'Hamallığa spor olsun diye başlamıştım'
Süleyman Kutlu 15 yaşından beri hamallık yapıyor. Cağaloğlu'nda taşımadığı yük, girmediği han, geçmediği sokak kalmamış. Hem hayatın yükünü hem de ağır balyaları sırtlanmış...
Süleyman Kutlu, 11 Kasım 1968 Niğde merkez doğumlu. Niğde'de yapacak bir iş olmadığından kendisi henüz 4 yaşındayken ailecek İstanbul'a göç etmişler. “Sultanahmet, Küçük Ayasofya'ya yerleştik. Çocukluğum burada geçti. Sultanahmet ilkokulunda dört yıl okudum,” diye söze başlıyor Süleyman Kutlu, “Orada okurken beni özel bir teste tabi tuttular. Zeka testiymiş. IQ puanım çok yüksek çıkmıştı.”
Süleyman Kutlu'nun babası ise Cağaloğlu'ndaki matbaalardan çıkan parça kağıtları alıp satma işine başlamış. “Hemşerilerimizin çoğu Sultanahmet'te otururlardı. Gelmişler, hamallık, hurdacılık, kağıtçılık gibi işleri görmüşler. Bin kişiye yakın Niğdeli çalışırdı Cağaloğlu'nda. Bütün gazeteler buradaydı. Matbaaları buradaydı. İndi, bindi, kağıt işleri çok olurdu,” diyor Kutlu.
1978'de Çengelköy'de bir gecekonduya taşınmışlar. “Orası güzeldi. Salatalığı ekersin, sabah bir bakmışsın kocaman olmuş. Şimdi satıyorlar ya, onlar gibi değil. O mis gibi kokardı. Ekrem Bora, Ajda Pekkan'ın yalıları vardı. Onların yanında denize girerdik. Çok güzel yüzerdim. Her türlü yüzmeyi biliyorum,” diye anlatıyor Süleyman Kutlu ve devam ediyor:
“Ortaokula orada başladım. Spora merak saldım. Basketbol oynardım. Ondan sonra karate, kung-fu, tekvando, boksa merak saldım. Üsküdar'daki spor salonlarında epey bir sporla uğraştım. Jimnastik derslerinden 10 alırdım. El amudu, el-baş amudu, geriye takla, düz takla. Hepsini çok güzel yapardım, spora yatkındım. Zaten bu hamallığa da spor olsun diye başladım! Çok gençtim, erken başladım. 15 yaşındaydım; hem spora gidiyordum, hem de bu işi yapıyordum. Spor yaptığım için erken geliştim.”
İlkokulda girdiği zeka testinden yüksek puan alan Süleyman Kutlu, bu yıllarda okuldan uzaklaşır. “Bir arkadaşım nedeniyle oldu, spor yüzünden değil. Yanıma oturmaya başladı. Bir süre sonra dersi dinlememeye, onunla konuşmaya, dersleri dinlememeye başladım, okuldan koptum ve bıraktım,” diyor Kutlu. Kutlu'nun ağabeyi de hamallık yapmış. Hatta bu meslekten emekli olmuş. Ama Süleyman Kutlu Cağaloğlu'nda ilkin mücellithanede, yani ciltçide çıraklığa başlamış. “Okul tatillerinde başlamıştım. Istaka, harman çekerdik. Ama haftalığı azdı. Bir döner, kola alırdık biterdi,” diye başlıyor Kutlu, “O zamanlar hamallığın parası iyiydi. Fazla para kazanalım diye başladık. Gazeteler, yayınevleri, matbaalar... Matbaalara kağıt inerdi kamyon kamyon. O kağıt basılırdı, tekrar yüklenirdi. Yani iş çoktu. Cazip geliyordu o zaman.”
“Şimdi zor geliyor, ağır iş olduğunu anlıyorsun. Gücümü kaybettiğimi hissediyorum,” diyor ve devam ediyor Kutlu: “Gençken 100 kiloluk kapıları tek elimle taşırdım. Aslında farkında olmadan dünya rekoru kırıyorduk. Ben 525 kilonun altına girdim. Bilmeyerek girdim, bilsem girer miyim! Sandığı küçük gördüm, baktım beni yere gömecek, fırlattım attım. Sonra baktım arkasında yazıyormuş 525 kilo olduğu.”
