Kedi ve köpekleri hayata döndüren 'mıhlayıcı Agop'
Agop Kuyumcuoğlu bir kuyum ustası. Yani, mücevher tasarlayıcı. Ama aynı zamanda felçli ya da yürüyemeyecek durumdaki kedi ve köpekler için karşılıksız yürüteçler üretip, onları hayata döndüren bir insan...
DUVAR - Agop Kuyumcuoğlu özel bir insan. Bir hayvansever, kuyum ustası, ressam, karikatürist ve müzisyen. Tabii bunlar şimdilik bildiklerimiz. Ama onun en önemli özelliği felçli, yürüme yetisini kaybetmiş kedi ve köpekler için hiçbir karşılık beklemeden ürettiği yürüteçler.
“Doğma büyüme Bakırköy çocuğuyum. 1960, 12 şubat,” diye başlıyor anlatmaya Agop Usta, “Çocukluğumuzun Bakırköy'ünde evler genelde tek katlı ve bahçeliydi. Bizim evimiz de tek katlı bir evdi. Sokakta ne kadar kedi, köpek varsa hepsini bahçeye doldururdum. Bahçemizde ördekler, tavuklar vardı. Hayvanlarla haşır neşir büyüdüm. Ama bazı insan vardır, yanından geçse de görmez onu, umursamaz. Bakar ama görmez. Mühim olan görmektir.”
Bu ince görüş mesleğine de uyuyor aslında. “Mücevher sanatı çok ince bir sanat. Ben ortaokulu bitirip başladım ama geç kaldım. Aslında ilkokul bitince başlamak gerek bu sanata. Öğrenmesi zaman alan bir sanat. Eski ustalar kılı kırk yarar, en ufak bir hatayı dahi kabul etmezlerdi. Tezgaha öyle kolay kolay yaklaştırmazlardı; bir-bir buçuk sene öyle boş boş gittim geldim. Tabii biz boş sanıyorduk ama o havayı solumak, ustayı izlemek, sinirlerini geliştirmek içinmiş. Boşuna değil yani,” diye anlatıyor.
“Bir şeyler üretmek, imal etmek, ortaya bir şey çıkarmak hoşuma giden bir şey,” diye devam ediyor Kuyumcuoğlu, “Çocukken uçurtmalar yapardık, patanajlar yapardık; ağaçlardan, rulmanlardan... Babama 'ben okumayacağım' dedim. Tabii, şimdi benim çocuğum bana böyle dese hemen bir psikoloğa götürürüm. Babam tuttu beni ustamın yanına getirdi. Ben 'bu nedir, ne değildir' diye hiç sormadım bile. 15 yaşımda mesleğe girdim, yaşım 58; var sen hesap et kaç yıl olduğunu.”
Agop Usta, “Aslında ailemde hiç kuyumcu yok. Dedem Yozgat'ta hamalmış; meşhur hamal Agop Ağa derlermiş, artık nesi meşhursa. Aileden gelen bir şey değil kuyumculuk. Nasıl soyadımız olmuş, ben de bilmiyorum. Baktım öyle, soyadımın hakkını vereyim diye kuyumcu oldum,” diyor şaka yollu.
Agop Usta “mıhlayıcılık” yapmış. Yani, taşları yerine oturtmak. “Zamanla kendi tasarımlarımı yapmak istedim. Taşları önüme koyar, dizaynını çizer, onları önce madene, sonra da mücevhere çeviriyordum,” diyor ve “Tıpkı bir cerrahın neşteri eline alana kadar kabiliyetinin ortaya çıkamayacağı gibi, tezgaha oturmadan usta olup olmadığınız anlaşılmaz. Bizim işimiz yükte hafif, pahada ağır şeylerle; elmas, pırlanta, yakut. Bunları sağ salim yerine oturmadan, kendi başınıza o sorumluluğu üstlenmeden usta olamazsınız. Altından yüzük yapmış olsak, hatamızı sadece işçiliğimizin zararına telafi edebiliriz. Yani, altını eritir yeniden başlarız. Altın kırılmaz, dökülmez. Erir. Ama pırlantada en ufak bir parça kırılsa yüz binlerce dolarlık malzeme yarı fiyatına inebilir. O yüzden sorumluluğumuz çok daha büyük,” diye devam ediyor.
