Paris'te başlayan aşk Alaçatı'da devam ediyor
Ebru ve Özgür Tolunay çiftinin birbirlerine 'yıldırım hızıyla' âşık olmaları, onları Paris'ten Türkiye'ye doğru tersine bir göç yoluna sürüklemiş...
DUVAR - Birkaç yıl öncesine kadar kendi halinde bir Ege köyü diyebileceğimiz Alaçatı, artık tam bir rant alanına dönüştü. Instagram'da gördüğü fotoğrafın aynısını çekilmek isteyen, bir ünlüye karşılaşmanın hesabını yapan, akşamları tamamen meyhaneye dönüşen sokaklarda öylesine eğlenen ama yerelle, insanlarla, esnafla zerre ilişki kurmadan çekip giden bir insan topluluğu akın ediyor Alaçatı'ya. Her gelen için bunları diyemeyiz; fakat çoğunluk böyle.
Neyse ki onlar kalıcı değiller. Ebru ve Özgür çifti gibi Alaçatı'ya ruhunu veren insanlar hâlâ mevcut. Ebru ve Özgür Tolunay, Alaçatı'da Alaçatı taşından inşa edilmiş Maison D'Azur isimli (Azur'un Evi) bir butik oteli işletiyorlar. Aslen Alaçatılı da değiller üstelik; İstanbul'da büyümüşler ve Paris'te yaşarken buraya gelmeye karar vermişler.
Paris'teki Sorbonne Üniversitesi'nde yüksek lisans ve doktora eğitimini yapan Ebru Tolunay ve ona olan aşkı nedeniyle Paris'e yerleşen Özgür Tolunay'ın hikâyesi biraz da tersine göç gibi. Dinlemeye başlayalım öyleyse...
Ebru Hanım, Zonguldak'ta doğmuş ama 3 yaşında İstanbul'a gelmiş. “Güzel ve problemsiz bir çocukluk geçirdim. Üniversiteye kadar da ailemin yanından ayrılmadım,” diyor Ebru Hanım. Özgür Bey ise bir “semt çocuğu”. Ama semtliği artık kalmamış olan Pendik'te. “Boğaziçi Üniversitesi'nde okudum,” diyen Tolunay, “Okul bitince 'dan' diye çalışma hayatına atıldım. O zamanlar çok küçük ama şimdi Türkiye'nin en büyük lojistik firmasında eleman arıyorlardı ve orada çalışmaya başladım. 9 sene orada çalıştıktan sonra Oyak grubunun nakliye bölümüne geçtim. Orada nakliye bölümünün Fransa hattıyla ilgileniyordum,” diye devam ediyor.
'FRANSA'DA HERKES BENİ 'CANE' DİYE BİLİRDİ'
Ebru Hanım ise üniversite 3. sınıftayken Erasmus'la Paris'e gidiyor ilkin. “Son sınıf için tekrar Türkiye'ye döndüm ve master, doktora için yeniden Paris'e gittim. Yüksek lisans yapmayı istiyordum fakat Türkiye'de çalışmak istediğim konu ile ilgili fazla bir şey yoktu,” diyen Ebru Hanım şöyle anlatıyor:
“Fransa'da daha özgür bir düşünce ortamı var. insanlar çalışmanıza ve çalışmak istediğiniz alana saygı duyuyor. Zaten çalışmak istediğim alan da oradaydı. Siyasaet sosyolojisi okudum masterda. Paris'teki Kürt diasporası üzerine çalıştım. Orada Ahmet Kaya Derneği var. Doğrudan mücadele içinden gelenlerin ve politik kişilerin birleştiği bir nokta. Zaten çalışma alanım oradaydı. Kürtçe de öğrendim. Şu an konuşulanları anlıyorum ama yaklaşık 4 yıldır hiç konuşmadım. Kürtçe öğrenmem zor olmadı. Ahmet Kaya Derneği'ne çok yakın bir kafe-bar'da çalışıyordum. Derneğe gelenler ve oradaki eşraf sürekli bu çalıştığım yere gelirlerdi. Ben de açıkçası bu sayede aralarına girebildim; yoksa ben püri pak Türküm. Konuyla alakam yok (gülüyor). Bir de kafenin sahibi orada çok sevilen, sayılan bir aileydi. Ayfer Abla, sahibi, bana 'cane' derdi. O yüzden mahallede herkes adımı 'cane' diye bilir. Çok keyifli, güzel günler yaşadık birlikte. Doktoraya da aynı konu üzerinden devam ettim.”
