Restoran bahçesinde 80 yıllık kulübe, kulübede 55 yıllık bir berber
Antalya'daki tarihi Zincirli Han'ın bahçesinde ufak bir kulübe yer alıyor. Avludan içeriye girince restoranın garsonları sizi karşılıyor. Ama biz yemeğe değil, tıraşa geldik. Üstelik bu dükkândaki tıraşlardan biri, bir aile faciasını da önlemiş...
DUVAR - Berberlerle özel bir ilişkim vardır; ama bunu genelde onlar bilmezler. Severek gittiğim berberlerden bile zamanla sıkılırım, gittikçe artan samimiyetin verdiği güvenle sohbet arsızlaşmaya başlayınca başka bir tıraş yeri ararım. Bazen “kafama göre” bir yer bulmam uzun sürer, kendi kendimin berberi olurum. Ama daha tam olarak her şeyiyle memnun kaldığım bir berbere denk gelemedim: Tıraşı güzel yapanın çenesi çok olurdu, iki saat süren tıraş katlanılmaz hale gelirdi. Sohbeti iyi olanın tıraşı iyi olmazdı. Kıramazdım da, bir süre daha devam ederdim. Sonra utanarak başka bir yer bulurdum kendime.
Ama eski tip berberler ne olursa olsun hep ilgimi çekmiştir. Eski görünmek için çaba sarf etmeyen, öyle olduğu için öyle görünen yerler özellikle. Antalya'nın merkezindeki tarihi Zincirli Han'ın avlusunda bulunan berber dükkânı da bu tip yerlerden biri. Dükkân dedim ama aslında burası bir kulübe; ta 1938'de inşa edilmiş. Uzun yıllar da ayakkabıcılık yapılmış bu kulübede.
Hanın bahçesinde uzun yıllar bir kahvehane işletilmiş. Üç tane çınar ağacı ve bunların gölgesi de buraya eşlik etmiş. Zamanla çınarlar kurumuş, kahvehane restoran olmuş. Ama kulübe hep yerinde kalmış. Antalya'nın rehberlere giren lüks bir restoranının bahçesinde bir berber dükkânı olarak hayatını sürdürmekte...
Bu kulübedeki ayakkabı ustası vefat edince doğma büyüme Antalyalı Vedat Çakıl idareten burayı kiralamış. Ama hâlâ aynı yerde berberliğe devam ediyor. Mesleğe 1962 yılında rahmetli ustası Ünal Tekşener'in yanında çırak olarak başlamış Vedat Çakıl. “İlkokuldan hemen sonraydı. Bir yıl içerisinde kalfa oldum orada. Uzun bir süre çalıştım,” diye söze başlayan Çakıl “75'te kendi dükkânımı açtım. İlk yıllarda her kesimden müşterim vardı. Tabii artık ben de yaşlandım, bizim emsallere hitap ediyorum. Çoğu telefon edip geliyor. Hayat mücadelesi, çalışmaya hâlâ devam ediyorum. 2001 yılında Bağ-Kur'dan emekli oldum ama dışarıda fazla bir faaliyetim olmadığı için işe devam ediyorum,” diye sürdürüyor konuşmasını.
Onun yaptığı berberlik bir alışkanlığın, geleneğin sürdürülmesi. Vedat Çakıl da “Tanıdık müşteriler bırakmıyor, 'evde de olsan geleceğiz, sana tıraş olacağız' diyorlar. Madem öyle, elim ayağım tuttuğu müddetçe buraya geleceğim. Artık biraz da hobi gibi devam ediyorum. Eskisi gibi çalışacak vaziyette de değilim, kuvvetim yok zaten. Rölantide devam ediyorum,” diyor bu durum için.