Agop Usta mesleğine hiç “iş” demiyor, hep “sanat” diye bahsediyor. “Bu işin getirisi ustalar için artık iyi değil. Sanatı ticarete dökerseniz, sanatı ranta çevirirseniz, o artık sanatlıktan çıkar,” diyen Kuyumcuoğlu şöyle devam ediyor: “Eskiden sokakta bir profesör edasıyla yürürdüm; o kadar saygı duyarlardı sanatkârlara. Mesleğin saygınlığı kalmadı. Bir tane yabancı dil öğrenip bizim kazancımızın iki katını kazanabilirsin. Niye zahmete girsin ki? Ama bir sanatçıysanız, aç kalır, gene o mücevheri yaparsınız. Mücevher işi ticaret değildir. Van Gogh, kulağını kesip resmini yaptı. Sanatkâr böyledir, zengin olmak gibi bir gayesi yoktur.”
Sanırım Agop Kuyumcuoğlu'nun hayata bakışını anlamak için bu kadar bilgi yeterli. O, gönlü zengin biri. Rehberi, vicdanı. O yüzden bir arkadaşının “Agop Abi, biz Beykoz'da 800 tane hayvanı besliyoruz. Her pazar gidiyoruz. İstersen sen de gel” teklifine “Tamam,” diyor, “çok iyi olur.”
“Beykoz'da köpekleri besliyoruz, kenelerine, hastalıklarına bakıyoruz filan,” diyor Agop Usta ve anlatmaya devam ediyor:
“Bir zaman sonra başka bir gönüllü grubuna rastladım. Onlar iki gözü kör, felçli, insan yardımı olmadan yaşayamayacak hayvanlara bakıyorlar, sahipleniyorlardı. Bir gün o gruptan Dilek Hanım, bir kermese davet etti. Hayvanlar için ufak tefek bir şeyler toplanacak.
“Orada 3 tane felçli kedi vardı. Sahiplendirilmişler ve sahipleri de kermese katılacaklar, hayvanları alıp gidecekler. İlk orada gördüm bu yürüteci. Sordum, ettim, baktım, çok hoşuma gitti. 'Peki, dedim, niye bir tane? Bulamıyoruz, dedi, Türkiye'de yok. Bunu nasıl buldunuz, dedim. Almanya'dan bir işçi gönderdi, dedi. Benim kafama takıldı. E, 3 tane kedi, nasıl olacak, diye sordum. Sırayla kullandıklarını söylediler.
“Dilek Hanım, ben bunu yapacağıma inanıyorum. Nasıl, dedi. Dedim, böyle gizli, bilmediğim bir ayrıntısı, motoru yoksa yaparım. İyice bir daha baktım; bezden, telden, tekerlekten bir şey. Bunu bana birkaç günlüğüne verirseniz, bunu bir denemekten yanayım.
“Aldım getirdim. Tabii pantolon gibi söküp bozma durumumuz yok. İplerle, metrelerle ölçtüm, bir kalıp çıkardım. Biz gümüş ya da altın kaynağı kullanabiliriz; demir kaynağı yoktur bizde. Kaynak ustaları da mücevherin sade kısımlarını yapan kişilerdir. Nazımın geçtiği arkadaşlarıma gidip durumu anlattım. Hiç boş vakitlerinin olmamasına karşın 'seve seve yaparız' dediler. Ve ortaya ilk yaptığım yürüteç çıkmış oldu. Onu kendime bir hatıra olarak saklıyorum.
“Hemen Dilek Hanım'a fotoğraflarını gönderdim. O da çok sevindi, 'olmuş bu' dedi. Ben de Facebook'tan bu yaptığımı paylaşayım, belki bir 10-15 kişiye yardım ederim diye düşündüm. Ama sadece ilk gün yüzden fazla insan bana ulaştı. 'Eyvah' dedim, yapamayacağımız bir iş aldık başımıza.
