Alaeddin'in oyuncak dünyası!
Sirkeci'de eski, daha doğrusu, eskimeyen oyuncaklar satan bir amca var: Alaeddin Göbül. Hepsi el emeği ve ahşaptan yapılma rengarenk oyuncaklarla geçmişle günümüz arasında bir bağ kuruyor küçük tezgâhında...
DUVAR - Alaeddin Göbül, 1966 yılında Giresun'un Çamoluk ilçesi, Kaynar köyünde dünyaya gelmiş. Köyle ilgili ulaşabildiğim güncel bilgiler şöyle: “Köyde, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.”
'SOMA'NIN KÖMÜRLERİNİ TAŞIDIM'
Köyünden dördüncü sınıfa giderken çıkmış Göbül. “Rahmetli babaannem aldı getirdi buraya okumam için,” diye başlıyor sözlerine, “Ama okulda bilgilerimi ölçmek isteyen öğretmenin yaptığı sözlüyü geçemedim. Köydeki sorularla buradakiler çok farklıydı. Hiçbir soruyu cevaplayamayınca okuldan kaçtım, gittim. Soma'nın kömürlerini taşıdım İzmir'de. Sonra yine İstanbul'a döndüm, kahvecilik yaptım. Büyükçekmece'de çimento fabrikasında çalıştım.”
Seyyar satıcılığa başladığı sene 1991. “Kahvede bir rahatsızlık geçirmiştim. Kendisi de seyyyar satıcılık yapan bir amcam önerdi bu işi. İlk kot satarak başladım. Sonra kazak sattım, kadınlar için tunik sattım. Gebze'de bir gecekonduda yaşıyorum. O zaman da o evden gidip geliyordum. O yüzden zaman zaman burada otelde kaldığım oluyordu. Bir gün otelde, Bolu'da ahşap işi yapanlarla tanıştım. Ahşap kaşık yapıyorlardı. Denemek istedim ve başladım. Tam 10 sene sadece şimşir ağacından yapılma kaşıklar sattım. Zamanla işler azalınca 'nasıl bir canlılık kazandırayım' diye düşünürken oyuncaklar geldi aklıma,” diye anlatıyor Alaeddin Göbül.
'ANAMIZIN DON LASTİĞİNİ SAPANA TAKARDIK'
Göbül'ün küçük tezgahında hepsi de ahşaptan yapılma oyuncaklar mevcut. Oyunların sanal oyunlarla değil de, gerçek oyuncaklarla oynandığı döneme ait her şey bulunuyor. “Senin de çocukken oynadığın hangi oyuncaklar var?” diye soruyorum, “Bir tek sapan var içlerinde benim oynadığım,” diyor Alaeddin Göbül. “Bir ağacın tepesine çıkar, kestiğimiz dallardan yapardık sapanımızı. Lastik bulmak da kolay değildi, anamızın don lastiğini kullanırdık. Şimdi de çok heves ediyorum şuradaki oyuncaklardan bazılarını kendim imal etmeye ama yapamıyorum,” diye devam ediyor.
'YOYO, MARAKAS, ŞINGIRDAK...'
Tezgahta Amasra'dan gelen oyuncaklar da var, Afrika'dan gelenler de. Çocuklar bir heves koşarak geldikleri bu küçük panayırda hemen her şeyi ilk kez görmenin merakıyla yanındaki büyüklere hep aynı soruyu soruyorlar: “Bu ne? Peki, bu ne?” Bu oyuncaklarla büyümüş geçmişin çocukları da şimdiki çocuklara anlatmaya başlıyorlar: “Bu yoyo, bu marakas, bu şıngırdak...” Tezgaha yanaşan çocuk sayısı kadar “Aa, küçüklüğümdeki oyuncaklar” diye yanaşan büyükler de çok. Şu sıralar “kedi merdiveni” çok satılsa da her zamanın çok satarı sapanmış! Oyun şekilleri değişse de çocukların dünyasında haylazlık baki.
