Ben û Sen’in Ramazan Abê'si

Ben û Sen, Diyarbakır’ın en eski meyhanelerinden biri. Yirmi iki yıl önce ayağında terliklerle burada komi olarak çalışmaya başlayan Ramazan da bu mekânın en eski emektarıdır. Bir gün Orhan Pamuk girer Ben û Sen’in kapısından. Herkes ayağa kalkıp alkışlayınca Ramazan, içeri giren adamın milletvekili olduğunu düşünür. Bu kadar edebiyattan uzak olan Ramazan’ın çalıştığı Ben û Sen, edebiyatçıların uğrak yeri olmaya devam ediyor.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - “Xoş geldın abê” (Hoş geldin abi). Kimi mekânlarda karşılaştığınız o ağır hoş geldin seremonisi yoktur bu sesin sahibinde. Elini uzatır, tokalaşırsın. İnşaat işçilerinin elleri gibidir elleri. Kalın parmaklar, küreği yeni bırakmış gibi terli bir avuç. Yanınızda tanımadığı bir kadın arkadaşınız varsa, tokalaşmak için elini uzatmaz ona. Hamle karşı taraftan gelecek olursa uzatır utangaç elini. Bir masa gösterir. Ama sadece gösterir. Başka boş masalar varsa tercih senindir. Yanında duruşuyla bunu hissettirir.

Yıllardır böyle karşılıyor beni Ramazan. Biraz tanışıyorsanız, sizi de böyle karşılar. Üç aşağı beş yukarı, ne yiyip içeceğinizi bilir. Yine de sorar nezaketen. Kısa sürede masa tamam olur. Bardağınıza su doldururken, mekân kalabalıksa, omzunuzda Ramazan’ın gövdesini hissedersiniz. Bu, kapıdan girdiğinizde duyduğunuz “Xoş geldın abê” gibi samimiyetten kaynaklanan bir teklifsizliktir. Bu samimiyet, kadehler ve saatler devrildikçe sürer gider.

'BEN Û SEN' DİYE BİR YER

Ben û Sen Meyhanesi

Ben û Sen (Ben ve Sen) Diyarbakır’ın en eski meyhanelerinden biridir. İçinde bulunduğu sokak için eskiler hâlâ “pavyonlar sokağı” der. Sokak eskiden nasıl bir yerdi, bilmiyorum. Şimdi İnsan Hakları Derneği (İHD) ile bir özel hastane ile biliniyor sokak. İçkili mekânlar zamanla kapanıp gitmiş, geriye Ben û Sen ile bir iki yer daha kalmış.

Ben û Sen’e ilk ne zaman gittim, hatırlamıyorum. Gazeteciliğe başladığım, şiirlerimin yayımlandığı 90’lı yılların sonunda sık sık geliyordum Diyarbakır’a. Bu gelişlerimden birinde keşfetmiş olmalıyım. Peki, beni kim tanıştırdı Ben û Sen ile diye düşünürken şair abêm Hicri İzgören’den başkası gelmiyor aklıma. Çünkü o yıllarda Diyarbakır’a geldiğimde görüşmeden İstanbul’a dönmediğim ender insanlardan biriydi o.

Ahım şahım bir yer değildi Ben û Sen. Müdavimleri avukatlar, doktorlar, öğretmenlerdi daha çok. Elbette, kentin sanatçıları da devam ederdi buraya. Son yıllarını Diyarbakır’da geçiren Veysel Öngören ile şair İhsan Fikret Biçici, en ağır müşterisiydi Ben û Sen’in. O vakitler genç olan şair ve yazarlar, bu iki ismin masasında bulundukları için ne kadar şanslı olduklarını hâlâ söylerler.

YOKSULLUK BÜYÜK DERT

Bu masaların en yakın tanığı ise 22 yıldır Ben û Sen’de çalışan Ramazan Aydın’dır.

Ramazan Aydın, 1966 yılında Diyarbakır’ın Dicle ilçesine bağlı şimdiki adı Kırkpınar olan Hêrîda köyünde doğdu. Aile yoksul olduğu için ilkokulu bitirdikten sonra okula devam edemedi. Okula gittiği yılları anlatırken, “Kalemtraşım yoktu, kalemin ucunu taşla sivriltiyordum” diyor Ramazan.