'BEN ÂŞIK OLDUM, PARİS'E YERLEŞECEĞİM'
Her ne kadar doktora yapsa da aldığı burslarla geçinmesi zor olmuştur Ebru Hanım'ın. O da part-time bir iş olarak Korozo ambalajın Paris iştirakinde çalışmaya başlamış: “Bir gün aslında hiç alanım olmayan bir takip işini yapmak zorunda kaldım. Özgür'ün ilgilendiği bir teslimat işiydi. O esnada birkaç kez telefonda görüştük. Ama patronum hep derdi 'seni Özgür'le tanıştıracağım' diye.”
Özgür Bey de “Ben de iş gereği sık sık Paris'e giderdim. Ve bir gün Ebru'nun patronuyla toplantım vardı, kendisiyle bir yemekte buluşacaktık. Ancak telefonla aradı ve hasta olduğunu söyleyip kendisinin yerine Ebru'yu gönderdi,” diyor ve ekliyor: “Yemekten sonra Paris'e dönerken yanımdaki arkadaşıma 'Ben âşık oldum, Paris'e yerleşeceğim,' dedim.” Ebru Hanım da “Ben de o akşam bir arkadaşımla buluşmuştum ve ona 'Bugün evleneceğim adamla tanıştım,' dedim,” diyor.
“Ve Türkiye'ye döndükten 2 gün sonra istifa ettim, Sorbonne Üniversitesi'nin dil okuluna kaydoldum. Türkiye'deki her şeyimi sattım ve atlayıp Paris'e yerleştim,” diye devam ediyor Özgür Bey. “Özgür'ün ilk işi şoförlüktü. Bir anda dil bilmeden gelmişti ve üst düzey bir yöneticinin şoförlüğünü yapmaya başlamıştı,” diyor Ebru hanım ve “Sonrasında işler yolunda gitti ve evlenmeye karar verdik.”
'ÖZGÜR, GELİN BURAYI SİZE VERELİM'
Tolunay çiftinin otelle tanışması ise evlilik kararı almadan önce başlamış: “Paris'te yaşarken tatil için Alaçatı'ya ve bu otele gelirdik. Burayı mülk sahipleri işletiyordu, çok tatlı yaşlı bir çift. Her yaz gele gide ahbap olmuştuk. Düğünümüzü de burada yaptık. Hatta hamileliğimde özel kekler filan yapıyorlardı. Ve biz de hep konuşurduk kendi aramızda 'Keşke Alaçatı'ya yerleşsek, biz de böyle bir otel işletsek' diye.”
Ve o çift bir gün “Özgür, madem böyle bir niyetiniz var, gelin burayı size verelim” demiş. “Olur mu, olmaz mı derken, oldu. O gün bugündür de buradayız,” diyor Özgür Bey.
“Aslında Türkiye'ye döndüğümüz dönemde orada çok rahattık,” diyor Ebru Hanım ve devam ediyor: “İkimizin de işi iyiydi, parası güzeldi. Ben her gün 4'ten sonra boştum ve çok zaman kalıyordu. Haftasonu mesaisi diye bir şey zaten yoktu, Fransa'da çok fazla tatil olurdu. O nedenle Özgür pek dönme taraftarı değildi ama ben uzun yıllardır dışarıda olmanın verdiği ruh haliyle bir 'sıla özlemi' hissettim. Mutlaka dönmem gerektiğini düşünüyordum.
Ben tekrar İstanbul'a döneriz diye düşünürken Özgür 'Ya Paris'te kalalım ya da Alaçatı'ya dönelim' dedi. O öyle dediğinde içimden 'Neyse bir İzmir'e gidelim de Özgür zaten sıkılır, İstanbul'a geçeriz' diye düşünürken ben de çok sevdim ve burada kaldık.”
'İLK MÜŞTERİMİZ GELDİĞİNDE HEYECANDAN ÖLECEKTİK'
İyi ki de kalmışlar. Ortaya oda isimlerini Fransız yazarlardan alan, kendi yapımları reçellere sahip, huzur dolu bir sokakta nefis kahvaltılar sunan, kendine has sevimli bir dekorasyonu olan Maison D'Azur Oteli çıkmış ortaya. Profesyonel otel işletmecileri olmadığı için insanı kalmış ve de öyle devam edeceğe benzer çok sıcak bir ortam yaratmışlar.
