Eşyaların 'sadece' parayla satılmadığı 2. el dükkânı
Nurhani Çoksoylu eskicilik de yapan bir diş teknisyeni. Hobi olarak başladığı eskiciliği, ihtiyaç sahibi insanlara ücretsiz eşya temin ettiği bir ağa çevirmiş...
DUVAR - 1972 yılında Nevşehir'de dünyaya gelen Nurhani Çoksoylu'nun asıl işi diş teknisyenliği. Ama insanlara faydalı olmak amacıyla ihtiyacı olan insanlara her türlü eşyayı ücretsiz temin etmeye çalışıyor:
“İlk önce kendimizden vererek başladı, sonra insanlar da yardım etti. Bir gün 3-4 öğrencinin birlikte kaldığı bir eve eşya götürdüm. Öğrenciler birlikte kalıyor ama eşyaları içlerinden biri alıp odasına koyuyor. Başka odalardan birine bakmıştım, yerde bir güneşlik ve onun üzerinde de bir yastık var. Güneşliği yatak etmiş kendine. 'Burası kimin odası' diye sordum. 'Abi benim odam' dedi birisi. 'Burada niye bir şey yok' diye sordum. 'Ailem para gönderemedi, yapacak bir şey yok' dedi. Bir de karton koymuş altına. O durum beni vicdanen rahatsız etti. Çünkü dükkânımda yatağım çok. Belki 20 tane yatak var depomda. Gece 12 buçuk, bir gibi kendimi çok rahatsız hissettim ve bir tane yatak alıp o öğrenciye götürdüm. Onun mutluluğunu görmek beni de çok mutlu etti,” diye anlatıyor bu paylaşım ağının nasıl örülmeye başladığını Nurhani Çoksoylu.
“1990 yılında İstanbul'a sadece 3 tane çuvalla geldik. İçinde elbiselerimiz var. Bir oda bile bulsan kalmak için o haldeyken bile bir halıya, kilime, yatağa ihtiyacın var. Bu yokluğu gördüğüm için durumu olmayan insanların ihtiyaçlarını bilebiliyorum. Elinizde yoksa alamazsınız,” diyen Çoksoylu neden İstanbul'a o halde geldiklerini ise şöyle anlatıyor:
“77 yılının kasım ayında Nevşehir'de doğdum. İlkokul üçüncü sınıfa kadar Nevşehir'deydik. Sonra Aydın'a taşındık ve iki sene de orada kaldık. Babam macera seven bir insandı. Hayatı boyunca şakayı, eğlenmeyi, yaşamayı çok severdi. Asıl mesleği fırıncılıktır. Ama Aydın'da kıraathane işletti, İstanbul'da da benim şu an yaptığım işi yaptı.
Aydın'da yaşarken bir gün İstanbul'a gezmeye gitti babam ve orada kaldı. Bir yer hoşuna gitsin, 'ben burada kaldım; gelin' der. Oradaki eşyaları dağıttık çünkü buraya geldiğimizde ortada bir ev filan yoktu. Babam ev tutmamış. Bir aile dostumuz, akraba bile değil, bizde misafir olursunuz dedi. Babam da dedi, siz gelin burada eşya çok, hiçbir şey getirmeye gerek yok; biz de evdeki duvar saatimize varana kadar ihtiyaç sahiplerine verdik tüm eşyaları ve buraya geldik.”
İstanbul'a geldiğinden bir yandan okuyan, bir yandan da çalışan Nurhani Çoksoylu, “kendimi bildim bileli çalışırım. Eskiden Altıyol'da telefon kulübeleri vardı, orada jeton satardım. Kendi harçlığımı çıkarmayı ve aileye katkı yapmayı çocukluğumdan beri yaşıyorum,” diyor. Diş teknisyeni olması ise bilinçli yaptığı bir tercih değilmiş. Oğlunun özelliklerini iyi bilen annesinin, “senin el becerin var, bu işin de geleceği” tavsiyesiyle olmuş.
Diş teknisyeni olmuş Nurhani Çoksoylu ama başka bir şeyle de uğraşmak istiyormuş: “Bu işe hobi olarak başladım, aslında halen de öyle devam ediyor. İşyerim hemen karşıda, akşam 6'dan sonra buraya geliyorum. Burayla eşim ilgileniyor, onun yeri. Bu dükkân boştu. Bir şeylerle ilgilenmek istiyordum, eşim de evde olduğundan sıkılıyordu. Beraber düşündük ne yapabiliriz diye. İşin bu noktalara geleceğini hiç tahmin etmedik.”
