Evin yolu
Sana söz verdim anlatmaya, bir taş ev nasıl yapılır diye. Vakit kalırsa zeytin de toplayacağız, ancak önce biraz gezinelim ister misin? Bayılırım gezmeye, bir noktadan diğerine geze geze gitmeye. Yolculuk Hayat Evi’ne: Çıkış noktası Büyükçekmece, varılacak yer Çanakkale.
Çünkü bir köprüdür Dünya, geçmektedir insanlar
Ne dilenci kalır burada ne mutluluğa ermiş hükümdar.*
Sen de uzatır mısın bazen yolunu? “Dur bu sefer o yoldan değil de şu uzun olandan gideyim.” ya da “Amaaan bugün işten çıkınca hemen gitmeyeyim eve, biraz gezineyim.” der misin? Yolculuklarında, dönüş yolunun gidiş yolundan farklı olması için çaba harcar mısın? Seçilen yol başka olunca, varılan ev de her seferinde farklı oluyor.
Sana söz verdim anlatmaya, bir taş ev nasıl yapılır diye. Vakit kalırsa zeytin de toplayacağız, ancak önce biraz gezinelim ister misin? Bayılırım gezmeye, bir noktadan diğerine geze geze gitmeye.
Yolculuk Hayat Evi’ne: Çıkış noktası Büyükçekmece, varılacak yer Çanakkale.
Daha önce hep istediğim ama izleyemediğim bir rota, İstanbul Boğazı’ndan Çanakkale Boğazı’na Trakya üzerinden ulaşmak.
Önce Mimar Sinan’ın iki kara, üç ada üzerine oturan dörtlü köprüsünü geçiyoruz. Kanuni Sultan Süleyman’a yaptırma emrini verdiği köprüyü Zigetvar Seferi’nden dönüp de görmek kısmet olmuyor. Nasıl olmuş da bugüne dek farkına varmamışım bu gerdanlığın.
Silivri ile Marmara Ereğlisi’ni geçip, güçlü bir sabah kahvaltısı yaptığımız için Tekirdağ’ın meşhur köftesi ve tarihi eserlerini başka bir güne bırakarak ilerliyoruz. Çanakkale’ye giden ana yoldan ayrılıp deniz kıyısını takip ediyoruz. Kumbağ’ı geçtikten sonra viraj, dolayısıyla manzara başlıyor. İlk durağımız Uçmakdere: Temiz hava ile berrak suyun birlikteliği bu kadar mı güzel dile dökülür. Köye gelmeden biraz önce, deniz ve göğün kavuştuğu, yamaç paraşütü atlama noktasındaki uçurumdan geçiyoruz, sen de uçmak istiyorsun. Azıcık ileriden sağa dönüp denizden içeri girdiğinde, sanki bir Karadeniz köyü ile karşı karşıya kalıyorsun. Marmara, Karadeniz ile Ege göz kırpma mesafesinde bir arada. Hafta içi ve mevsim dışı, ideal kombinasyon. Buna karşın turistik tipler; açık olan bir iki kahvede el açması gözlemelerine yumulmuş, demli çaylarını yudumluyorlar. Dur! Derin derin nefes al-ver, al-ver. Soluyor musun, kurumaya bırakılmış adaçaylarının kokusunu?
Çeşmesinden suyunu içip biraz dinlendikten sonra yola devam. Çünkü sürprizler devam edebilenlerin başına gelir hayatta. Sağ taraf kupkuru taş, kaya; sol taraf boylu boyunca deniz. Bir anda kendini Kevin Costner’ın rol aldığı Su Dünyası (Waterworld) filminin setinde buluyorsun ya da Hint Okyanusu’nda bir kıyı kasabasında. Yan yana dizilmiş bambuvari demir kazıklar sudan fırlamış, üzerlerine ahşap bir baraka kondurulmuş. Etrafta tek bir insan yok ki sorasın, nedir bu diye. Büyük olasılıkla balık tutmak için yapılmış, kazıklara yayılmış ağları olduğun yerde indirip kaldırıyor, karnını doyuruyorsun.
Yola devam, çünkü daha büyük sürprizler daha da ileri gidebilenlerin başına gelir. Köprüleri, kuleleri, camileri, kiliseleri, sarayları, kaleleri, çeşmeleri, gökdelenleri... Çok severim. Ancak iki tane yapı vardır ki açık ara hepsini geride bırakır: Yel değirmenleri ve deniz fenerleri.