“Biz bunu 2 günde üretebiliyoruz. Haftada 2 tane yapıp göndersek çok uzun bir zaman alacak. İhtiyaçlar acil, nasıl yapacağız diye Nuruosmaniye Caddesi'nde dalgın bir şekilde yürürken Ara Abi'ye rastladım. Yaptıklarımı duymuş, gurur duyduğunu söyledi. İyi de dedim, biz 20 kişi beklerken 100'ü geçti sayı. Onun Rami'de Gökşen Bey diye bir tanıdığı varmış. Demir ev aletleri yapan bir firmanın sahibi. Ertesi gün Ara Abi'den bir telefon, bir tane numune gönderebilir misin?
“Hemen gönderdim. Bana bir tane bundan gönderdiler. Hem de bizimki gibi değil, argon kaynaktan yapılma. Bizim kaynaklar bu işe uygun değil atar; ama argon kaynak öyle değil, demir, taş gibi sapasağlam. Bir teşekkür telefonu ettim. Orada bana kaç tane ihtiyacım olduğunu sordular. Dört gün sonra tam 20 tane yürüteç geldi. Sevinçten havalara uçtum.
“Tabii, gelen parçalar iskeleti. Terziden kumaş alıp onu diktiriyorum, valizciden tekerlek alıp takıyorum. Neticede biz bir haftada 20 kişiye teslim edebileceğiz. Bu iyiliği için Gökşen Bey'le tanışmaya gittim. Devlet operasında eskiden sanatçıymış kendisi. Çok beyefendi bir insan. Hoş beşin ardından sordum, Abi borcum ne, diye. Sanki tokat atmışım gibi oldu. Ne borcu, dedi. Abi dedim, bizim 10 haftada yapacağımız sayıyı sen bize 4 günde verdin. Daha sana söyleyemediğim 80 tane bekleyen sipariş var, gönül rahatlığıyla bunları senden isteyebilmem için soruyorum. Bak Agop, dedi. Sen çok hayırlı bir iş yapıyorsun. Ben de bir hayvanseverim. Senden bu iş için para talep edersem bu bir ticaret olur. Benim de senin gibi bir mutluluk yaşamama mani olursun. Artık bunun üzerine diyecek lafım kalmadı tabii. Ne zaman arasam 20 tane kalıp geliyor oradan.
“Fakat biz hep aynı boydan üretiyoruz. Bir gün bir hanımefendi aradı. Agop Bey elinize sağlık, çok güzel olmuş ama bizim kız biraz tombiş, poposu filan yürütece girmedi. Her yeni durum bir şey öğretiyor. Biz nedense kedileri hep standart boyda düşünüyorduk. Bizim yaptığımızın yüzde 15 büyüğünü ürettik. Başka bir gün, yine bir mesaj. Agop Bey, yolda 4 aylık bir kedi bulduk. Ona ise elimizdeki boyların hiçbiri olmaz. Aynı şekilde küçülterek ürettik. Şimdi 3 boy var elimde ve hemen hemen her türlü ihtiyacı karşılıyor.
“Bir gün dedim ki, biz bunu yapıyoruz ama neden sadece kedilere yapıyoruz. Köpeklere de yapamaz mıyız? Hemen araştırdım, onlarınki biraz daha farklı, boyu ayarlanan alüminyum borulardan yapılıyor.
“Hayvanseverler için o canların hepsi çocukları gibi. Ve büyük bir çoğunluğu emekli ya da kıt kanaat geçinen insanlar. Onların sevgisini ranta çevirmişler. Benim 30 liraya ürettiğim yürüteci 300 dolara satıyorlar. Köpekler için olanına 600 dolar istiyorlar. Yazık değil mi? Acımasızlık bu ama, nasılsa alırlar, deyip satıyorlar.
“Ben daha bir tane üretmeden 3 tane istek geliyor. Birkaç tane dostum var. Abi sıkışınca bize de gönder diyorlar. Ben 10 tane yaparken o belki 2 tane yapacak ama gönlünü koymuş ortaya. Bunlar maliyeti olan işler, o insanlara da fazla yüklenmek olmaz.
“Benim bu yürüteçler için harcadığım para, benim rızkım değil zaten. O bana Allah'ın benim elimle dağıtılması için verilen bir para. O benim param değil. Bunu böyle kabul ettim ve böyle mutlu oluyorum.