Sonrasında işin içine iyiden iyiye girmesine de “kan çekiyor sanırım” diyor çünkü Nevşehirlilerin çoğu bu işi yaparmış; abisi de dahil. Sonrasında da iş olmaktan çıkıp, ilk başta anlattığı öğrenci evindeki durumdan sonra başka bir şeye dönüşmüş: “İçinizden gelen bir iyilik vardır, o sizi bir şeyler yapmaya zorluyor çünkü vicdanınız rahat etmiyor. İhtiyaç sahibi birisiyle yüzleşince ve sizin de onun ihtiyacını giderebilecek durumunuz varsa, onu öyle bırakmak sizi rahatsız ediyor. O rahatsızlık da onun ihtiyacını gidermenize neden oluyor. Böyle başladı yani.”
İlk başlarda Nurhani Bey ve eşi kendi imkanlarıyla bir takım ihtiyaçları karşılamaya çalışırken, sonradan bu durumun duyulmasıyla birlikte, ihtiyaç fazlası eşyanın, ihtiyaç sahibi kimseye ulaşmasına da aracılık eder olmuşlar. Bir defterleri var. İnsanlar gelip neye ihtiyaçları olduklarını buraya yazdırıyorlar. O eşya bulunduğu an da not edilen kişiye haber veriliyor. “Alışveriş yaptığım, görüştüğüm herkese söylüyorum: Çevrenizde ihtiyacı olduğunu düşündüğünüz herkesi buraya yönlendirin. Burası açık olduğu sürece elimden geleni yapmaya çalışırım,” diyor Nurhani Çoksoylu.
Nurhani Bey ve eşinin bu işe başladıklarında en çok şaşırdıkları nokta, irili ufaklı her eşyanın parayla alınıp satılması olmuş. Diyorlar ki, “Bazen insanlar bütün eşyalarını satıp gidiyorlar. Geride çeyizlik eşyalarından paketi açılmamış makarnaya her şeyi bırakıyorlar. Biz bunları dükkâna getirdiğimizde insanların tül, askılık, çaydanlık, tabak gibi şeylerin fiyatını sorduklarını gördük. O eşyaları para karşılığı vermeye utandık. Bize garip geldi. İkinci bir etken de bu oldu,” diyorlar eşyaların mümkün olduğunca ücretsiz sahiplendirilmesi hakkında.
Taşı toprağı para olan İstanbul'da buna inanmakta güçlük çekenler de oluyormuş: “Bir gün bir öğrenci geldi, 'abi ütü var mı' diye sordu. Var, dedim bir tane ütü verdim. 'Ne kadar' dedi, 'satılık değil' dedim. Şöyle bir kaldı, 'kiralıyor musunuz' dedi. 'Yok kardeşim, ücretsiz veriyorum, götürebilirsin' dedim. 'Abi ciddi misin, gidiyorum bak' diyor. 'Güle güle' diyorum. Biraz ilerliyor, 'abi bana şaka yapmıyorsun, değil mi' diyor. Bizi zarara uğratmayacak, ufak tefek bir şeyse anında verip gönderiyorum. Ama insanlar alışmamışlar buna, gariplerine gidiyor.”
Nurhani Çoksoylu “zarara uğratmamak” kısmını şöyle anlatıyor: “Parayla aldığım bir ürünü parayla satıyorum. Sonuçta buranın kendi kendini çevirmesi lazım. Mesela, birisi buzdolabını vermek istiyor. Onun aldım ve birisine götürdüm. Nakliyesini sayma, taşıması 100 lira tutuyor. Bunu sürekli yapamam. Ya da kimisi diyor ki, gardırobumu vereceğim. Gidip bakıyorum, 4 kapılı bir dolap. Onu sökmesi için marangoz lazım. 100 liraya yapıyor. 100 lira da kurdurması, eder 200 lira. 50'şerden 100 lira da toplam hamaliye masrafı desen sadece 300 lira alıp bir yerden bir yere götürmesi. Bunu anlatıyorum insanlara. Kabul ederlerse ne âlâ. Ben aracı oluyorum. Ama onun dışında ufak eşyalar, giysiler her zaman gelip alınabilir.”
