Tek suçu hocasına özenip votka içmekti...

Recep Gül, Haydarpaşa Gar Lokantası'nın en eski çalışanı. 1964'ten beri aynı ailenin işlettiği mekanın şimdiki sahibi ona “Dedemi gömdün, babamı gömdün; sıra bana mı geldi” diyor. Lokantadakilerin deyimiyle Recep Baba'nın yolu, çocukken içtiği votka nedeniyle düşmüş buraya...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Haydarpaşa Tren Garı, 2018 yılı itibariyle 100 yaşına basacak. İstanbul'un simge yapılarından biri olan ve TCDD'nin ana istasyon olarak kullandığı bu bina, gar olarak kullanılamayışının da sekizinci yılına girecek. 28 Kasım 2010'da sebebi hâlâ tam olarak bilinemeyen bir nedenle çıkan yangın sonucu tarihi çatısının tamamı yanan bina hakkında, yangının sebebi araştırılırken bilirkişi raporları doğrultusunda ortaya çıkan en çarpıcı gerçekse, yangının çıktığı tarihe kadar yani 84 yıldır çatısının hiçbir bakımdan geçmediği oldu.

1908'de İstanbul – Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilen tren garının başına gelen talihsizlik sadece bu değildi. I. Dünya Savaşı sırasında gar deposunda bulunan cephanelere 1917'de yapılan bir sabotajla çıkan yangın sonucu binanın büyük bir bölümü hasar görmüş ve yeniden onarılan bina bugünkü şeklini almıştır. 1979'da Haydarpaşa'nın açıklarında "Independenta" adlı tankerin bir gemiyle çarpışması sonucu meydana gelen patlamadan ve sıcaktan dolayı O Linneman adlı ustanın yaptığı kurşun vitraylar hasar görmüştür. 1976'da aslına uygun olarak yeniden geniş çapta onarılmış ve 1983'ün sonunda dört dış cepheyle iki kulenin restorasyonu tamamlanmıştır.

Gar binasının içindeki simgelerden biri ise Gar Lokantası. Bugün ismi "Mythos" diye geçiyor ama o sadece kağıt üstünde. Zaten 1964'ten beri aynı aile işletiyor bu lokantayı. Dededen toruna sahipliği devredilen işletmenin şimdiki sahibinin 'Dedemi gömdün, babamı gömdün; sıra bana mı geldi' diye takıldığı, lokantanın en eski çalışanı Recep Gül'den bahsedeceğim bugün.

Recep Gül

Herkesin deyimiyle Recep Baba, 1976'dan beri burada çalışıyor. Aslında çoktan emekli olmasına rağmen buraya gelmeye ve onunla özdeşleşmiş olan bar kısmında muhabbeti sürdürmeye devam ediyor. “Emekli oldum ama hâlâ buradayım; dediler 'senin kalman yeter, fazla çalışma.' Barın müşterisi hâlâ benim için geliyor. Recep Abi sen bur'daysan biz de bur'dayız' diyorlar” diye anlatıyor bu durumu Recep Gül.

'BANA BİR ŞİŞE FRUKO, BİR DE KÜÇÜK VOTKA AL'

Recep Baba, 1952 yılında Ordu'nun Ünye ilçesine bağlı Tekkiraz kazasının Koruklu Köyü'nde dünyaya gelmiş. “İlkokul 2'den 3'e geçtim. O sene bana 'okulun kantinini çalıştırabilir misin' dedi öğretmenler, 'kalem, defter, silgi, açacak, yiyecek, o zaman tahin helvası, bisküvi, ekmek gibi şeyler de alacaksın, isteyene helva ekmek, şunu bunu gibi yani öyle vereceksin.' 'İyi, peki hocam' dedim,” diye anlatmaya başlıyor Recep Baba: “Üçüncü sınıfı bu şekilde okuyorum. Yılın sonlarına doğru bir öğretmenim 'Bugün nahiyeye çıkacak mısın' diye sordu. 'Çıkacağım hocam' dedim. 'O zaman bana bir şişe Fruko, bir de küçük votka al' dedi. 'Tamam' dedim ama o ikisinin de ne olduğunu bilmiyorum.

'HOCA İÇİYORSA İYİ BİR ŞEY'

“Döndüm nahiyeden ve hocanın siparişlerini teslim ettim. Hoca gazozla votkayı aynı bardağa koyup camın kenarında içmeye başladı. Biz de dışarıdan izliyoruz. 'Ulan bu nedir acaba, biz su içiyoruz, hoca bunu içiyor' dedik arkadaşım Abdi ile. 'Hoca içiyorsa iyi bir şey' dedik. Abdi'ye dedim, yarın nahiyeye çıktığım zaman bize de alayım. 710 kuruştu o zaman votkanın şişesi.

'HOCAM, SENİN İÇTİĞİNDEN BİZ DE İÇİYORUZ'

“Ertesi gün fındık bahçesine geldik, koyduk bardaklara, biz de çekiyoruz. Bizi orada okuldan arkadaşlarımız gördü. Aralarında içkinin ne olduğunu bilenler varmış. Hemen okula gidip bizi hocaya söylemişler. Hoca 'Getirin şunları bakayım' demiş. Tabii biz kaçmak istedik ama hoca etrafımızı sardırdı. Dedi 'oğlum ne yapıyorsunuz?' 'Hocam, senin içtiğinden biz de içiyoruz, nedir bakıyoruz' filan dedik. 'Oğlum bu alkol, size yasak, öğrencisiniz siz' dedi ve sonra bizi sıra dayağına çekti.

Eskiden bilmediği şeylerin şimdi içinde...

