Şimdi Antalya'ya gitmenin tam vakti!
Antalya'yı görmek için en uygun mevsim bahar. Doğanın uyanışına şahitlik etmenin, denize girmenin ve şehir içinde sakin bir şekilde dolaşmanın bir arada yapılabileceği bir dönem...
Antalya’yı görmek için en güzel mevsim bahar. Doğanın rengarenk uyanışı, şehrin sakinliği, güneşin tadı bu dönemde daha bir başka çıkıyor.
İstanbul ya da İzmir’de olduğundan farklı olarak, deniz burada bir dekor da değil üstelik. Sadece sahilde yürüyüş yapmıyorsunuz, tüm şehir boyunca her yerden denize girmeniz mümkün. “Nisan denizi gibi acıtır” diyen Ortaçgil bile burada Nisan ayında denize girebilir üstelik. Yeter ki babam gibi ağustos ayında dahi içlikle gezen biri olmasın!
Yine alışık olmadığımız şekilde, burada en küçük toprakta sadece ot bitmiyor, türlü türlü meyve ağaçları her sokakta, her evin bahçesinde mevcut. İnsanlar ağaçlardan “göz hakkını” dilediğince alabiliyorlar, kimse onlara “kışt” demiyor. Tabii, göz hakkının da sınırı var. Üç limonla tatmin olmak varken, dayım gibi üç kilo limonu indirmeyin ağaçtan misal!
Doğal güzellik bakımından zengin olan Antalya’nın mimari açıdan en özel yeri ise Kaleiçi. 80’li yılların sonuna doğru başlayan restorasyonun irili ufaklı devam ettiği, çoğu kimseye güzel şeyler yaşatmış, elbette orayı görmeye gittiğiniz tek şansta olası bir problemle de karşılaşabileceğiniz ama kesinlikle sokaklarında kaybolmaya değer tarihi bir bölge burası. Yazın yakan sıcağı ve aşırı kalabalığı da yokken ayrı bir huzurlu.
Kaleiçi’nin dalgalanmasını ekşisözlükten birisi şöyle anlatmış: “Antalya'nın değişimi ne yöndeyse burası da öyle etkileniyor. 90'ların başında azgın turizm en fazla Kaleiçi’nde hissedilirdi. Bir bira içemezdiniz fiyatı yüzünden. 2000'lere doğru kent en çirkin halini aldı. Kaleiçi de artık çirkinliğinden girilemez haldeydi. Sonra kent bir duruldu, kendine ne yaptığını merak etmeye başladı, düzgünleşti, temizleşti, en son Kaleiçi’ne gittiğimde de bunu hissettim, genelde durmak istemediğim yerden bu kez çıkmak istemedim. Evler restore edilmiş, yollar düzgün, her yerden yeşillik fışkırıyor, çay bahçeleri onların arasına saklanmış, esnaf saldırmıyor, fiyatlar uygun.”
Kaleiçi’ndeki bu dalgalı günlere başından beri şahitlik eden iki mekâna uğradım. Birisi yat limanındaki King Bar, ki buranın en eskisi, diğeri de kendine has bir yer olan Gizli Bahçe. Son yıllarda turist sayısının dibe vurduğu Antalya'da, orada yaşayanların daha çok gittiği bu iki mekâna uğradım. Kaleiçi'nde evlerin bahçeleri iç kısımdadır, sokağa bakmazlar. Gizli Bahçe de böyle bir yer, bir iç avlu gibi.
Diğer mekânlara göre turist yokluğundan görece daha az etklienseler de, Gizli Bahçe'nin işletme sorumlusu Bekir Kefen “Şehir bir makine gibidir; birbirine bağlı irili ufaklı çarklardan oluşur. Antalya'da bu çarkların dönmesini sağlayan şey turizmdir. Hiç etkilenmiyorum, diyen bile etkileniyor bu durumdan. Çünkü çarkların hareket etmesi için gerekli olan yağ gibi, Antalya'da ekonominin sürmesi için turist gelmesi gerekli,” diye anlatıyor bu durumu.
