Prof. Kadıoğlu: Türkiye çöl iklimine evriliyor

"Çöl iklimi demek daha çok kuraklık, orman yangını, haşerat, böceklerden insanlara geçen hastalık olaylarında artış demek. Kuraklıkla beraber susuzluk problemi artarken özellikle tarımda daha fazla suya ihtiyacı olacak."

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İstanbul barajlarındaki su oranının bu sene azalması ve hava sıcaklıklarındaki ani değişiklikler iklim ve çevre tartışmalarını tekrar gündeme getirdi. İklim değişiklikleri konusunda yaptığı çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, iklim değişikliklerini ve kentsel dönüşümle birlikte yapılan gökdelenlerin insan ve canlılar üzerinde etkilerini konuştuk.

Kadıoğlu, her sene 1 Eylül tarihinden sonra yağış beklendiğini fakat bu sene beklenen yağışların gelmediğini söylüyor.

'BİNALAR HAVA HAREKETLERİNİ YAVAŞLATIYOR'

Kentsel dönüşümle birlikte birçok yerde gökdelenler dikildi. Kadıoğlu bu gökdelenlerin sadece insanlara zarar vermediğini aynı zamanda gökdelenlerin camlarla kaplı olmasının kuşlar için büyük katliamlara neden olduğunu söylüyor:

“Şehir havası kırsal alanlara göre farklılıklar gösterebiliyor. Bunda birçok neden var. Bu nedenlerden bir tanesi de binaların yarattığı sonuçlarla ortaya çıkıyor. Bu binalar hava hareketlerini daha da yavaşlatıyor. Bazen hava kirliliği olarak karşımıza çıkıyor bazen de daha fazla hava olarak karşımıza çıkıyor. Bir de tabi kentsel bir ısı adası şeklinde karşımıza çıktığını da söylemek gerekir. Özellikle kış aylarında sıcak ısı adasından dolayı kentlere çevresine göre daha az kar yağıyor. Kent, daha fazla insan daha fazla insanın yaşadığı bölgeler demek. Kentlerin havası çevresine göre daha sıcak ve daha fazla kirlilik barındırıyor. Bu da beraberinde yüksek binalarla birlikte rüzgar sirkülasyonunu da büyük ölçüde etkiliyor. Gökdelenlerin yapılması ve bu gökdelenlerin her tarafının camla kaplı olması dışarıdaki bulutlara yansıyor. Kuşlar çoğu zaman bu camları görmüyor. Bu camlı gökdelenler çok büyük kuş katliamları yaratıyor. Kuş cama yansıyan bulutları görüyor ve bu binalara çarpıyor.”

'GÜNDELİK HAVA DEĞİŞİMLERİ NORMAL'

Kış mevsiminin başlamasıyla birlikte gün içerisinde birden çok hava durumuyla karşılaşabiliyoruz. Sabah uyandığımızda hava çok soğukken öğlen saatlerine doğru hava sıcaklıkları artmaya başlıyor. Kadıoğlu bu durumu şöyle açıklıyor:

"Gün içerisinde hava şartlarının değişmesi özellikle kışın başında ve kış aylarında daha fazla yaşanır. Çünkü kış ve ilkbaharın sonlarında daha çok hava sistemleri ile karşılaşıyoruz. Şu an yaşadığımız mevsim icabında günlük hava değişmelerinin yaşanması normal.”

KURAKLIK VE SU PROBLEMİ

Yağmur, Türkiye'de genel olarak 1 Eylül tarihinden itibaren daha sık yağmaya başlar. Bu tarih her sene için yağışların başlangıcı olarak kabul edilir. 2016 yılının 1 Eylül tarihi itibarıyla Türkiye'nin yağış oranın azaldığını söyleyen Kadıoğlu, Türkiye'nin giderek iklim değişikliklerine bağlı olarak daha kurak ve çöl iklimine doğru döndüğünü belirtiyor:

