlarım belki. Gider kiramı veririm,” diyen Ayhan bir esnaf. İçinde bulunduğu durumdan kurtulmak için yaptığı tek şey şansına güvenmek.
“Ben bunu 25 yaşıma kadar oynamadım” diyen Ayhan yıllar evvel ortağıyla bir kemer dükkânı açmış. “89’da Sarp sınır kapısı açılınca Ruslara kemer ihraç etmeye başladık” diyor, “O ara işlerde bir durgunluk oldu. Radyoda yarışlar çıkınca bilen bilmeyen herkes eğlencesine bir at söylüyordu: Ben 2’yi tutuyorum, ben 3’ü tutuyorum. Ben de 5 tutuyorum ulan dedim! Ortaya biraz da para koyduk. A, bir baktım 5 geldi. Arkadaşlardan paralarını aldım. İlk böyle başladı. Ama zamanla evimi, ortağımı, işimi kaybettim.”
'HASTALIK BU, HIRS'
“Bu bayinin işletmecisiyim ama ben de oynuyorum” diyen Mustafa da eski bir bahis bağımlısı. Büyük paralar da kazanmış. Mesela, “1998’de 14 milyar bulduk. O zaman bu parayla üç tane ev alınıyordu bu semtten. Ama biz Kıbrıs’a gittik. Birkaç gün sonra İstanbul’a dönecek paramız bile kalmamıştı” diye anlattığı gibi.
“Ben buranın bir numaralı oyuncusuydum. İddaa’da da iyi paralar buluyordum, bundan 10 sene önce filan. Geçim kaynağımdı resmen” diyor Mustafa “Ama aldığımı veriyordum, gereksiz şeylere harcıyordum. Birkaç arkadaş toplanıyorduk mesela, ver 300 lira adam başı, sonra kupon yapıyor oradan gelen parayı da yiyorduk hafta sonu.”
Mustafa tekstil işinden emekli olmuş. “Hastalık bu, hırs!” diyor üstüne basa basa. “Cebimde para yok der, çocuğuna eşine vermez, gelir burada oyun oynar,” diyor. “Oyun” dememize Ayhan itiraz ediyor “Bu en büyük kumardır! Ben Erdoğancıyım ama buna karşıyım. Devletin bu işi çözmesi lazım” diye anlatıp devam ediyor: “1965’te bu yarışlar belirlenmiş. İnsanlar önce bunu hobi olarak görüyorlar. Ama şimdi bu öyle bir hale geldi ki Türkiye’deki en büyük kumar oldu. Yuvayı yıkar, insanı değiştirir, arkadaşı birbirine düşürür, dostu düşman eder. Şimdi iş paraya döndü. Bu altılı değil, saçma sapan bir şey. Zar oyununu kaldırıyorlar, mekânları basıyorlar, hikaye! En büyük kumar bu, çoluk çocuğun yuvası yıkılıyor.”
'ALTILIYI BULUR, İŞİ BIRAKIRIZ' DERKEN İŞİ GÜCÜ ALTILI OLDU
Sadece evliler ya da çaresizler değil, Yusuf gibi hali vakti yerinde mühendisler de bunun bağımlısı. Son iki ayda 10 bin liradan fazla para kaybetmiş Yusuf. “Nasıl başladın?” diye sorunca şöyle anlatıyor: “Üniversiteyi bitirdim, iş hayatına atıldım, mutsuz oldum. Şantiyelerde çalışıyordum. Dedim, bunun için mi okudum. Altılı oynayan arkadaşlarım vardı. Belki dedim, altılıyı bulur, köşeyi döneriz, işi de bırakırız. Öyle başladım. Hatta bir dönem işten ayrılıp altı ay boyunca her gün altılı oynadım. Ailem işe gidiyorum sanırdı. Her sabah mesaiye gider gibi çıkıyordum evden, ganyan bayisine. Tutturduklarımdan eve para da veriyordum, anlamıyorlardı. Şimdi gizli gizli geliyorum. Eve bültenle, kuponla gitmemeye dikkat ediyorum. Telefondan geçmişi silip öyle gidiyorum.”
Yusuf, bu bağımlılığı nedeniyle psikiyatriste gitmeye başlamış. “Yine de fayda etmiyor,” diyor “Psikiyatrist soruyor oynuyor musun, diye. Oynamıyorum, diyorum.” Sakinleştirici ilaç kullanan Yusuf’un da diğerleri gibi kaybettiğini bir süre anlayamıyorum. “At yarışının adrenalini diğer bütün oyunlardan daha fazla” diyor Yusuf “Birinci gelen at saliselerle belli oluyor. Bazen öyle koşular oluyor ki, bir saniyede 10 tane at birden potaya giriyor. İzlemesi aşırı zevkli. O adrenalin bağlıyor insanı.”
'HİÇ MAÇ İZLEMEM, SIKILIRIM'
Bayideki ilginç simalardan biri de “Seninle aynı yaştayız ama benim saçlarım gitmiş,” diyen Aykut. “2005’te İstanbul’a geldim. Ben İddaa’nın i’sini bilmezdim,” diye başlıyor ve “Restoranlarda çalışıyordum. Uzun çalışma saatleri, rutin hayat. Bir gün bir baktım, arkadaşın biri köşede gizlenerek bir şey yapıyor. Dedim ‘sen ne yapıyorsun?’ Dedi ‘İddaa oynuyorum; 2-3 liraya 600-700 lira para kazanıyorum.’ ‘Bana da öğret, ben de oynayayım’ dedim. O günden beri oynuyorum, hiç tutturamadım, hep veriyorum. 1 haftada 4000 liradan fazla parayı yatırdım” diye devam ediyor.
