KHK ile açılan kahvehane: Salon 679
Hasan Taşkıran ile Yaşar Yiğit İŞKUR’da iş arkadaşıydı. Aynı sendikaya üyeydiler ve arkadaşlıkları dışarıda da devam ediyordu. KHK ile ihraç edildikleri akşam da birlikteydiler. Hem iş arkadaşlıkları hem de dostlukları, şimdi “Salon 679”da devam ediyor.
DİYARBAKIR - Kahveyi devralınca, adını 'Salon 679' olarak değiştirmişler. Kahvenin müdavimi olan mahalleli, 679’un ne anlama geldiğini merak edip sormuş. Hasan Taşkıran, iş ortağını göstererek, “Yaşar’ın okul numarası” şakası yapmaya başlamış.
Ama aslında 679, Yaşar Yiğit’in okul numarası değil elbette. 679, iki arkadaşın, Çalışma ve İş Kurumu Diyarbakır İl Müdürlüğü’nden (İŞKUR) ihraç edildiklerini gösteren Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) sayı numarası.
Aynı iş yerinde çalışan iki arkadaş aynı kararnameyle ihraç edildiklerini, yine birlikte öğrenmişler. Hasan Taşkıran, “Birlikte sinemaya gitmiştik. Ortak bir arkadaşımız arayınca, ‘Sinemadayım, çıkınca ararım’ mesajı yazdım. Film bitince konuştuk ve ihraç edildiğimizi öğrendik” diyor.
MUHALİFLER HEDEFTE
İhraç edildiğinizi öğrendiğinizde ne hissettiniz, diye sorduğum Yiğit ile Taşkıran’ın cevabı, “Bekliyorduk” oldu. Taşkıran, “Olağanüstü Hal ilan edildi, Kanun Hükmünde Kararnameler yayınlandı ve birçok memur ya ihraç edildi ya da açığa alındı. Bu, ilk zamanlar darbecilere yönelik bir uygulama gibi görüldü. Kamuoyu da çok tepki göstermedi. Ama hükümetin kendisine muhalif gördüğü sendika üyesi çalışanlara yöneleceğini en baştan biliyorduk. Öyle de oldu.”
Yaşar Yiğit, Büro Emekçileri Sendikası (BES) adına iş yeri temsilciliği yürüttüğünü belirterek, “OHAL’in ilanından sonra idarecilerin tutumu değişmişti zaten. Çalışanların kılık kıyafetine müdahale etmeye, hükümetin idarecisi olduklarını dile getirmeye başlamışlardı. Aslında bu bile birçok insanın ihraç edilebileceği anlamına geliyordu. Müdür sevmediği personelin adını vermesi yetiyor işten çıkarılması için. Birçok insanın bu nedenle ihraç edildiğini düşünüyorum” diyor.
İHRAÇ EDİLMENİN ŞAŞKINLIĞI
İhraç edilen pek çok arkadaşları gibi önce ne yapacaklarını şaşırmışlar yine de. İlk bir iki ay zor olmuş duruma alışmaları. Öte yandan yeni bir iş aramaları da gerekiyordu. İhraç edildikleri için herhangi bir kamu kuruluşunda iş bulmaları mümkün değildi. Taşkıran, “Pasaportuna el koyuyorlar, yurtdışına çıkamıyorsun. Üniversite okumuşsun, ama kamu kuruluşunda çalışman yasak. Açlıkla terbiye etmenin yolunu böyle bulmuşlar” diyerek tepkisini dile getiriyor.
Yiğit ise şunları söylüyor: “Yapacak tek şey bıraktılar bize: İhraç edilenler birlikte olacaklar, dayanışma içinde olacaklar ve bu süreci bu şekilde atlatacaklar. Biz de bunu yaptık. Bizi ihraç edenler dağılacağımızı sandılar, ama tam tersi oldu.”
SALON 679
Bir süre sonra, ihraç edilen diğer arkadaşları gibi, ne iş yapabileceklerini düşünmüşler. Yaşar Yiğit, “Kahve işletebileceğimizi düşündük” diyor. “Az para yatırarak, çok çalışarak yapabileceğimiz bir iş. Çok beceri isteyen, ayrıca yetenek isteyen bir iş de değil.”
Yaşar Yiğit, daha önce arada sırada kahvede oyun oynayarak vakit geçirdiğini söylüyor. Kahve ortamına çok yabancı değil yani. Hasan Taşkıran ise kahvede vakit geçirenlere anlam veremediğini belirterek, beni şaşırtan bir cevap veriyor: “Kahve, erkek bedeninin sömürüldüğü yerdir.” Bu ‘sert’ söylemi şöyle açıklıyor: “Bazı arkadaşlarım bütün zamanını kahvede geçiriyor. Her anlamda sağlıklı insanların kahvede zaman geçirmesi, en azından kendi bedenlerine zarardır diye düşünüyorum. Saatlerce kahvede oturmaktansa çıkıp yürüyüş örneğin.”