"Çöl iklimi demek daha çok kuraklık, orman yangını, haşerat, böceklerden insanlara geçen hastalık olaylarında artış demek. Kuraklıkla beraber susuzluk problemi artarken özellikle tarımda daha fazla suya ihtiyacı olacak. Deniz seviyesindeki yükselmeler, hortum ve dolu gibi meteorolojik afetlerin çeşitli şehir selleri gibi afetlerin sayısında büyük artışlar olması iklim değişikliklerinin her geçen gün değiştiğini gösteriyor. İklim değişiklikleri tarımdan ekonomiye kadar birçok şeyi etkiliyor. Bunları zaten son 40-50 yılın istatistiklerinde görebilmek mümkün. Bu senenin de kurak geçtiğini söyleyebiliyoruz. 1 Eylül tarihi bizim için su yılının başıdır. Yaz aylarından 1 Eylül tarihlerine kadar yağışlar azdır, 1 Eylül'den itibaren yağışlar başlar. Ama bu sene İstanbul'daki barajların su oranlarına baktığımız zaman yağışların azaldığını görüyoruz. Türkiye ile ilgili dünyadaki bütün tahminler şu an önümüzdeki kış ayının biraz kurak ama mevsim normallerinin civarında olmasını bekliyor.”

'OTOYOLLARA YAKIN OTURANLARI DAHA FAZLA ETKİLİYOR'

Kentler iklim değişiklikleri ile birlikte artan sıcak havalarda kırsal alanlara göre daha sıcak olabiliyor. Sıcak hava dalgalarındaki yaşanan ölümler kentlerde daha fazla görülüyor. Kadıoğlu, özellikle apartmaların üst katlarında yaşayan yaşlıların, kilolu insanların bu sıcak hava dalgalarından daha fazla etkilendiğini aktarıyor:

“Bazı yerlerde yüksek binalar bulunduğu yerde rüzgarların kuvvetini artırıyor. Ama yüksek seviyede kentin üzerinden akan havanın hareketine engel oluyor. Özellikle rüzgarın geldiği diğer taraf hava kirliliğine neden oluyor. Kentlerin asfalttan ve betondan oluşması sıcak hava dalgalarının şiddetini artırıyor. Kentlerde aynı zamanda çok fazla trafik olduğu için hava kirliliği havuzu şeklinde özellikle caddeler ve otobanların civarında yaşayanlar lösemi ve kanser hastalıklarına daha fazla karşılaşıyorlar. Sürekli bu yollardan gelen aşırı gürültünün yanında hava kirliliği buralarda yaşayan insanları daha fazla etkiliyor.”

'İNSAN OLMAZSA DOĞA PROBLEM YAŞAMAZ'

Kadıoğlu, Türkiye toplumunun henüz tam bir bilgi toplumu olmadığını, bilgiyi üretmek ve üretilen bilginin kullanılma konusunda sıkıntıları bulunduğunu ifade ederken şunlara dikkat çekiyor:

"İnsanlar her şeyi kendisi için kullanıyor. İnsan olmazsa doğa asla bir problem yaşamaz. Ama doğa yok olduğu zaman insanlar yaşayamaz. Aslında doğayı korumak insanı korumaktır. Ama biz bunun farkında değiliz. İnsanların kendi çıkarları doğrultusunda doğada yaptığı bir çok şey doğanın dengesini bozuyor. Bu yüzden olaylara daha uzun vadeli bakmak gerekir. Türkiye'nin iklim değişiklikleriyle mücadelenin gelecek nesilleri korumak anlamına geldiğini anlaması lazım. Tabi bu bir zihniyet meselesi. Biz insanlara doğayı sev ve doğayı koru diyoruz ama insanlara neden doğayı sevmesi ve doğayı koruması gerektiğini söylemiyoruz. Şimdi yapılan binalar ve gökdelenler belirli yerlere yapılabilir ama bunu yaparken de belirli kurallara uymak gerekiyor. Örneğin, yapılan binaların şehrin hakim rüzgar yönünün kesmemesi göz önünde bulundurulmalı. Yoksa bu durum çok büyük ekolojik, sosyal ve ekonomik olgulara zarar verecek. Türkiye toplumu henüz tam bir bilgi toplumu olamadı. Bilgiyi üretmek, üretilen bilginin kullanılma konusunda sıkıntılarımız var. “