Yoksulluk büyük bir dert elbette. Ama Ramazan’ın bir de yakılmış bir köyü vardır artık. Daha 19 yaşındayken evlenmiş, vaktinde askere gidip gelmiş, inşaatlarda çalışmak üzere gurbete gitmiştir Ramazan. “Devlet köyü boşalttı, yaktı. Dicle’ye geldi babam, iki ay kaldılar burada. Ev bulamayınca Diyarbakır’a gelmek zorunda kaldı. Saraykapı’da ev tuttu.” Ramazan, Diyarbakır’a döndükten sonra uzun yıllar Saraykapı’daki bu evde yaşayacaktır.

MOSKOVA’DA GAZ VE COP

Erken yaşta evlenince elinin ekmek tutması gerekiyor elbette. Ramazan okul okumamış ve başka bir iş deneyimi de olmayınca inşaatlarda işçi olarak çalışmaya başlıyor. “İzmir’de 4 yıl çalıştım. Menderes Havaalanı’nın orada Bulgar göçmenler için konut yapılıyordu, orada çalıştım.”

Buradaki iş bitince Muğla’da, termik santral inşaatında çalışmaya başlayan Ramazan, aldığı ücretten memnun değildir. Bu sırada gelen iş teklifine tereddütsüz evet diyor. Büyük bir hastanenin inşaatında çalışmak üzere Moskova’ya gidiyor.

Moskova’da 4 yıl kalıyor Ramazan. Ancak burada da hak ettiği ücreti almak konusunda sorunlar yaşamaya başlıyor. Şirketten para alamayınca Diyarbakır’daki ailesine de katkıda bulunamıyor. Diyarbakır’dakiler ise Ramazan’ın Moskova’da keyif çattığını düşünüyorlar. “Bana diyorlar ‘biz burada açız sen orada keyif yapıyorsun.’ Bilmiyorlar ki 6 aydır bir kuruş alamamışım.”

Bundan sonra Ramazan ve arkadaşları Moskova’da greve gidiyor. Grev 45 gün sürüyor. Ramazan, “Orada da gaz yedik, cop yedik. Sonra da postaladılar bizi” diyor.

SEVENLER’DEN BEN U SEN’E

Ramazan, Moskova’dan hasretin yanı sıra bir grev deneyimiyle dönüyor Diyarbakır’a. “Geldik ama iş yok güç yok” diyor Ramazan. Bir arkadaşı Pavyonlar Sokağı’ndaki Sevenler Birahanesi’nin bir komiye ihtiyacı olduğunu söylüyor. “Başka iş olmayınca mecburen gittim orada çalışmaya başladım” diyor Ramazan.

Birahanede çalışmak çok tercih ettiği bir iş değildir ama yaklaşık 2 yıl burada çalışıyor. “Burası kapanınca, Ben û Sen’de komi lazım dediler. Oraya gittim. Buranın eski sahibi Muharrem’di. Onunla konuştum. O zaman ayak tırnağım etime batıyordu ve ayakkabı giyemiyordum. Dedim, ‘terlikle çalışırım’, Muharrem dedi ‘Olmaz.’ Aslında haklıydı. Burası bir mekân, doktorlar, mühendisler daha kimler geliyor. Terlikle komi olmaz ki. Ama Muharrem beni sevdi herhalde, terlikle çalışmama izin verdi. Bir süre terlikle çalıştım, baktım ayıp oluyor, ayakkabı giymeye başladım.”

Terlikle ayak bastığı Ben û Sen’de 22 yıl geçirdi Ramazan. Eski günleri hatırlarken şunları anlatıyor: “Eskiden sabah saat 7’de açıyordum Ben û Sen’i. O saatte içen insanlar vardı. İşe gitmeden bir iki kadeh bir şey içip gidiyorlar, öğlen tatilinde yine geliyorlardı. Akşam iş saatinden sonra zaten buraya geliyorlardı.”

KİMLER GELDİ KİMLER GEÇTİ

Adlarını yazmamı istemediği böyle müdavimleri varmış Ben û Sen’in. Ama bir de yazarları sanatçıları vardı. Onların masasını da anlatsın istiyorum Ramazan’dan. Veysel Öngören’i anlatıyor. Veysel Öngören ki yeterince kıymeti bilinmemiş yazar, eleştirmen, şair ve tiyatrocudur. Yıllar sonra Devlet Tiyatrosu’nda çalışmak üzere Diyarbakır’a döndüğünde elbette etrafında daha çok tiyatrocular vardır. “O çok iyiydi” diyor Ramazan, “Masası her zaman kalabalıktı.”

