Diyarbakır'da Noel: Bu yıl kimse gelmedi...
Hendekler kazılmadan, sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar başlamadan önce çocuk sesleriyle dolu olan Ali Paşa Mahallesi şimdilerde sessiz. Kentsel dönüşüm ve çatışmaların yarattığı tedirginlik nedeniyle mahalle yoğun göç verdi.
DİYARBAKIR - Ali Paşa Mahallesi Suriçi’ndedir, bilen bilir. Daracık sokaklardan birinden içeri girdiğinizde, eğer aşina değilseniz, nereye çıkacağınızı bilmeniz mümkün değildir. Çünkü yüzlerce dar sokaktan oluşan mahalle, bir labirent gibidir.
Ali Paşa Mahallesi’nin sokaklarında dolaşmayalı bir yıldan fazla bir zaman oldu. Hendekler kazılıp çatışmalar başlamadan önce yani. Aylar sonra mahalleye gidince, şimdilik durdurulan kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde yıkılmış evlerle karşılaşmak hüzün verici oldu.
Ama asıl hüzün verici olan sokakların sessizliğiydi. Sokaklar oyun oynayan çocukların sesleriyle çınlamıyordu, kapı önlerinde muhabbet eden kadınlar yoktu. Dükkanların kepenkleri kapalıydı ve bazı kepenkler, kurşunlarla yırtılmıştı.
‘KİMSE KALMADI Kİ’
Su almak bahanesiyle uğradığım küçük bir dükkanın sahibiyle sohbet ettim. “Sokaklar bomboş” dedim, elektrik sobasıyla ısınmaya çalışan dükkan sahibine. “Mevsim kış, bu yüzden mi çocuklar ortalıkta görünmüyor” diye sordum. Soruyu ikiletmeden, “Kimse kalmadı ki” diye cevap verdi genç bakkal.
Ali Paşa Mahallesi’nde sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar kısa sürmüştü. Genç bakkalın dediğine göre, buna rağmen mahalleden yoğun göç olmuş. Eliyle uzunca sokağı işaret ederek, “Şu sokağa bak” diyor, “En fazla elli ev doludur. Bu gördüğün binalarda en fazla bir iki aile oturuyor.”
Sokağa çıkma yasağı başlayınca kendisi de çıkmış mahalleden. Yasak kalkınca geri dönmüş. “Ben burada doğdum büyüdüm. Herkesi tanıyorum burada, başka yerde mutlu olamam ki” diyor.
Dükkan çok küçük ve ancak çocukların ilgi göstereceği abur cuburlarla dolu. İşler pek iyi değil elbette. Mahalleliden şikayetçi. Dediğine göre parası olanlar marketten, parası olmayanlar da kendisinden veresiye alışveriş yapıyormuş. “Alıp gidiyor, ne zaman parasını öder Allah bilir” diyor.
KİLİSENİN ESNAFA FAYDASI
Dükkan Meryem Ana Kilisesi’ne yakın, biliyorum, ama hangi sokaktan yola devam etmem gerekiyor, çıkaramıyorum. Bana yolu tarif ederken, “Artık kimse kiliseye gelmiyor” diyor. “Eskiden çok gelen olurdu. Bize de faydası olurdu. Suydu, bisküviydi bir şeyler alırlardı.” Bu arada birkaç ortaokul öğrencisi bir paket sakız alıyor. Bozuk paraları tezgahın ardındaki kasaya bırakırken, “Görisen abê, okul çocuklarına çalışıyoruz.”
GENİŞ AVLUNUN SESSİZLİĞİ
Lale Bey’deki Meryem Ana Kilisesi’nin geniş ve harika avlusu da sokak kadar sessiz. Özellikle yaz aylarında hiç boş kalmayan kilise, şimdi müthiş bir dinginlik içinde. İnsan saatlerce, belki hiçbir şey düşünmeden, sadece sessizliği dinleyebilir burada.
Diyarbakır Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nce hazırlanmış envanter fişlerinde kilise, 3. yy olarak tarihlendirilmiş. Daha önce Şemsi tapınağı olarak işlev görmüş olması muhtemel kilisenin mülkiyeti Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Cemaati Vakfı’na ait. Ancak Diyarbakır’ın son Ermenilerinden olan Sarkis Eken ile eşi Bayzar da son yıllarını burada geçirmişti.
SALİBA ÖZMEN’İN KEDERİ
Kilisenin bütün işlerini yürüten Saliba Özmen, mahallede çatışmalar başlayınca, kilisede kalan herkesin otele yerleştiğini anlatıyor. Polisler bilgi vermiş kiliseye gireceğiz diye. Kapıyı kırıp girmişler içeri. “Ama bunun dışında kilise bir zarar görmedi” diyor Özmen.
Sokağa çıkma yasağı bitince kilise avlusundaki evlerine geri dönmüşler. “Mahallede kimse kalmadı” diyen bakkalı doğruluyor Saliba Özmen. “İnsanlar bundan sonra ne olacağını bilemedi, gittiler” diyor. Komşularını kaybetmiş olmanın kederi var Özmen’in sesinde.
SON YILLARIN EN SAKİN NOEL’İ
Pazar günü Noel’i kutlamışlar. “Ancak 40 kişi vardı” diyor Özmen. Birkaç yıl önceki kalabalık kutlamaları hatırlatarak. “Eskiden dışarıdan da insanlar gelirdi Noel için. Hem memleketlerini, insanlarını görürlerdi, hem de Noel’i burada kutlarlardı. Bu yıl kimse gelmedi.”
Kimse neden gelmedi sorusunun cevabı çok basit: “Çatışmalardan sonra korkmaya başladı insanlar.”
Biz konuşurken kadınlı erkekli birkaç genç geliyor, kiliseyi gezmek için. Özmen, “Eskiden böyle miydi? Akşama kadar dışarı çıkamazdım, gruplar halinde gelen insanları gezdirirdim, kiliseyi anlatırdım” diyor.
GİDENLER VE GERİDE KALANLAR
Gençler için kilisenin büyük kapısını açıyor Özmen. Beni de çağırıyor. Cemaatini İstanbul’a, Amerika’ya, Avrupa’ya göndermek zorunda kalmış kilisenin içinde Özmen’in sesi yankılanıyor. Kilisenin tarihini anlatıyor, bir yandan fotoğraf çeken gençlere.
Avluya çıkıyorum. Bütün mahallenin Sıtkı Amca dediği Sarkis Eken, bir konuşmamızda, “Önce zenginler gitti buradan, sonra yoksullar da gitti. Ben gitmedim, burada kaldım” demişti. Avrupa’ya yerleşmiş akrabalarının ısrarına rağmen, “Şehrim” dediği Diyarbakır’dan ölünceye kadar ayrılmamıştı.
Kiliseden sokağa çıkıyorum. Parke taşı döşeli labirent gibi sokaklardan geçerek, Gazi Caddesi’ne çıkıyorum. Gazi Caddesi’ne sokakları bilerek değil, daha çok sezgilerimle çıkıyorum ve “İşte Diyarbakır burasıdır, Suriçi’dir” diye geçiriyorum aklımdan. Bazı mahalleler hâlâ yasaklı, Ermeniler ve Süryaniler parmakla sayılacak kadar azalmış olsa da…