İşte tam karşımızda. Her ne kadar bembeyaz gövdesine pas düşmüşse de, bütün ihtişamıyla dimdik ayakta: Hoşköy Deniz Feneri. “Zaman Makinesi” (The Time Machine-2002) filminden bir sahnedeyiz. Viktorya döneminin antik kuntik çizgileri gözümüzün önünde sergileniyor. Yıl 1861, Hüseyin Bey, fenerin gardiyanı, demir merdivenleri tırmanıyor: “Tonk, tonk, tonk…” Gaz lambasının fitilini ateşliyor.
Diğer adıyla Hora Feneri, bugün yapayalnız. Elektrik lambası ile yol göstermeye; almadan vermeye devam ediyor. Geriye kalan tek dostu, bahçesine yayılmış yüzlerce zeytin ağacı.
Bu kadar gezentilik yeter mi? Az ilerideki Mürefte’nin bağları, şarapları; aynı anda doğusunda Çanakkale Boğazı ile batısında Saros Körfezi’ne hayran hayran bakan Gelibolu Yolu, Anadolu’ya geçince görülebilecek yeni açılan Troya Müzesi başka yazıların konusu olsun mu?
§
Assos-Geyikli arasındaki köylerin çoğunu gezmiş, kendi köyümüzde karar kılmıştık. Taş evimizi bulmuş, yıkılacağı gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kalmış, buna rağmen almaktan vazgeçmemiştik.
Köyümüzdeyiz artık, Hayat Evi’nde.
Bir ev almanın ve inşa etmenin bir sürü aşaması var. Çanakkale, Büyükşehir olmadığı için köyler İl Özel İdaresi’ne bağlı. Sorduk soruşturduk, en azından öyle sandık. “Ev ile ilgili bir sorun yok.” dediler. İnandık. Çok ortaklı da değil, iki kardeşe ait. Tapuya sabah gittik, öğlene işimiz bitmişti.
İnşaata başlayacağız, izin alamıyoruz. Tapu Kadastro işlerinde takıldık. Neden? Türkiye’nin birçok ilinde şu anda tapu kadastro çalışmaları yapılıyor, bu şu anlama geliyor; uzmanlar gelip bütün arsaları yeni teknolojiye göre tek tek ölçüyorlar. Eski ve yeni ölçümler karşılaştırılıyor, yeni planlar çiziliyor, sonra bunlar köylerde askıya çıkıyor, itirazlar bekleniyor. Her şey tamamlanınca da arsaların en son hali belli oluyor. Bunu beklemek demek inşaata en erken 2019 yılında başlamak demek. Oysa ben şimdi işsizim ve evin yapımında başında olabilmek için en uygun zamanım bu.
Olaylar, olaylar.
Afların cenneti Türkiye’de, istisnasız ve tartışmasız yegâne tepki: “Sen başla yapmaya abi, sonra bir yolu bulunur!” Ülkemi, bürokrasisini ve insanımı tanımak için eşsiz deneyimler. Yazmak için ilgili kişilerin ölmesini bekleyeceğim. Şaka, şaka… Bu sıkıcı konuları ayrı bir yazıda ele alacağım blogumda.
Ev inşa etmek için bir mimar ve kendi ekibi olan uygulayıcı bir mühendis/müteahhit gerekiyor. Genlerimdeki Karadenizlilik oranını ve bütçemizin kısıtlılığını topladığımda, doğuştan müteahhit olduğuma ışık hızında aydınlandım.
Ebru ile geçtik mimarımızın karşısına:
“Bakın, ben bu evin hikayesini blogumdan ve sosyal medyadan paylaşacağım, fotoğraflar, videolar çekeceğim ve en az bir milyon tane soru soracağım size, var mısınız?” Yanıt: “Evet.”
“Bakın, evin planını çizerken, mimarlık öğrencileri ile beyin fırtınası yapacağım, olayı dallandırıp budaklandıracağım, var mısınız?” Yanıt: “Evet.”
Çetin ceviz çıktı mimarımız. Fikirlerimizi paylaştığımızın ertesi günü Whatsapp’ten taslak gelmişti bile, şöyle bir not ile: “Ben olsam şöyle bir evde yaşamak isterdim.”
Ebru ile kafa kafaya verdik: “Biz nasıl bir evde yaşamak istiyoruz?”
Yıkılacak olan köy evini bir şekilde yeni evde de yaşatmak istiyoruz.