“Arkadaşlarımız bize vuruyor ama hızlı vurmak istemiyorlar. Hoca bunu görünce 'Ahmet öyle vurulmaz' diye şak Ahmet'in eline vuruyor sopayla. Bunu gören öbür arkadaşlar daha hızlı vurmaya başladı, sıra dayağından geçtik.

'SABAH 'OKULA' DİYE ÇIKTIK İSTANBUL YOLUNA DÜŞTÜK'

“Tabii biz daha eve gelmeden arkadaşlar söylemişler 'Hoca Recep Abi'yi, Abdi Abi'yi dövdü' diye. Sonra babam da 'Oğlum niye alkol içiyorsunuz, günah değil mi' dedi, o da patlattı iki tane. Böyle olunca biz sabah okula gider gibi çıktık evden Abdi'yle ve önce nahiyeye, oradan da kazaya (Ünye) geldik. Orada İstanbul'a nasıl gideceğimizi soruyoruz. Kimi öyle diyor, kimi böyle. İnsanlar konuşurken biz dedik ki Samsun'a gidelim. 'Oradan belki daha ucuz olur' diye düşündük. Çocuk aklı işte. Geldik ama aynı fiyat söyleniyor, fark eden bir şey yok. Bu arada vakit geçiyor. Biz oradan bindik gece Ankara'ya geldik. Oradan da İstanbul'a yola çıktık. Ertesi sabah olmuştu varmamız.

'İSTANBUL'DA ABİM DE KIZDI'

“Üsküdar'a indik. Oradan sora sora Eminönü'ne geçtik. Benim dayıoğlum var, 2-3 yıl önce gelmişti, onu arıyoruz. Ama asıl abimin yanına gitmek istiyorum. Zeytinburnu'daymış o zaman. Dayıoğlunu buldum, durumu anlattım o beni abimin yanına götürdü. Bir, iki gün gezdim, dinlendim. Abimin yanında, Lâle Sineması’nda çalıştım kısa bir süre; frigo tepsisiyle satış yaptım. O zamanlar iletişim kolay değil, köye telefonla ulaşması biraz sürmüş. Bizimkiler ona durumu anlatmış. Bu kez de o kızdı. 'Ben zaten senin yanında çalışmaya gelmedim' deyip çıktım oradan.

'PARA VERECEĞİNE GEL BENDE ÇALIŞ'

“Beşiktaş'ta Köfteci Muhittin diye bir meyhane gördüm. Cebimde biraz para da var. Dedim 'şurada bir köfte yiyeyim.' Bir porsiyon yedim, doymadım. Bir tane daha söyledim. Patron dedi 'ne yapıyorsun, ben bir kişiye iki porsiyon hiç vermedim.' 'Patron,' dedim 'biraz acıktım, birkaç gündür iyi yemedim' dedim. 'O zaman köftenin yanına pilaki de verin' dedi. İki porsiyon köfte, bir de pilaki yedim. Hesabı ödeyeceğim, patron dedi 'Ulan para vereceğine gel bende çalış' dedi, 'bulaşıkçı yok, bulaşık yıka.' İş aradığımı ona da belli etmiyorum ama 'yıkarım' dedim, 'niye yıkamayayım!'

'BABA BENDE ÇOK PARA VAR'

“Çalışıyorum ama nasıl! Bulaşıkları hem hızlı hem iyi yıkıyorum. Salondan sürekli tabak taşıyorum filan. Patron dedi 'sen iyi çalışıyorsun, gel yanımda çalış madem.' Üç sene çalıştım orada. Bana kalacak güzel bir yer de gösterdiler. Parayı bulduğum zaman 'baba bende çok para var' dedim. Köyde o zaman bir yumurta 50 kuruş. Ben babama 50 lira yolladım. Babam çok sevindi bu paraya. Sonra aramızı da düzelttik. 15 günde bir mektuplar gelirdi köyden. Ben yazıyorum, onlar cevap yazıyor filan. Orada askerliğe kadar böyle devam ettim.

'EVLENDİRMEK İSTEDİLER, İSTANBUL'A GELDİM'

“Askerden dönünce köye gittim. Babam dedi 'seni evlendirelim.' Ben yok mok, 'bir İstanbul'a gideyim' dedim ve geldim Selimiye'de bir bekar odasına yerleştim. O sırada da Gar Lokantası'nda çalışan bir hemşehrimiz var. Burada çalışana ihtiyaç varmış, bana söyledi. 1976 yılıydı, o günden bugüne 41 senedir burada çalışırım. Esat Baba vardı o zaman, bana 'o kadar insanla çalıştım, senin gibisini görmedim' dedi. Kasayı bırakıyorum masaya, masadan oraya, buraya sürekli koşturuyorum. Bana herkesten 5 kuruş fazla haftalık verirdi.”

"Tek suçum votka içmekti yani" diyor Recep Baba. Ama başına gelenlerden dolayı pişman değil; başına gelenlerin kıvılcımı yakan olay diye söylüyor bunu. İstanbul'da çok fazla şey yaşamış. Gençliğindeki hızlı zamanlar, vapurdan denize düşüp evdekilere 'denize adam düştü, onu kurtardım' hikâyesi ve nicesi. Recep Baba hepsini anlatıyor; fakat bir şartı var: Onu barında ziyaret edeceksiniz. O yüzden onun izin verdiği kadarını aktarabildim.

Dileyelim, gar bir an önce eski durumuna kavuşur. Hem banliyö trenleri çalışır hem de vapurlar yanaşır hale gelir. Biz de daha sık uğrar ve Recep Baba'nın maceralarını dinlemiş oluruz...

Harem Otogarı'nın 76 yaşındaki emanetçisi Esma NineHarem Otogarı'nın 76 yaşındaki emanetçisi Esma Nine