Anlatılan 'benim varoş hikâyem'
Culluk Yusuf, Pele Dayı, Rokko ve çetesi, Utar ve daha niceleri. İnternette tesadüfen bir belgeselin “teaser”ında rastladım onlara. Herhangi bir yapıma benzemiyordu. Çünkü film Adana’da geçiyordu ve Adana dünyadaki hiçbir yere benzemiyordu.
DUVAR - Culluk Yusuf, Pele Dayı, Rokko ve çetesi, Utar ve daha niceleri. İnternette tesadüfen bir belgeselin “teaser”ında rastladım onlara. Herhangi bir yapıma benzemiyordu. Çünkü film Adana’da geçiyordu ve Adana dünyadaki hiçbir yere benzemiyordu. Osmanlı zamanında dönemin “tekinsiz aileleri” Çukurova tarafına yerleştirilmiş. Bu “bereketli topraklarda” yapacak iş çok olduğundan, tarım işçiliğiyle bu aileler “yola getirilmeye” çalışılmış. Sadece onlar değil, zamanla mevsimlik işçiler de bölgeye gelmiş.
Çok sıcak bir bölge olan Adana’da sokaklar evlerden daha çok kullanılır. Böylece insanlar iç içe yaşar, sürekli temas halinde olurlar. Bu birliktelik zamanla farklı bir kültür yaratmış Adana’da. Ama son yıllarda tarımda yaşanan kötü gidişle işsizlik çok artmış. İşsizliğin artmasıyla birlikte insanlar başka “işlere” de yönelmek zorunda kalmışlar.
‘BENİM VAROŞ HİKÂYEM’
Bahsedeceğim belgesel filmi, Adana Ceyhan’da yaşayan bu farklı insanların hikâyelerini anlatıyor. Ama ne hikâyeler! Filme İngilizce bir isim verilmiş: My Suburban Stories. Türkçesi, “Benim Varoş Hikâyem.” Belgeselin yönetmeni Yunus Ozan Korkut bu durumu şöyle anlatıyor: “Filmde çok fazla küfür, illegal anı, olay var. Dedik ki, biz bunu Türkiye’de bir yerde gösteremeyiz, başımız belaya girer. Hatta filmdeki karakterlerin başları da belaya girer. O yüzden İngilizce bir isim koyalım, yurt dışında gösterelim, dedik. Filmin adı o yüzden İngilizce. Yoksa ‘triplerde’ olduğumuzdan değil.”
Bu sorunları halleden belgesel, ilk gösterimini Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapmıştı. Yani, kaçırmıştım. Ama yönetmeni Yunus Ozan Korkut’a ulaştım. O da hem bana filmi izletme inceliğini gösterdi, hem de film kadar ilginç hikâyesini anlattı.
‘BABAM İYİLİK OLSUN DİYE EVDEN KOVDU’
Filmin yönetmeni Ozan Korkut da doğma büyüme Adana, Ceyhanlı. “Okulda derslere kafam biraz çalışıyordu,” diye başlıyor Ozan “Anadolu lisesini kazandım. Ceyhan’ın nüfusu yaklaşık 200 bin, lise ise 90 kişi alıyordu. Nasıl olduysa kazandım. Derslerim iyi olunca üniversiteye gitmek şart oldu. Aslında o zaman da gidemiyordum. Arkadaşlarla mahallede takılıyordum. Bir gün eve babam geldi. Elinde bıçak. Beni evden kovdu. Üniversiteyi kazanamayacağım, Ceyhan’da perişan olacağım diye. Arkadaşlardan, ortamlardan uzaklaştım o sayede. Babam iyilik yaptı aslında bana. Bir sure bir emlakçıda çalıştım. Emlakçıda afişlerin üzerinde uyudum. Bir yandan da dershaneye gidiyordum. Sonra da Ankara’dayım işte.”
‘PARA KAZANMAK İÇİN AŞK MEKTUPLARI YAZDIM’
Ankara’da ziraat mühendisliği okuyan Ozan, yurtta kaldığı dönemlerde arkadaşları için aşk mektupları da yazmış. “Yaklaşık beş ay yurtta kaldım. Sevgilileriyle araları bozuk olan arkadaşlarım yanıma geliyorlardı. Kitap filan okuyorum diye, ‘bana aşk mektubu yazar mısın’ diye sorarlardı,” diyen Korkut şöyle devam ediyor: “Ben de parasızdım. Facebook profillerine bakıyordum, arkadaşlardan bazı özel bilgiler alıp mektubu yazıyordum. İnandırıcı olsun diye bizim arkadaşların handikaplarından filan da bahsediyordum. Yazdığım tüm mektuplar başarılı oldu!”