Bölgedeki iş hanları şimdiki gibi yarı boş, virane değillermiş. “Oda oda bilirim bu hanları. İşyeri kalmadı burada. Bizler son nesiliz, türümüzün son örneğiyiz. Biz çekirdekten yetiştik, semerle çalışıyoruz. Eskiden balyayla gelirdi yükler, kapalı. 180 kilo olurdu en az, kapalı kağıt balyalar. Matbaa bıçakları gelirdi, 250 kilo. Sandıklar içinde. Bunlar kapalı inerdi, arkalıkla. Girer altına, vurursun arkalığı, indirirsin. Halatlarla ağır makineleri indirirdik. Kızaklarla kasa çok indirdik, 600 kiloluk, 1 tonluk ağır kasalar,” diye anlatıyor işlek zamanları Süleyman Kutlu.
Dışarıdan bakınca sadece kas gücüyle yapıldığını düşünebileceğimiz bu işin de bir tekniği varmış. “Teknik çok önemli bu işte, yoksa belini sakatlarsın,” diyor Kutlu, “Yerden koliyi kaldırmanın bile bir şekli vardır. Dizleri kıracaksın, ağırlığı dize vereceksin. Bele vermeyeceksin. Ani bir hareketle bel fıtığı olabilirsin. Aslında hafif iş insanı sakatlar çünkü hafif işi önemsemezsin. Ağır işte dikkatli olduğun için kolay kolay sakatlanmazsın.”
İşin tekniğine hâkim olsa da “Yükün altındayken ayağım da burkuldu, yükle birlikte düşmüşlüğüm de oldu, çok bel ağrısı çekmişliğim vardır. Zamanla atlatıyorsun,” diyor Süleyman Kutlu. Onca kağıdın, kitabın, gazetenin içinde olunca okumaktan da geri kalmamış Kutlu: “Bu iş benim kendi tercihim olduğu için fazla pişman olmadım. Ama arada keşke okusaydım dediğim oldu. Bilime çok meraklı olduğum için kimya okumak isterdim. Okumayı çok severim, çok kitap okumuşumdur. Şiiri çok severim. Fareler ve İnsanlar'ı sevmiştim. Her şey seninle başlar da öyle. Onu mutlaka oku. Anında değiştirecek hayatını. Ama felsefe insanı dinden imandan ediyor biraz. Senin kafanı karıştırır, en sonunda 'Allah yok' dersin.”
Kargo firmaları çıktıktan sonra da hamallık işi çok azalmış. “Kargo yokken ambar yüklerdik. Kargolar çıkınca ambar işinden olduk,” diyen Kutlu “Teknoloji her şeyi etkiledi. Eskiden tonlarca kartpostal satılırdı. Haliyle o da taşınacak bir yük, dolasıyla bir işti bizim için. Ama cep telefonu çıkınca kimse birbirine kart atmaz oldu,” diye devam ediyor ve ekliyor: “ Artık yeter, yıllar yordu beni. Yıllar yorgun, ben yorgun. Zaten iş de yok artık.”
“Hayatın yükü mü ağır, taşıdığın yük mü?” diye soruyorum son olarak Süleyman Kutlu'ya, “Hayatın yükü tabii ki,” diyor ve devam ediyor: “Hayatın yükü seni yıpratıyor, sorumluluk yüklüyor. Bazı şeyler istediğin gibi gitmiyor, o da psikolojini bozuyor bazen. Ama bu yükü taşıyorsun bitiyor.”
Süleyman Kutlu'yu dinleyince sistemin nasıl işlediğini bir kez daha görüyorum. Kafası çalışan, zeki bir çocuğun ağır yük altında ezildiği, kafasını kaldırmasına fırsat tanımadığı o acımasız sistemin. Belki başka bir koşulda dünyaya gelse, kimya alanındaki başarılarını anlatacaktı Kutlu bize. Ama işte sistem böyle işliyor; yükün altına girenler hayallerini kaybediyor...