'BABAM GELSE AYNI FİYATI SÖYLERİM'
“Çok eğlenceli bir insanım, şakacıyım. Hiç kimseyi kırmak istemem, korkarım. Kimseye fiyat çekmem, fiyat da kırmam. Bu benim prensibim. Baam da gelse aynı fiyatı söylerim. Onun dışına çıkmak istemiyorum,” diyen Alaeddin Göbül'ün, Eminönü – Sirkeci arasındaki tezgahına turistler de ilgi gösteriyor. “Hele tursitlere asla fiyat çekmem. Öyle korkmuşlar ki, 1 lira diyorum, çok pahalı diyor. Neden diyorum, bize çok para söylüyorlar diye yanıt veriyorlar. Buradan Taksim'e 100 lira taksi parası verince öyle düşünüyor. Neden olduğunu ben de anlamadım, bilmiyorum, çözemedim. Bunu yapan arkadaşlara soruyorum. Onlar da bize atıyor kazık atıyor diyorlar,” diyerek anlatıyor.
'NE BORCUM VAR, NE DE PARAM'
Alaeddin Göbül'ün neden geçmişe ait oyuncaklar sattığı şu söylediklerinden anlaşılıyor sanırım: “Küskünlük nedir bilmem. Hak yemeyi sevmiyorum. Hiçbir şeyim yok benim. Gebze'de bir gecekonduda oturuyorum, o da amcamdan kalma. 25 yıl baktım, o da bana bıraktı. Başka bir şeyim yok. Çok şükür, ne borcum var ne de param. Çok özel bir hayatım yok ama yaşamayı seviyorum. Çok mutluyum. Zararım sadece kendime. Maddiyata değer vermiyorum. Yediriyorum, içiriyorum. Bir elle veririsin, bin elle alırsın. Ben hayatımdan memnunum. Köyde kuru ekmek bulamadığım günler olmuştur. Könbe (iki saç arasında ya da külde pişirilen mayasız ekmek) yediğimizde çok mutlu olurduk. Buraya geldik bal-kaymak yedik; ama keşke o kömbeyi yemeye devam etseydik. O yaşantı daha güzeldi. Kara lastik giydiğim günlerde ben daha mutluydum.”
“Yağmurlu günlerde tezgahı açamıyorum. Geliyoruz kahvede oturuyoruz,” diyen Göbül “akşam 8 buçukta bitiriyorum, 11 gibi eve gidiyorum. Bir yemek yedikten sonra uyku, sonra sabah yine buradayım. Oturmayı hiç sevmiyorum, yerimde duramam ama toplu taşımaya binerken zorlanıyorum. Sağ olsunlar metroda filan gençler yer de vermiyor. Ben yine yaşlılara, hamilelere yer veriyorum. Ne yapayım, ayaklarım ağrıyor ama kimse yer vermeyince iş yine başa düşüyor,” diyor.
'EN BÜYÜK HATAM...'
“En büyük hatam,” diyor Alaeddin Göbül birkaç kez üstüne basa basa “sigorta kaydımın olmayışı. Bunu başlatmadığım için çok pişmanım. O yüzden hep çalışmak zorundayım. Şimdi iyiyim ama ileride ne olacağı belli olmaz. Tek umudum, ben 25 sene amcama baktım, birileri de bana bakar, ortada kalmam diye düşünmem.” “Köyüne dönsen?” diye soruyorum “Köyümüz güzel ama orada hiçbir şeyim yok ki, ne yapacağım orada,” diye yanıtlıyor.
2-3 yıl öncesine kadar çok alkol aldığını söyleyen Alaeddin Göbül o dönemler için şunları söylüyor: “Eşim çok merhametlidir. Onun hakkını nasıl ödeyeceğim bilmiyorum. Burada, otellerde kaldığımda bana hiç sormadı, sen nereye gidiyorsun, nerede kalıyorsun diye. Çok alkol alıyordum, sadece 'içme istersen' derdi. Allah ona uzun ömür versin, hakkını asla ödeyemem.”
Alaeddin Göbül'ün de ömrü uzun olsun. Olsun ki, hem geçmişin hem de bugünün çocuklarını şenlendirmeye devam etsin...