Bekir Kefen Antalya'ya 18 yaşındayken gelmiş. “Sırt çantamı aldım, geldim,” diyor “16 yaşımdayken Adana'da barlarda çalışmaya başlamıştım. Adana doğumluyum ben. Antalya'ya geldiğimden beri Kaleiçi'ndeyim. Kaleiçi’ndeki ortamlar daha iyi, sokak muhabbetleri daha fazlaydı. Üç mekânın yan yana olması bütün sokağı doldururdu. Fiyatlar da normaldi. İnsanlar bir bira bakkaldan alır, bir bira mekândan söyleyerek takılırlardı.”
Bekir Kefen Gizli Bahçe için “Kaleiçi'nin ana su saati” diyor “insanlar 'nasılsa Gizli Bahçe'de bir arkadaşım vardır' diyerek gerlirler ve genelde de bir arkadaşları vardır.” Kefen de buraya ilk müşteri olarak gelmiş, “Biz FRP oynamak için gelirdik. Burası 2002 yılına kadar pansiyondu ama kafe bölümü ağır basınca böyle bir dönüşüm oldu. Pansiyonda kalan aylıkçıların arkadaşları, öğrenciler takılmaya başladı. Ve 2001'in sonunda burası patladı. 8-10 masalı bir yerken, 50 masalı bir yere dönüştü.”
2009 yılına kadar işler yolunda gitmiş. Bu yıldan sonra düşüş başlamış. “Kültür mahallesi kuruldu çünkü,” diyor Kefen “öğrenciler bu mahalleye yerleştiler. Hızlı bir şekilde mahallede çok sayıda kafe açıldı, onların ayakları kesildi. Ama eski müşteriler hiç bırakmadılar, buranın bir temeli var.” Antalya'daki turizm dalgalanmasıyla Kaleiçi'nde birçok mekân kapanmış ama Gizli Bahçe bu özelliği nedeniyle ayakta kalmış.
Bunu yaparken de gelişmeye, renklenmeye devam etmiş. Babasından kebap yapmayı öğrenen Bekir Kefen, kendi ismiyle bir yemek eklemiş menüye: Mr. Bekir dürüm. “İsimden dolayı fazlasıyla geyiği de dönüyor,” diyor Bekir Kefen “İşte 'Bekir'i yedin mi, burada mı yersin' filan gibi.” Müşterilerle diyaloğu kuvvetli olan bir işletme burası. “İki bira daha satayım, diye müşterinin gözüne bakmayız,” diyen Kefen şöyle devam ediyor: “Gidip hal hatır sorarız. O isterse içer, isterse oturur. Buraya ruhunu veren de müşterilerle kurduğumuz samimi sohbet. Duvarlardaki lüks dekorasyon değil, oradaki sıcaklıktır insanı çeken. Buranın verdiği en büyük şey samimiyettir. İki taraf da zevk alarak vakit geçirmeli.”
Eskiden çok sık yaptıkları bir şeymiş, dükkânı kapatıp müşterilerle birlikte Kaleiçi sokaklarında dolaşmak ve diğer mekânlara uğramak. “Buradan 15 kişi çıkıp The Bar'a geçerdik mesela. Orada 30 kişi olup King'e inmişliğimiz çoktur. King, buranın son çıkışıdır. Bütün mekânlar kapanır, hep birlikte oraya gideriz,” diye anlatıyor Bekir Kefen.
Hep birlikte gittikleri King, Antalya'da açılan ilk “pub.” Ama sadece şeklen ya da ismen değil, İngiltere'deki pub neyse, o şekilde. Çünkü sahibi Levent Türkdoğan, liseden sonra İngiltere'ye gidip bu işi yerinde öğrenen ve öğrendiklerini burada uygulayan birisi. “1986'da gidip, 1991'de geri döndüm. Yeme-içme, mutfak, servis, pub kültürünü öğrenip geldim,” diyor Türkdoğan. “Orada kuzenimin bir pub'ı varmış. Londra'ya iner inmez oraya götürdüler ve çalışmaya başladım. Kuzenimi hayatımda ilk kez görümüştüm,” diye anlatıyor Levent Bey.