Bu cevaplardan sonra hem Yiğit’in hem de Taşkıran’ın kahve kültürünü benimsemediğini de öğrenmiş oluyoruz. Yine de kahve işletmenin inceliklerini öğreniyorlar. Semaverde çay nasıl demlenir, müşteriyle nasıl diyalog kurulur, hiç akıllarında yokken bunları öğreniyorlar.
“Kahve erkeklerin geldiği yerdir” diyor Yiğit, “Burası kadınların rahat edeceği bir dünya değil. Kadınlar geldiğinde bu sefer erkekler rahat hareket edemez.”
Taşkıran, “Kadın arkadaşlarımızın buraya gelememesi üzüyor bizi. Kahveyi ilk açtığımızda kadın arkadaşlarımız ziyarete geldiler, ne onlar rahat etti, ne müşteriler ne de biz” diyor.
Şimdi değil, belki ileride, işi iyice kavradıktan sonra mekanın konseptini değiştirecekler belki. Ama şimdi burası ekmek kapısı, eski müşterileri kaçırmak istemiyorlar.
679’DA EVET YÜZDE 5
Kahvede sadece oyun oynanmaz elbette, siyaset de konuşulur. Önümüzde bir referandum var ve Taşkıran ile Yiğit’e kahveye gelenlerin eğilimlerini soruyoruz. Taşkıran, “Diyarbakır politik bir şehir, ne konuşursanız konuşun, konu dönüp dolaşıp siyasete gelir” diyor.
Siyaseti çok yakından takip eden müşterilerimiz var” diyen Yiğit, müşterilerinin oylarını da söylüyor: “Buraya daha çok Hayır diyecek olanlar geliyor. Evet diyecek olanların oranı yüzde 5 gibi. Kendi aralarında konuşup tartışıyorlar bazen.”
DUVARDA ŞÜKRÜ ERBAŞ ŞİİRİ
Kahveyi devraldıktan sonra pek bir değişikliğe gitmemişler. Ancak Ahmet Kaya ile Yılmaz Güney’in posterleri kahvenin görünür yerine asılmış. Bir başka duvarda ise Ahmed Arif ile Şükrü Erbaş’ın birer şiiri büyük panolarda yan yana durarak gelenleri karşılıyor.
Şükrü Erbaş’ın Canı Cehenneme şiiri şu dizelerle başlıyor: “Canı cehenneme rahat uyuyanın/Kapısını örtenin perdesini çekenin/Yüreği yalnız kendiyle dolu olanın/Duvarları ancak çarpınca görenin/Canı cehenneme başkasının yangınıyla/Evini ısıtıp yemeğini pişirenin.”
Mesleğinden ihraç edilmiş bir insanla iki satır konuşsanız, bu dizelerin ve devam eden bölümlerin nasıl sahici bir öfkeyle yazıldığını anlayacaksınız. Hasan Taşkıran ile Yaşar Yiğit, bu şiiri kahvenin duvarına asarak öfkelerini ve umutlarını paylaşıyorlar.
“Kahveye kitap koymayı da tasarladık” diyor Taşkıran, “Ama sonra vazgeçtik. Buraya gelenler oyun oynamaya, muhabbet etmeye geliyor. Kitapların işlerine yaramayacağını düşündük, vazgeçtik.”
Biraz daha toparlansınlar, Yiğit ile Taşkıran 'Salon 679'u 'Şiirli Kahve' yaparlar diye geçiriyorum içimden.
‘DİK DURUN, ENSEYİ KARARTMAYIN’
İhraç edilen ya da açıkta bekleyen binlerce insan var. Kimi Yiğit ve Taşkıran gibi hiç ilgileri olmayan başka meslekler deneyerek hayatlarını idame edebilme yoluna girdiler. Kimilerinin ise arayışları hala sürüyor.
Aylardır arayışlarını sürdüren arkadaşlarına önerileri de var Yiğit ile Taşkıran’ın. Yiğit, şöyle diyor: “Hiç aklımızda yokken kahveci olduk. Çay demliyoruz, dışarıya çay servisi yapıyor, boşları topluyoruz. ‘Birkaç ay önce memurduk’ demiyoruz. Kredi borçlarımız var, aile bakıyoruz. Arkadaşlarımız da morallerini bozmasınlar, sabırlı olsunlar, mutlaka yapacakları bir iş vardır.”
Taşkıran, “Yüzümüzü kızartacak hiçbir şey yapmadık, dik durduğumuz için bunlar başımıza geldi” diyor ve Çetin Altan’ın sözüyle bağlıyor söyleşiyi: “Dik durmaya devam etsinler ve enseyi karartmasınlar.”