Birkaç yıl önce yitirdiğimiz avukat ve şair İhsan Fikret Biçici için de benzer şeyler anlatıyor Ramazan. Çok cömert olduğunu ise şu sözlerle anlatıyor: “Onun masasında ondan başka kimse hesap vermezdi. Garsonlara da her zaman iyi davranırdı. İyi bahşiş bırakırdı, çünkü diyordu ‘Bu çocuklar bize hizmet verdi’. O öldükten sonra bir gün şair Ahmet Çakmak geldi. İki bira istedi. Dedi ‘Birini karşıma koy, İhsan abêye bira ısmarlayacağım, birlikte içeceğiz.’ Ben de dedim ki, ‘Yaw sen ne zaman İhsan Abêye içki ısmarladın, hep o ısmarladı sana.”

Şu sıralar Ben û Sen’in romanını yazmaya çalışan Ahmet çakmak ise İhsan Fikret Biçici’den sonra Ben û Sen’e gidişlerini, “İhsan abiye bakmaya gidiyorum” diyerek tarif ediyor.

‘DEDİLER BU YAZARDIR’

Bir gün tanımadığı bir adam Ben û Sen’den içeri giriyor. Herkes ayağa kalkıyor, kimi alkışlayarak sevgi gösterisinde bulunuyor. Ramazan merak ediyor tabi, “Kim bu” diye soruyor. “Yazar Orhan Pamuk” cevabını alıyor.

“Ben Orhan Pamuk kimdir, ne bileyim” diyor Ramazan. “Herkes ayağa kalkıp alkışlayınca, dedim belki milletvekilidir. Yazarmış. Şurada oturdu, iki kadeh rakı içip gitti. Herkes yine ayağa kalktı, alkışladı onu.”

Orhan Pamuk bu Ben û Sen gecesini hatırlar mı bilemeyiz elbette. Ama kaç yazara nasip olur, Diyarbakır gibi bir şehirde böyle bir iltifata mazhar olmak? Bana sorarsanız Nobel ödülü almaktan daha kıymetlidir Ben û Sen’deki o alkışlar.

Ben û Sen’in duvarlarında mekânda zaman geçirmiş birçok yazarın, şairin fotoğrafı var. Ramazan, elbette çoğuyla sonradan tanışmış. “Türkücü Bedri Ayseli birkaç defa geldi” diyor Ramazan sonra, “Bir defa da İlhan Berk geldi. Yaşlıydı o” diyor. İlhan Berk’ten söz ederken, Ben û Sen’in müdavimlerinden herhangi birini anlatıyor sanki Ramazan. “Yaşlıydı” diyor, “Büyük şairdi” demiyor ve bu kulağa o kadar iyi geliyor ki.

Başka yazar ve şairler hakkında birkaç anekdot daha anlatıyor Ramazan. Ama her defasında, “Abê bunu yazmayasan” diye uyarıyor beni, “Hepsi değerlidir, ayıp olur.”

İÇKİ SUNDU AMA HİÇ İÇMEDİ

Ramazan, daha çok gençken sigara içmeye heves etmiş. Birinde babasına yakalanıyor. Babası, “Ben sigara içiyor muyum oğlum? Bence sen de içme” diyor. O sigara paketini buruşturup atan Ramazan, bir daha da içmiyor.

İçkiyi ise ağzına sürmemiş. “Rakının, şarabın, biranın tadı nasıldır bilmiyorum” diyor Ramazan. 22 yıl meyhanede komi olarak çalışıp içki içmemek olağanüstü bir durum gibi gelebilir ama işte böyle, Ramazan tezgâhın altından bir fırt çekmeden ilgileniyor müşteriyle.

Yazı boyunca Ramazan’dan hep komi olarak söz ettim. Çünkü hep komi olarak çalışmış, son birkaç yıla kadar. Ben û Sen’in sahipleri değişince, u’nun üzerine şapka gelmiş, Ramazan hariç personel değişmiş ve Ramazan son 3 yıldır garsonluğa terfi etmiş.

Yaklaşık 20 yıldır tanıdığım Ramazan kendisiyle ilgili bir de şu bilgileri paylaştı: Mekânın eski sahipleriyle hiç problem yaşamamış, şimdikilerden de “Çok iyi insanlar” diyerek memnuniyetini dile getiriyor. Ben û Sen’i hâlâ o açıyor, garsonlar, patronlar, ilk müşteriler gelinceye kadar ortalığı temizliyor, mutfağa girerek mezeleri hazırlıyor. Bir yıl sonra, ayağında terlikle girdiği Ben û Sen’den emekli olacak. Bunu çok önemsiyor, emekli olduğunda özgürlüğünü kazanacakmış gibi anlatıyor. Beş kızı bir oğlu var Ramazan’ın. Komilik yaparak hepsini okutmuş, liseden sonra üniversiteye gidemeyen çocukları için üzülüyor.