Şunu da ardından ekliyor: “Engelli insanlar ve çocukların kullanacağı eşyaları hiçbir şekilde para ile satmam. Bana bunu para ile satmak isteyen olduğunda da ihtiyaç sahibi birisine vermesini, bunun için de kendisine yardım edeceğimi söylüyorum. Çünkü bunlar keyfe keder kullanılan eşyalar değil.”
Nurhani Çoksoylu'nun dükkânını hareketli gören bazı çevre esnafı gelip “ben de eskicilik yapacağım” diyorlarmış. “Sanıyorlar ki her gelenle parasal bir ilişkimiz var,” diyor Nurhani Bey ve devam ediyor: “kimisi de 'böyle esnaflık mı olur, sen bunları niye parasız veriyorsun' diyor. 'O yazıyı kaldır oradan, başını insanlardan alamazsın' diyorlar 'boş insanlarla uğraşmayı ne kadar seviyorsun.' O senin hayat görüşün, senin boşluğun.”
Nurhani Çoksoylu, para ile sattığı eşyalarda da hassas davranıyor, arkasını bırakmıyor. Sattığı bir eşyanın en az 2-3 sene sorunsuz çalışmasına gayret ediyor. Bunun için de eline gelen tüm eşyaları anlaştığı bir servise götürüyor, gerekli eksiklikleri tamamlıyor ve servisten aldığı 3 ay garanti süresini müşteriye söylüyor. “İkinci el piyasasında kimse bu garantiyi vermez,” diyor “Bizden eşya alan insanlar ya kıt kanaat geçinenler ya da öğrenciler. Amortisörü bozuk bir çamaşır makinesini satsam hemen arıza yapmaz. Ama altı ay içerisinde yavaş yavaş bozulur ve çalışmaz hale gelir. Bunu bilerek o eşyayı o halde satamam. Servise götürüp yaptırırım.”
Sadece bu da değil. Diyelim bir çamaşır makinesi ya da ocak sattı. Önceleri herkes gibi eşyayı bırakıp geliyormuş. Fakat set üstü ocak sattığı bir öğrenciyi bir hafta sonra görüp ocağın durumunu sorunca aldığı yanıt üzerine öyle yapmamaya başlamış: “Abi henüz bağlatamadım. 75 lira istediler, dedi. Şu an ona ayıracak bütçem yok, bir haftadır öyle bekliyor, dedi. Tamam, dedim, akşam gelip yapalım. Ondan sonra eşyaları öylece bırakıp gelmemeye, çalışmaya hazır hale getirmeye başladım. İnsanlar rencide olmasınlar diye para isterler filan demiyordum. 'Ben bağlayayım, kontrolünü yapayım da içim rahat etsin' diyorum."
“Kimse fırsatçılık yapmasın. Para kolay kazanılmıyor, bir çocuk kolay okutulmuyor,” diyen Nurhani Çoksoylu “Burada bir komşumuz var, yalnız yaşayan bir bayan. Bir gün benden iki tane yatak almak istedi. Çatı katında kalıyor, evini biliyorum, oraya iki yatak sığmaz. Sordum ne için istediğini, misafiri gelecekmiş. Buradan götür, işin bitince getirirsin dedim. Tabii taşıdık yukarıya. Eve girince baktım, mutfağın, banyonun lambası yanmıyor. Kontrol kalemi, pense filan sordum, kablo kopmuş onu tamir edip bağladım. 'Allah senden razı olsun,' dedi 'elektrikçi çağırmıştım, 100 lira istedi bu iş için' dedi. Bunlar beni rahatsız ediyor. Herkes emeğinin hakkını alsın; ama o kadar, fazlasını değil,” diye anlatıyor.
Çok söylediğimiz bir laf vardır: Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Buna benzer şekilde “İyi olmak önemli değil. İyi olmamın tek başına bir faydası yok,” diyor Nurhani Çoksoylu “Ne kadar faydalı olursam, o kadar iyi olurum. Oturduğum yerden iyi şeyler düşünmem yetmez. Bu iyiliği başkasına faydaya dönüştürmezsem o zaman sadece ‘kendime iyi’ olurum.”
Nurhani Çoksoylu'nun dükkânının ismi "Karınca." Kadıköy'de, Söğütlüçeşme ile Yeldeğirmeni arasında bir yerde. Olur da çevrenizde ihtiyaç sahibi olduğunu düşündüğünüz biri varsa haber edin; ya da size fazla gelen kullanmadığınız eşyalarınızı buraya haber verin ki ona ihtiyaç duyan birisi onu kullanabilsin. Alın, verin; insanlığa can verin!