İlkokul sonrası çalışmak zorunda kalan çoğu insanın aksine Vedat Çakıl maddi imkansızlıktan başlamamış bu işe. “50-60 sene önce okumanın bu kadar kıymeti yoktu. Rahmetli babam ortaokul için öğretmenlik okulu sınavına götürmüştü beni ama çalışacağım, gezeceğim diye okumaya heves etmedim. İçimizden bir tane kardeşimiz okudu, doktor oldu. Bizim o şartlarda esnaflık daha iyiydi. Akşama kadar çalışıyorduk ama kazandığımız parayı harcamakla bitiremiyorduk. İzmir fuarları, Antalyaspor'un peşinde takılma, buradaki gazinolarda eğlenme... Yine aynı kazançla evlendim, düğünümü yaptım; her şeye ziyadesiyle yetiyordu kazancım. Hem serbest meslek, daha rahat gezip tozuyorduk. Ama bu devirde okumak hem daha önemli, hem de daha iyi,” diye anlatıyor Vedat Usta ve ekliyor: “Yalnız şimdi de 4+4+4 sistemini getirdiler, o yüzden bizim gibi işlere çırak bulunmuyor artık.”
Kendi dükkânını askerden dönünce açıyor Vedat Çakıl. Askerdeki durumu nedeniyle açması daha kolay oluyor belki de: “Askerde berberlik dolayısıyla çok rahat ettim. Maddi yönden hiç sıkıntım olmadı. Babamlardan para almadığım gibi sivilde de yeyip içip yaşıyordum. Her gün kazanıyordum, o kadar rahattım. Şu an oraya gönderseler gene giderim. Oranın şartları güzeldi. Geldik hayat mücadelesine atıldık.
“Dükkânı açtığım zaman burada kahvehane vardı. Orası burayı çok kalabalıklaştırıyordu. Burası tarihi Zincirli Han diye geçiyor. Kazalardan gelenler burada akşamlarmış. Burası benden önce ayakkabıcıydı. Onun sahibi vefat edince burası bir süre boş kaldı. Benim dükkânım da o zamanlar karşıdaydı; 2 koltuğum vardı. Orası satılınca ben buraya idareten geldim. Geldim ama baktım burada işler iyi, kaldık öyle. Şimdi de artık uzatmaları oynuyoruz.
“75'lerde Antalya ufak bir Anadolu kazası gibiydi. Sonra 85 yıllarında büyük atılım geldi, Antalya'da turizm patladı. Turizm gelince her şey lüks oldu. Turizme yönelik iş yapan esnaflar çoğaldı, Antalya çok göç aldı, büyüdü. 75'lerde 30-40 binlerdeydi nüfus, 40 senede 2 milyona geldi; hâlâ da yükseliyor.
“Şu an turizm eskisi gibi olmasa da burada tıraş olan bir yabancı turist ertesi gelişinde muhakkak burayı arar bulur yine. Yabancılardan bile abonelerim var. Ben eski usule göre tıraş ediyorum, makas tıraşı yapıyorum. Bunun hastası olan bulduğu zaman ayrılamıyor. Şimdiki modeller hep makineyle geçiliyor. Mesela, düz enseler yapardık, makasla böyle tık, tık, tık işlerdik. Ense tıraşları çıkarırdık o zaman. Biraz yaşlı kesim dikkat ediyor ona. Eskiden enseler parlardı; gölgeli enseler, naturel enseler...
“Şimdi uzun bir zaman geçmeden yeni bir model çıkıyor. Ben ona ayak uyduramıyorum. Bizim gençliğimizde de modeller çıkardı, genelde yurt dışından gelirdi. Hippi modası vardı; İngiliz müzik grubu Beatles'ın saç modeli vardı, böyle uzun saçlar, kulak gözükmezdi; sonra İtalyan modeli çıktı; uzun favoriler vardı... O zamanki gençliğe ben de uyuyordum. Bir fotoğrafım var, yüzümü zor tanırsın!”
