Futbolcu olamadı, yorgancı oldu
Kış günlerinin en sevilen eşyası yorgan, en çok yazın dikiliyor. Yaklaşık 40 yıldır yorgancılık yapan Zafer Güleryüz'ün dileği ise başkaymış: Futbolcu olmak.
DUVAR - Yazın en sıcak günlerinde yorgancılara düştü yolum. Onların işleri de bu mevsimde olurmuş zaten. “Bize yazın iş gelir, kışın otururuz,” diyor yorgancı Zafer Güleryüz. Güleryüz'ün dükkânı "Beyoğlu Yorgancısı" Tophane'de. 40 yıl evvel kayınbiraderi açmış burayı. Zafer Güleryüz ise 99'da başlamış burada çalışmaya. Mesleğe ise daha eskiden tabii ki.
“1962 yılında, Zeynep Kamil Hastanesi'nde doğdum. Trabzon, Maçkalıyım. Bu iş baba mesleği. Babam abime bıraktı, abimin yanında da ben başladım. Oradan beri devam ediyoruz. Biz baba mesleği olarak bunu gördük, başka bir şeye heves etmedik. Topun dışında! Sevmedik ama mecbur kaldık bu mesleğe,” diye anlatmaya başlıyor Zafer Güleryüz ve devam ediyor: “Babamla, kardeşlerimle aynı yerde olmak kötü oldu aslında. Babam başımızda olduğu için bir yere gidemedik. Gidemeyince de bu mesleği öğrendik. Bir yere gitseydim belki daha iyi olurdu. Bir çevrem, seveceğim bir işim olurdu belki.”
Futbolcu olmayı çok istemiş Zafer Güleryüz, “Bu içimde bir ukde olarak kaldı,” diyor. Ortaokulda eğitim hayatına nokta koymuş: “Okumadık, serseriliğe kaçtık. Top oynamaya kaçtık. Ortaokula başlayınca arkadaşlarımdan da ayrı kaldım. Onların hepsi başka okula gitti, ben tek kaldım. Soğudum. O yıllarda yorgancılığa da başladım ama öylesine yapıyordum. Askerlikten sonra mesleğim oldu. Askere gidene kadar amatör olarak futbol oynadım. Dikeyim bitsin de topa kaçayım, diye bakardım. 30 yaşına kadar hep topa kaçtım. Ama 37 senedir işim bu. 16 yıldır da buradayım.”
“Baba mesleğimiz” dediği bu işe babasının nasıl başladığını soruyorum. Anlatıyor Güleryüz: “Babam 12 yaşında gelmiş İstanbul'a. O zaman yorgancılar Kapalıçarşı'dalarmış. Babam da oraya gelmiş. Orada mesleği öğrenmiş. Sonra buralara gelmiş, Tophane'de çalışmış. Sonra da karşıya geçmiş. Göç o zaman başlamış Trabzon'dan. Akrabalarımız da gelmiş. Kimisi kalaycı oldu, kimisi şoför oldu, kimisi yorgancı oldu. Şimdi bu işi yapan akrabamız yok. Babamın yeğenleri var, hepsi kalaycı.”
Güleryüz, yorgancılığı abisinden öğrenmiş. “Abim bu işi öğretti ama kaçtı gitti Trabzon'a. Yeter dedi, ben artık İstanbul'u çekemem dedi, 3 sene önce gitti. Maçka'ya yerleşti,” diyen Güleryüz “Benim öyle bir şansım yok. Bu meslekten emekli olanlar yüzde bir. Kimse işe başladığımızda bizi uyarmadı. O yüzden gittiği yere kadar bu işi yapacağım,” diye devam ediyor.