‘ÖMRÜMÜ YEDİ BU TUTKU’
Ozan Korkut’un sinema tutkusu kendi deyimiyle “ömrünü yemiş.” “16-17 yaşlarında yetersiz bir fotoğraf makinesiyle Ceyhan’da fotoğraflar çekerdim. Çok kötü fotoğraflardı,” diyor Ozan “O sırada filmler de ilgilimi çekmeye başladı. VCD satan, kiralayan dükkânlar vardı. Oradan film alıp izlerdik. Ama dandik, sanatsal değeri olmayan şeyler. Bir gün ‘Amores perros’ filmini izledim. Hayatımı değiştiren şey o oldu. Yani, Amores perros’tan sonra film çekmek istediğime karar verdim. 18 yaşındaydım. O gün bugündür bu hikâye böyle. Ömrümü yedi bu tutku.”
‘KAMBOÇYA SİNEMASINDAN ESTONYA SİNEMASINA’
Sonrasında piyasada ne kadar sinema kitabı varsa almış okumuş. “Alamadıklarımı çaldım,” diyor ve devam ediyor “Okulu bayağı uzattım. Günde 4 film izlediğim dönemler oldu. Şimdi de günde bir film izlemeden uyumam. Kamboçya sinemasından Estonya sinemasına kadar ne bulduysam izledim. Örgün sinema eğitimi alamadım. Bu yolla çözmeye çalıştım. Oku, izle. İyi kitap okurum. Edebiyatla da aram iyidir. Yani, Türk bir yönetmen başka filmlerden ‘esinlendiğinde’ hemen anlıyorum. ‘Şu tarihte çekilen, şu filmden almış’ diye. Böyle örnekler o kadar çok ki ulusal sinemamızda.”
‘KALBİM KIRIKTI’
Ozan Korkut, kendi memleketinde geçen bir uzun metraj film çekmek istiyormuş aslında. “Çalıştığım televizyondan kovulmuştum, kız arkadaşım tarafından terk edilmiştim ve beş parasızdım. Kalbim çok kırılmıştı. Uzun zamandır memleketim Adana’da çekmeyi planladığım, uzun metraj kurmaca bir film vardı aklımda. Bu boş zamanı Adana’da filme görsel materyal bulmak amacıyla değerlendirmek için yanıma aldığım küçük bir DSLR kamerayla, doğup büyüdüğüm varoşlara doğru yola çıktım,” diye anlatıyor Ozan.
‘ÖYLE ELİNİ, KOLUNU SALLAYARAK GİREMEZSİN’
“Ankara’dayken arkadaşlarıma memleketimle ilgili anılarımı anlattığımda çok ilgi çekiyordu. Bizim küfre kesmiş, sert, bir o kadar da komik mahallemize bayılıyorlardı,” diyen Ozan şöyle devam ediyor: “Birkaç gün sonra bu çektiğim görüntüleri patronum, aynı zamanda yapımcım olan Orhan Kahraman gördü. Bayağı hoşuna gitti. O zamana kadar bir belgesel yapma fikrim yoktu. TV’de uzun süre belgesel çekmiştim ama asıl yapmak istediğim şey kurmaca filmdi. Neyse, ben dedim ki, arkadaşlarımın yakınlarımın bir belgeselini yapayım. İş yerinden de destek aldım. Bilirsiniz, bu işler ekip işidir. Sesi, kamerası, ışığı. Yanıma bir, iki arkadaş verip Adana’ya gitmemi istediler. Ama bilmedikleri bir şey vardı, bizim oralara öyle elini, kolunu sallayarak giremezsin. Köşe başında biri yolunu keser, tokatlar yollar. Diyelim, benim vesilemle mahalleye girdi. Çekimler sırasında asla konuşmazlar. Kendilerine gülündüğünü ya da bundan bir çıkar elde edildiğini düşünürlerse sıkıntı çıkarırlar. Şirketin bu önerisini kabul etmedim. Tek basıma ses, kamera, röportaj ne varsa hallettim. Ankara’ya gelip görüntülere baktığımda bana göre çok normal olan şeyler, bir çok insana fantastik, sert, illegal olarak göründü.”