Artık o hareketlilik yok; zaten genç müşterisi yok Vedat Çakıl'ın. Belki de yıllar sonra en genç olarak beni tıraş etmiştir: “Buraya eski usulden bilen, kabul eden, bir geliyor, tıraşını oluyor, ufak tefek sohbetini de yapıyor. Üç tip berber var zaten: Hızlı tıraş eden, normal tıraş eden ve tıraşı uzatan. Hızlılar 15 dakikada saç, sakal keserler. Berberi, sohbeti sevmeyenler buraları tercih ederler. Tıraşı uzatanlar ise uçağı kaçıracağım deseniz bile acele etmezler. Onların tıraşı en az 2 saat sürer; 4 saat tıraş edeni biliyorum. Ben normal hızda kesiyorum; yarım saat, bir saat arasında.”
Aynasında çok sevdiği, hâlâ özlemle andığı askerlik yıllarından ve bir de Ahmet Mekin'le yan yana olduğu birer fotoğraf var: “Ahmet Mekin'in kızları burada, kendisi Göcek'te yaşıyor. Senede 1-2 ay burada kalıyor. Geldiğinde mutlaka uğrar. Ama son dönemde bir diziye başladı, sakal bıraktı; sakal tıraşını unuttu. Geçen sene o yüzden pek göremedim; yolda belde bir, iki sefer karşılaştık.”
Turizmin azalması Vedat Çakıl'ı da etkilemiş: “Etkilemez olur mu! Eskiden bir gün dursan diğer gün mutlaka bir turist gelirdi tıraş olmaya. Bu sene haftada bir gün gelen olursa oluyor. Batılı turist gelmiyor. Benim kaç tane Alman, İsveçli, Danimarkalı müşterim vardı. Onlar gelmiyorlar. İranlı olsun, Araplar olsun, Ukraynalı olsun geliyorlar ama onlar da tıraş olmuyorlar.”
Vedat Çakıl'ın bir de unutamadığı tıraşı var: “Bir pazar günüydü. Dükkâna o gün tesadüfen gelmiştim. Bir kişi geldi ama nasıl! Gözleri bile zor görünüyor saçtan, sakaldan. Taş devri insanı gibiydi. Geldi, beni yakaladı 'illaki tıraş edeceksin beni.' Ben 'yok' diyorum 'pazar günü kapalıyım.' 'Hayır' dedi, 'tıraş edeceksin, büyük bir aile faciasını önleyeceksin.' Karısı ile tartışmışlar. Eşi demiş 'şimdi tıraş olursan ol, yoksa boşanacağız.' Artık onu gözyaşları içerisinde saçını, sakalını kestim. O kadar çok ağladı ki adam! Üstelik adam mimardı; elit, yüksek bir kişi. Tıraş bitince 'iyi' dedi 'bir yuvayı kurtardın! Karar vermekte zorlanıyordum. Sana rastlamasam olmazdı.' Ondan sonra bir daha görmedim onu.”
Vedat Çakıl'ın pişmanlığı ise eski usturalarını elden çıkarmak olmuş. “Hatıra, örnek olsun diye bari bir tanesini elimde tutsaydım,” diyor. Lüle taşına desen işleyenlere yüksek bedellere satmış. Ama şimdi o çelik usturaları geri getirmesi zormuş. Hayat da böyle, zamanın içinde geçip giden hiçbir şey geri gelmiyor; ama yok olmuyor da. Tıpkı Vedat Çakıl'ın ufak dükkânı gibi hatırasıyla var olmayı sürdürüyor...
Not: Bu yazı vesilesiyle zamanında sevgili Tanıl Bora ile hazırladığımız Bir Berber Bir Berbere... adlı kitabı da anmak isterim. Orada da berberliğin tarihinden sohbetine, edebiyatından siyasetine dair Hasan Ali Toptaş, Barış Bıçakçı, Ercan Kesal, Ahmet Büke gibi isimlerin kaleminden çıkma yazılar mevcut...