Neden bu kadar ısrar ettiğini şöyle açıklıyor: “2007’de 9 maçlık bir kupon yaptım. Son maçım sabahın altısında, Amerika liginde. Telefonu kurdum uyandım. Akıllı telefon yok o zaman. Onuncu dakikada mesaj attım, 1-0. Üst biterse 5000 lira alacağım. Abi 90 dakika boyunca durmadan mesaj attım; maç 1-0’da kaldı. Dünyam başıma yıkıldı. O günden sonra hırs yaptım, hep veriyorum. Lanet olsun bu İddaa’ya!" Üstelik “Hiç futbol maçı izlemem, izlesem bile sıkılır kapatırım” diyor.
O da işi abarttığı için ailesinden gizli geliyormuş. “Evde oturuyorum, misafir var. Aklımda hep İddaa var. Gelip oynuyorum sonra. Kendimi durdurmazsam hayatım bitti” derken durumun farkında olduğunu da gizlemiyor. Tüm bu anlatılara bakarsak, yine de bu bağımlılığın güçlü bir nedeni olduğunu düşünmüyorum. İşletmeci Mustafa bunu sigara bağımlılığına benzetiyor. “Mesela,” diyor “Sigaranın paketi 10 lira. Her gün içiyor adam. Ayda 300 lira. Ama eşi ‘eve ekmek parası bırak’ dediğinde bırakmaz, gider İddaa oynar. Cebinde 2 lira, 3 lira olsa İddaa’ya veriyor. Hastalık olmuş.”
'KAZANAN BİZİM PARAMIZI ALIYOR'
“Tedavisi yok mu?” diyorum, Ayhan “İnsanlar bu borçlarla yaşarken yok,” diyor. Üstelik oyunların cazibesi, çeşitliliği ve erişimi gün geçtikçe kolaylaşıyormuş. “Üç, dört yıl öncesine kadar günde bir tane yarış olurdu. Şimdi günde üç yarışa çıktı. Yetmedi, oyun sayısı arttı. Birinde kaybeden diğerine başlıyor. Gece bile Amerika yarışları var” diyen Ayhan “3 lira yatırdın kaybettin. Sonra 5 lira yatırıyorsun. Olmadı, parayı kurtarmak için 10 lira. Bu katlamalı gidiyor. 20, 40, 80. Bir bakıyorsun cebindeki paran bitmiş” diye devam ediyor.
“Bu işte kazanan yok. Kazanan da geri getirip veriyor” diyen Mustafa’ya örnek yine Ayhan’ın söylediklerinden geliyor: “Televizyona çıkan bir şey anlatayım. Küplüce’de benim bir arkadaşım, insanlardan 1 lira, 1 lira topladı. Gitti ikili oynadı, yakaladı. Aldığı parayla da altılı oynayıp tek başına bildi. Sonra çoluğuna çocuğuna hediyeler aldı, ev aldı. Ama şimdi yine sokaklarda geziyor. Kazananın aldığı o paralar aslında burada kaybeden herkesin verdikleri, bizim paramız” diyor Ayhan “O yüzden bir işe yaramıyor, hayır getirmiyor.”
EN ZENGİNİ DE OYNUYOR, EN FAKİRİ DE
Her kesimden insan bahis düşkünü olsa da Mustafa “En çok alt kesim oynuyor” diye gözlemlemiş. “Ama aradaki fark şu: Onlar gelir 3 liralık oynar. Böyle 100 kişiden 300 lira alırsın. Ama durumu iyi olanlar bir telefon açar, tek bir koşuya ya da maça 3000 lira verirler. Onlar zaten buralara gelmezler” diyor. Sayıca az olsalar da, asıl para onların oyunlarında dönüyormuş. “Genç zenginler çok yapıyor bunu” diyen Mustafa sözlerini şöyle sürdürdü: “Daha geçen hafta bana tam 18 bin dolar para geldi. Oynadı, kaybetti. Parasını getirdi. Alınca da büyük alıyor tabii”
“Altılı tamamen para işidir, altılıyı parayla bulursun. Yani şans değil, para işi” diye devam ediyor Mustafa “Mesela, geçenlerde bir telefon, ‘Şu ata 500, 500 ayrı ayrı oyna.’ Vergiye takılmamak için böyle diyor. Telefonla konuşurken beni duyan bir arkadaş gelip, 500 lira da o oynadı aynı ata. Burada televizyonun içine giriyordu sıkıntıdan, stresten. At gelmedi. Dedim ‘niye bastın sen?’ ‘Onun bir bildiği vardır diye’ diyor.”
Bayide yapılan ortak kuponlar yatınca çok kavga oluyormuş. “Daha bugün iki amcaoğlu yumruk yumruğa kavga ettiler. Kaybedince kavga oluyor. Ama yarın sabah 10’da gelirler” diye anlatıp devam ediyor, “Bu Aykut geçenlerde çok para kaybetti. ‘Bir daha gelmeyeceğim’ dedi. Ertesi sabah ben dükkânı açmadan gelmiş, beni bekliyordu. Hastalık bu işte,” diye bitiriyor.
Devletin bacasız fabrikaları; Spor Toto, Milli Piyango ve Türkiye Jokey Kulübü. Bu fabrikalar emeği değil, umudu sömürüyor. Boş bir inanca dönüşmüş bu umut, Adanalı Cabbar* gibi insanları yavaş yavaş delirtecek gibi görünüyor.
*Yılmaz Güney’in 1970 yılında çektiği “Umut” filminin baş karakteri.