“Agop Gündüz diye bir arkadaşım var. Ayakkabı malzemesi satıyor. Gel, buradan istediğin kumaşı al dedi. Dedim, sattığın malı ben nasıl beğenirim. O zaman dedi, şu top kaldı, 60 metre ama, bunun metresini 20 liraya alamazsın, mümkün değil. O derece insanlar yardım ediyorlar. Demek ki güzel bir şey yaptığınız zaman işleriniz rast gidiyor, fazla bir çaba harcamanıza gerek kalmıyor.
“Şimdiye kadar 250 tane yürüteç yaptım. Para lafını duyduğunuz anda bilin ki gerçek Agop Kuyumcuoğlu'yla muhatap değilsiniz. Ne reklam, ne de adlarının açıklanması derdinde olan iş adamları destek olmak istediler. Ama insanları kırmadan bu isteklerini reddediyorum. Büyükşehir belediyesinden insanlar geldi. Size bir atölye açalım, ödenek çıkaralım dediler. Büyük de bir para telaffuz ettiler. Ben para lafı geçince rahatsız oluyorum. Bu canları ortaya atıp onların sırtlarından paralar kazanan insanlar biliyorum. Allah onları bildiği gibi yapsın.
“Zaman içerisinde peyderpey 15-20 kişi geldi öğrenmek için ama hiçbirinden ses seda çıkmadı. Ne gelen var, ne giden. Bu iş ciddi boş adam işi. Tamamen mesleğimi filan bıraktım. Müşterilerim iş bekliyorlar. İşi uzatıyorum, sitem ediyorlar bana. Ama o can orada beklerken hiçbir şeyin buna engel olmasını istemiyorum. Günümün yarısı mesajlaşmakla, yarısı da üretmekle geçiyor. Boş, dolu tüm vaktimi bu işe ayırdım. Yatağa yatıyorum, işte filancanın köpeğinin yürütecini biraz daha mı küçük yapsam, hayvan rahat eder gibi şeyler düşünüyorum.
“Hayvan öyle bir hüzünlü bakıyor ki, ben ölmek istiyorum diyor adeta. Benim içim titriyor. Hemen gelip yürütecini yapıyorum. Bir hafta sonra videosu geliyor; şımarıklık almış gitmiş, oraya koşturuyor, buraya koşturuyor. Biz nasıl hasta olunca hayata küsüyoruz, kimseye selam dahi vermek istemiyoruz, onlar da öyle. Çok daha duygusallar. Onun o mutluluğunu görünce para pul filan ikinci sınıfta kalıyor.
Mutluluktan ayaklarım yerden kesiliyor. Allah benim ömrümden 5 sene alıp size versin. Duyduğu minnettarlığa bakar mısın?”
Mutlu ve huzurlu bir hayat için tam da böyle bir yaşam gerek. Sohbet esnasında maymun iştahlılığından bahseden Agop Usta, bir bu yaptığından hiç vazgeçmeyecek. Ama bir zamanlar karikatüristlikten vazgeçmiş. Hem de Oğuz Aral'la çalışmasına rağmen. “Oğuz Aral, 'kendi tiplemeni, çizgini yarat' diye bir yerlere getirmek için çok uğraşırdı. İlban Ertem, Behiç Pek, Sarkis Paçacı ile aynı dönemdeydim,” diyor Agop Usta, “Aynı zamanda çıraktım. Resim yeteneğim de vardır, yağlı boya resimler yaparım. Şaka yapmayı da çok severim, her yerde muziplik yaparım. Karikatür çizmek geldi aklıma. Çiçeği burnunda karikatürcüler vardı o zaman Gırgır'da. Oğuz Aral bakardı. Fırt'ta da Tekin Aral bakardı, kardeşi. Haftalığım 100 liraydı o zaman. Ama Gırgır'a haftada iki karikatür verir, 150 lira alırdım. Haftalığımdan daha çok kazanırdım. Daha 14-15 yaşlarındaydım. Maymun iştahlılık var bende, askere gidene kadar yaptım, sonra devam etmedim.”
Agop Kuyumcuoğlu, zoru kolaylaştıran, hayatı güzelleştiren insanlardan. “Yaşayan ustalar hazinesi” isimli sergide yaptığı mücevherler, kedi ve köpeklerin dünyasında da yarattığı mutluluk paylaşılıyor. Var olsun...