Döndüğünde King isminde arkadaşlarının işlettiği bir barda çalışmaya başlar. Ancak 1993'te kapanır burası. 95'te bir arkadaşıyla ortak olarak aynı isimle yeniden açarlar, yine olmaz. “1998'de, bu kez tek başıma hortlatmak istedim ve King Bar'ı yeniden açtım,” diyor Levent Türkdoğan “Pub mantığıyla işlettim. 'Pub', 'public'ten gelir; yani halk. Halka açık mekânlardır. İnsanlar burada sohbet etmek için buluşurlar. Bizdeki kafelerin alkollüsü gibidir. Öğle yemekleri meşhurdur, akşam daha hafif şeyler olur.”
Tabelada ismi değişmese de içeriği değişmiş. “Antalya'da klasik meyhanecilik yoktu. Ya esnaf lokantası benzeri içkili yerler ya da balıkçılar vardı,” diyor Türkdoğan, “Akdeniz, Ege tarzında, sohbet ağırlıklı bir meyhane yoktu. İlk biz başlattık. 11-12 yıl öne de pub mutfağını meyhane mutfağına çevirdim. Girit mezeleri yapıyoruz. Güngörmemiş otlardan mezeler yapıyoruz. Şevketibostan, radika, kazayağı, turp otu, bakla, enginar gibi. Antalya'da bu mutfağı yapan başka yer yok.”
King'e daha çok yabancılar ilgi gösterirmiş. “Antalya'ya yerleşmiş, burada hayat kurmuş kişiler düzenli olarak gelirler. Onlara pub'dan gelen yemekler de sunarım; fish and chips ve steak and kidney pie gibi,” diye naltana Türkdoğan devam ediyor: “Fakat artık bu insanlar Yunanistan, İspanya gibi ülkelere taşınıyorlar. Turizm bitik, öyle bir şey kalmadı. Yeme içmenin en pahalı olduğu ülkeyiz.”
Levent Bey uzun yıllar Dj'lik de yapmış. “Rock, blues, caz çalardım. Ama artık yaşlandım. Hem şimdiki gençler benim müziğimi anlamıyor,” diyen Türkdoğan “Hayallerini gerçekleştirmiş ender insanlardan birisiyim. Yat limanında bir bar açmak hayalimdi. Bunu da başarıyla gerçekleştirdim,” diye anlatıyor. Üçüncü derece sit alanı bir yapının içerisinde hizmet veiriyor. Eskiden kömür, tuz, ahşap gibi şeyleri depolamak içn kullanılan bir alan ve bir kayıkhaneymiş burası.
Levent Bey diyor ki, “Evrensel bazı işletmecilik kuralları vardır. Örneğin, pub gibi halka açık mekânlarda, yurt dışında politika, futbol, din konuşulmaz. İşletmeci duyarsa uyarır. Burada ise tam tersi, sırf bunları konuşmak için meyhaneye geliyor insanlar.” O kadar farkımız olsun artık. Onları da konuşamayacaksak, ne konuşacağız. Yoksa nasıl kavga edeceğiz?
Levent Türkdoğan'ın ilginç yanlarından biri de tüketsin tüketmesi hemen herkesin ismine aşina olduğu bazı kokteylleri ilk kez kendisinin yapması. Mesela, sex on the beach, B52 gibi. “Bu kokteyllerin tek bir tarifi yoktur. Ama literütere geçen tariflerden biri benimkidir; tekila, votka, archers, portakal likörülü tarif bana ait. b52'yi, Sıcak şarabı da Antalya'da ilk ben yaptım. İlk denemelerimde 'bu ne lan' deyip gülüyorlardı ama zamanla trend oldu,” diye anlatıyor Türkdoğan.
Hem Levent Türkdoğan, hem de Bekir Kefen Antalya'nın eskisi olmadığını, birçok şeyin olumsuz yönde değiştiğini anlattılar. Ama kendileri bundan etkilenmemiş. Güzel sohbetleri ve samimiyetleriyle Kaleiçi'ne yolum düştüğünde her zaman uğrayacağım insanlar olacaklar benim için. Oteller kapansa da, turistler gelmese de, diğer esnaflar iş yapamasa da onların orada olacağını bilmek güzel bir duygu...