Tabii ilk başlarda her şey biraz zormuş: “Sözleşmeyi imzaladık ve dedik ki, 'Ne yaptık biz, doğru bir şey mi yaptık?' O kadar ansızın oldu ki, ilk başta ciddi bir korku yaşadık. Bir hafta kadar hiçbir şey yapmadık. Sonuçta burada yapılması gereken tadilat işleri vardı, rezervasyon kanallarına üye olmak gibi mecbur durumlar vardı. Sanıyoruz ki normal hayatımıza devam edeceğiz. Hiç algılayamadık konuyu. Sonra 'hadi,' dedik, 'başlayalım!'
“İlk müşterimizin geldiği günü hatırlıyorum, heyecandan ölecektik,” diyor Özgür Bey “Elimiz, ayağımız dolaşıyor ve gelen kişileri rahatsız edecek derecede bir ilgi gösteriyor, pamuklara sarıyorduk onları. Alaçatı'da bir sene içerisinde kapatıp giden çok yer oldu. Burada kalıcı olmak istiyorsanız en az iki sene ayakta kalmanız lazım. En azından bunu başardık. İlk başladığımız sene her şeyi kendimiz yaptık. Ebru oda temizliğine giriyordu.” “Tuvalet bile temizledim, mutfağı da temizledim, her şeyi yaptık. Söyleşiye başlamadan evvel bile mutfağı temizleyip geldim. Her gün ütü yapıyorum,” diyor Ebru Hanım.
SİMONE DE BEAUVOİR İLE SARTRE'IN KARŞILIKLI ODALARI
Ebru ve Özgür Tolunay çiftinin hayatlarında misafir hiç eksik olmamış. Belki biraz da bu yüzden bu işin altından kalkabilmeyi başarmışlar. Ama onları şaşırtan “misafirleri” de oluyormuş: “Şuna şok olmuştuk: Odaların müşteri çıktıktan sonraki hali. Evet, çok düzgün bırakanlar da var ki onlara çok teşekkür ediyoruz ama yakıp yıkıp çıkan, yatağın yerini bile değiştirenler oluyor. Bunları beklemiyorduk başlarken.”
Bu sene Alaçatı'daki küçük meydanlardan birinde ve şimdiki otele çok uzak olmayan bir yerde ikinci bir otel daha işletmeye başlamışlar: Meydan D'Azur. Her iki otelin konseptini de kendileri belirlemiş. Kitap okumayı çok seven Ebru Hanım'ın sayesinde yazar isimlerinin verildiği odalar için en dikkat ettikleri şey Simone de Beauvoir ile Jean Paul Sartre'ın odalarının hep karşılıklı olması.
Yazarlara göre odalar seçilirken bu gibi yaşanmışlıklara dikkat ediliyor: “Hem Sartre hem de Beauvoir küçük öğrenci evlerinde, arka bahçeye kalan odalarda kalmışlar. Onların odaları bizde de arka bahçeye bakan karşılıklı odalar. Benzer şekilde, Zola da Paris'te yıllarca küçük bir çatı katında yaşamış. O yüzden çatı katındaki odamızın ismi Zola oldu.”
Tabii tüm bu Fransız isimlerini telaffuz etmekte zorlanan ve “ne biçim bir isim koymuşsunuz, doğru dürüst bir isim koysaymışsınız” diyenler de olmuyor değilmiş!
OTELE 'CAN KATAN' İNSAN: OSMAN AMCA
Otelin nefis kahvaltı ortamından sonraki en büyük güzelliklerinden biri de Özgür Bey'in babası Osman Amca. Çocuklarına yardım eden ve herkesle bitmeyen enerjisi ile tek tek ilgilenen çok özel bir insan Osman Tolunay. Evet, Ebru ve Özgür çifti çok ince düşünülmüş dekorasyon tarzıyla sıcak bir ortam yaratmayı başarmışlar. Ama Osman Amca bu ortamı katlanarak artıran bir etkiye sahip. Ona da bu vesileyle selam olsun!
Son olarak, Ebru Hanım'dan Alaçatı'ya gelip de yapmadan dönmemeniz gereken tavsiyeleri sıralayalım:
-Mutlaka Çiftlikköy'de denize girsinler.
-Sabah erkenden yürüyüşe çıksınlar. Esnaf kepenk açarken, kuş sesleri eşliğinde. Akşamın kalabalığı olmaksızın, Alaçatı'nın o köy havasını hissetmek için.
-Çamlık yolda yürüyüş yapsınlar.
-Elbette seveni mutlaka sörf yapmalı.
-Dondurma yesinler.