Çukur'un 'salçalı ekmeği'
Çukur; oraya ait olanları bir şekilde orada tutuyor. "Çıktım" diyenler yine eninde sonunda kendilerini orada buluyorlar. "Ayrılık da sevdaya dahil" ise Çukur’un dışı nasıl mümkün olsun ki? Belki daha düzgün, nesnesine daha uygun bir ada ihtiyacı var Çukur’un; mesela Labirent, hatta Borges’in Labirent’i. Yani labirent olarak 'zaman'.
Sezai Koyunbakan [email protected]
DUVAR - Dizi rüya denecek bir aşkın doğuşuyla başlıyor. Belki 'şimdi'nin varolabilmesi için, geçmişin üzerine bir gölge düşmesi gerekiyor, yoksa belki de bizim hep üçe böldüğümüz zaman hep geçmişten ibarettir; şimdi ve gelecek belki de çok nadir vardırlar. Tabi 'akan' bir zaman kavrayışına ve aşırı derecede 'gelecek'in yükü altında ezilen bizlerin bu tür laflar etmesi de enteresan ama ne yapalım sonuçta bizim için ne bir 'evimiz' diyebileceğimiz Çukur’umuz ne de 'Baba' diyebileceğimiz bir İdris’imiz var.
Bizim bir Çukur’umuz, yani 'ev'imiz yok; daha duygusal ifade edelim: Bizim bir 'yuva'mız yok. Çukur her ne ise bizim onun tersi bir şeyimiz var. Eğer çukur içe çeken bir girdapsa ve dışarıya çıkışı engelliyorsa bizim sahip olduğumuz şey herkesi kendi çukurundan koparmaya adanmış bir yapı; herkesi çukurundan edip Çukur ile yanıp tutuşturan.
ÇUKUR'DAKİ KLİŞELER
Çukur’un 'klişeleri' gerçekten de klişe denebilecek şeyler; örneğin 'salçalı ekmek' gibi. Bizler ise Çukur’umuzun dışına savrulmuş durumdayız ve bizler için Çukur geçmişte değil; Çukur geçmişte değil de gelecekte olunca Vartolu’nun salçalı ekmeği gibi geçmişi kuran bir salçalı ekmeğe sahip olamıyoruz. Bizim 'anı' diye geçmişten söküp şimdiye taşıdıklarımız nesnesi olmayan bir 'umut'a maske olmaktan öte değil.
Onun için dizi ve bizler yüzümüz dönük hep aşka bakıyoruz; bir anlığına şimdi’yi varetmek için. Ne Yamaç'ın ne de Sena’nın beş gün için olsa da geçmişlerinin silindiğini izliyoruz ve aslında içimize sinmiyor yaşananlar. Rüya ile hakikat sadece 'şimdi'yi tanıdıklarından, geçmişin yükünü boşalttıklarından aşkta temas ediyorlar.
GEÇMİŞİN 'ŞİMDİ'Yİ EZİŞİ
Dizi neredeyse tamamen geçmişin 'şimdi'yi nasıl altında ezdiğine dair. Herkes geçmişteki bir hakikat anından yeniden yeniden geçiyor ve adeta aynı deneyimin içinde yeniden bir tercihte bulunuyor ve zaman sanki bir labirentin içine kapatılmış gibi kendi üzerine kapanıp duruyor.
Sena ara ara işkilleniyor durumdan; sonuçta Yamaç daha çok geçmişin üzerine gölge düşüren bir Süpermen gibi geliyor. Şimdiyi yaşamaya cesaret eden Sena sonunda bedelini öyle ağır ödüyor ki; Sena’nın geçmişini kesintiye uğratıp Sena için 'şimdi'yi yaratan Yamaç birden bire geçmişiyle birlikte, hakikat olarak açılan alana, aşkın yarattığı alana dolmaya başlıyor; bu yeni hakikatin şekli koca bir kap gibi Yamaç’ın da Sena’nın da geçmişinin içine aktığı, tüm tercihlerin geçmişe dönüp yeniden yapılacağı ve sınanacağı imkanı beraberinde getiriyor.
Herhalde nesnel bir anlamda 'zaman' denen şeye dair hiçbir zaman bir kavrayışa sahip olamayacağız. Ama insanla ilişkisinde birkaç kelime, kavram olmaya dönük birkaç kelime önerilebilir hakikat anları gibi. Şimdi’yi var eden hakikat anları... Vartolu’nun çakılı kaldığı Mihriban’ın öldürülüş anı gibi... Tüm Çukur’un o evde, Mihriban’ın ters dönmüş terliğini düzeltmek için feda edilebilecek olmasındaki gibi tüm zamanı ve mekanı kendisine bükebilecek hakikat anı gibi... Yamaç’ın henüz elini kana bulamadığı o ilk ana yeniden yeniden dönmek istemesi, Sena’nın bir defalığına olsun annesi tarafından sevilmemiş olmasını silecek sevgi an’ı için...