Tahmin edebileceğiniz gibi eskisi kadar iş olmuyormuş. Dinliyoruz:
“Eskiden herkes yaptırırdı, herkeste pamuk vardı. Kadınlar evde dikiyorlar ama bizimkini tutmuyor. Çünkü onlar 5-6 kilo yaparlar yorganı ve sanırlar ki, o iyi ısıtır. Tam tersi, kalın yorgan ısıtmaz. Eğer yün yorgansa en fazla 4.5 kilo, pamukta da 3.5 en fazla. Isıtmaz çünkü. Yorgan vücudu saracak. Evdekiler ağır olunca ısıtır sanıyorlar.
“Evlerde pamuk kalmadı. Pahalı artık her şey. Bizim Ortaköy'de 7-8 liraya meyve var. Maçka'da bile aldığımız domatesin fiyatı burayla aynı. Önceden Anadolu'da tarım ürünleri daha ucuz olurdu. Geçmişte biz iki çalışırdık, 10 kişi yerdik. O zaman para çoktu. Eskiden 2 kişi 10 kişiyi besleyebiliyordu. Şimdi bizim caminin hocası bile oğluna kız bakarken bana 'çalışan kız var mı Zafer' diye soruyor. Artık bir kişi ancak kendine bakabiliyor.
“Burada bir koltuk döşeme işi yapan usta var. Geçenlerde evlendi. Kendisine bile koltuk takımı yapamadı. İskeletini alacak, kumaşını, süngerini derken gitti kendine 36 taksitle hazır takım aldı. Eskiden hazır silikon yoktu ki, bugün işler yüzde 90 azaldı. Yatak yapardık, bunları demir el arabasıyla dağıtırdık. Pamuk vardı, müşteri vardı. Elyaflar çıkınca işler tersine döndü, bit... Bitmedi ama şurada bir 10-15 senesi kaldı artık. Çünkü en son biz kaldık; daha çırak da yetişmiyor.
“Abimle yaklaşık 10 sene aynı dükkânda çalıştık. Çiller zamanında 5 Nisan kararları alınınca kapattık. Kapatınca akrabaların yanına geçtik, orada çalışmaya devam ettik. Bu dükkân kayınçomun, 40 senedir burada. Çocukluk zamanında buraya gelmiş. Ben de 99 depreminden sonra burada çalışmaya başladım.
“Şu anda Anadolu'dan gelen insanlarla zengin, işin ne olduğunu bilenler yaptırıyor. Pamuğu bilen var, onlar yaptırıyor. Çeyiz yorganı çok yapıyoruz. Yününü yıkayıp getirenler de oluyor. Yorgan, yatak, yastık; hepsini de yapıyoruz. Bizim pamukçumuz var. O gider alır, kilosu 12 buçuk, 13 liradan bize satar. Biz de darası filan çıkınca 22,5-25 liraya satıyoruz. Yorganda pek bırakmıyor. Zaten 3-3,5 kilo pamuk koyuyoruz.
“Aslında 2 çeşit pamuk var. iyisi doğrudan fabrikalara gidiyor. Onlardan kalanı da ikinci kalite, 'tarama' deniliyor. Ama tabii, öbürkü iyi pamuk, kozadan çıktığı gibi. Günlük kullanılan yorganlar 150 liradan 220 liraya kadar; pamuğuna göre. İpekler 300 liradan başlıyor 1000 liraya kadar var. Tabii onu yaptıran pek yok; senede bir-iki kez 700-800 liralık yorgan yaparsak yaparız.
“Buraya yeni geldiğim zamanlar bir yorgan vardı. 4-5 sene duvarda kaldı, usta da onu satmadı. Sonra sahibi olan kadın geldi, 'ben cezaevindeydim' dedi ve yorganı alıp gitti. Bir keresinde de büyük abimler müşteriye yatak dikerken içinde kedi unutmuşlar. Yatağı en son düğmelerlerken kedi bağırmış da öyle çıkarmışlar. Benim öyle enteresan bir şeyim olmadı.
“Gittiği yere kadar yapacağım bu işi. İnsanlar yeniden pamuğa dönecekler ama bu kez de bizi bulamayacaklar...”