‘HEPSİNİ YÜREKTEN SEVİYORUM’
“İsminden de anlaşılacağı gibi film, varoşlarda yaşayan insanların hikâyelerini kendi ağızlarından anlatımları üzerine kurulu. Eşim, dostum, arkadaşlarımın hikâyeleri. Varoşlarda fakirlikle, hayatın sırtlarına yüklediği, tercih etmedikleri yüklerle, toplumsal baskıyla, sert bir gelenekle yaşayan insanlar,” diye filmi anlatmaya başlayan Ozan şöyle devam ediyor: “Aslında bunlar geriye kalanlar. Arkadaşlarımın çoğu öldü. Ceyhan nehrine atıldılar, sulama kanallarında boğuldular, silahla oynarken vuruldular. Öldüler yani hep. Ya da yoksulluk yüzünden suç işleyip hapse girdiler. Bir kısmı hâlâ illegal işler yapmaya devam ediyor. Ben bu insanların hepsini yürekten seviyorum.”
‘ÇOK GÜZEL BİR DAYAK YEDİM’
Mahallede yaşadığı dönem için Ozan da “Ölüm tehlikesi atlattım fazlasıyla,” diyor, “Arkadaşım Ahmet, orta okuldayken inşaat teliyle boğulup Ceyhan nehrine atılmıştı. 13-14 yaşında bir çocuğun onlarla yaşıt başka çocuklar tarafından boğulduğunu şimdi düşünce daha acımasız geliyor. Benim de boğazıma bir ‘kız meselesi’ yüzünden bıçak dayadılar. Bir tanıdığın araya girmesiyle kurtulmuştum. Bir keresinde de lunaparka gitmiştik, gondolu çok hızlı kullanıyorlardı. Bu yüzden yanımdaki arkadaşım gondolu kullanan adama küfretti. O da benim ettiğimi sanmış. Gondoldan indirip beni çok güzel bir şekilde dövmüştü. Silah dayadı. Ölmüş annesine sövmüşüm. Bir şekilde araya girip adamı sakinleştirdiler. Çok oldu böyle şeyler ama unuttum çoğunu.”
‘ARKADAŞLARIMI MAHCUP ETMEK İSTEMEM’
“Çok küfür edilir bizim orada,” diyen Ozan, nedenini şöyle açıklıyor: “Ama insanlara değil. Zaten cinayet sebebidir bu. Küfür havaya edilir, durumlara isyan için. Aslında yukarıdakine edilir. Biraz böyledir.” Belgeseli mahallede göstermeyi düşünüp, düşünmediğini soruyorum Ozan’a, diyor ki “Düşündüm ama kan çıkar! Bazıları birbiriyle konuşmuyor. Rokko’nun çetesiyle arabesk rapçiler kavgalı. Dini hassasiyetleri olan insanlar da var, bazı özel konularda arkadaşlarımı ailelerine karşı mahcup etmek istemiyorum.” Bu arada belgeselin, yurt dışı ve yurt içi festivalleri dolaştıktan sonra gösterime girmesi planlanıyor. Yani, bir süre sonra hepimiz izleyebileceğiz.
‘OLMAYANI PAYLAŞMAK DEĞERLİDİR’
Ozan Korkut, her ne kadar on yıldır orada yaşamasa da mahallesini özlüyormuş. “Ailem Bulgar göçmeni. Büyük dedem göçmüş. Şimdi yaşadığımız evde dedem doğmuş, sonra aynı evde babam ve en sonunda da ben. Üç kuşaktır o eski, harabe evde yasıyoruz yani,” diye anlatan Ozan devam ediyor: “Babam babasını çok genç yaşta kaybetmiş. O yüzden bize düşkündü. Her ne kadar bıçak çekse de merhametli, şefkatli bir adamdır. Özel bir adamdır. Mahalledeki diğer insanlar da öyle. Adana’da mahallemde, varoşumda hiç param olmadan geçinebilirim. İnsanlar her şeyini paylaşırlar. Ki değerli olan, aslında olmayan şeylerini paylaşıyor olmaları. Yarın yiyecek yemeği olmasa da sana neyi var, neyi yok vermesi. Şimdiki kentli hayatımda bu yüzden çok zorlanıyorum. Memleketimdeki gerçek, samimi, içten insan ilişkilerini özlüyorum.”
Yunus Ozan Korkut, uzun metraj projesinden vazgeçmemiş; önümüzdeki Ekim ayında Ceyhan’da çekmeyi planlıyor. “Teknik konulara takıntılıyım. İyi bir sinematografi, özgün bir biçim arıyorum. Hikâyemi de buna uygun yazdım,” diyen Ozan ekliyor: “Kırılgan biriyim ben. İyi insanlarla karşılaşmayı bekledim.” Umarım biz Ozan’ın yapacağı iyi filmleri uzun süre beklemeyiz...