Yaşlılık yıllarımıza uygun şekilde düzayak olmalı ama bir şekilde yukarılara doğru bir çıkışı da olmalı.
Evimiz kesinlikle taş olmalı ve yerel mimariyi korumalıyız.
Avlunun girişindeki hayat korunmalı.
Yerel bir mimarla çalışmanın birçok faydası var. Prosedüre hakimler, daha da önemlisi bölgeyi tanıyor, geleneksel mimariyi biliyorlar. Şaka bir yana, İbrahim Bey, bizi dinledi, sabretti ve gereksinimlerimize uygun çözümleri tek tek üretti.
Lokomotif şeklinde uzanan evimizin ana yapısını koruduk. Yan yana dizilen üç oda ve mutfağın yerini aynı tuttuk. Modern ihtiyaçları ekleyerek yaptık bunu. Odaları birbirine bağlayan, salon diye adlandırılan yarım odaları iptal edip onun yerine odaların arkasına uzun bir koridor ekledik. Böylece, odadan odaya geçmek durumunda kalmadık. Yine de odaların avluya açılan kapılarını, eski evin görüntüsüne yakın durmak ve yazın avluya açılmak için tuttuk.
Bahçedeki ahır ve ağılları yıkmak durumunda kaldık. Bunu sadece harap oldukları için değil, kanuni zorunlulukları yerine getirmek için de yaptık. Artık köy içinde hayvan beslenmiyor, keçiler, koyunlar köyün hemen dışındalar.
“Köyiçi” diye bir kavram var. Dışarıdan bakınca her yeri köy sanıyorsun, öyle değil. Suyun, elektrik ve kanalizasyon (eğer var ise) hizmetinin son bulduğu bir nokta var. Köyün son evinin yanında yani köyiçinin bittiği yerde bir arsan var ise oraya ev yapma koşulları bir anda değişiyor. Köyiçinde inşaat yapmak için, arazinin en fazla yüzde ellisini kullanabiliyorsun. Örneğin 300 metrekarelik bir arsanın sadece 150 metrekaresine ev yapabiliyorsun. Buna balkonlar, teraslar ve ikinci kat, vs... dahil. Daha önce yapılanlara genelde karışmıyor ancak yeni yapılarda bu kurallara uyuluyor. Bizim evin eski halinde avlu küçücüktü. Şimdi evin hem arkasında hem de önünde bahçe var.
Hayat değiştikçe köy evlerinin içi de dönüşüyor. Oturma odası akşamları yatak odasına dönüşmek zorunda değil artık. Nüfus yaşlandıkça, tuvaletler de içeri alınmış birçok köy evinde. Biz de öyle yaptık. Mutfağın yanına da bir salon ekleyip lokomotifimizi “L” şekline dönüştürdük.
Avlu insana güven hissi verse de, bana çok içe kapanık geliyor, yükselmek istiyorum göğe doğru. İbrahim Bey buna şahane bir çözüm getirdi: Ara kat. Mutfağın üzerinde, yukarıdan salona bakan bir ara katımız var. Böylece küçük salon genişlemiş, ileride Hayat Evi’ne gelecek dostlarımıza kalabilecekleri bir alan sağlanmış oldu, bize de çalışma odası.
“Niye taş yapıyorsunuz, tuğla yapın çok daha kolay olur!” demeyen tek bir usta yok, taş ustaları dışında. Taş işçiliği pahalı ve zaman alıyor. İyi bir taş ustası bulmak kolay değil, daha doğrusu hiçbir konuda usta bulmak kolay değil. Ev yapma deneyimimizi tek cümle ile özetlersem: “Çıraklar kendini kalfa, kalfalar da usta sanıyor!” Köylüler çoğu zaman; taş evlerini orijinaline uygun şekilde tamir etmek yerine sıvatıyor ya da yıkıp yerine betonarme evler yaptırıyorlar. Taş evinden çıkıp beton evlere girip de pişman olmayan yok. Ne yazık ki yazın pişip, kışın donuyorlar. Mantolama gerektiren beton ev, sonunda taş evden pahalıya geliyor. Köylerin o güzelim dokusu da bozulmaya yüz tutuyor. Sonuç olarak bizim ev taş oluyor. Birçok özelliğini yerindeki eski ev ile onun tam karşısında hâlâ ayakta duran harikulade iki katlı taş evden alıyor.
Avlunun girişindeki hayatın çatısı su aldığı için ahşap taşıyıcıların tamamı çürümüştü, tek bir ağacın sadece bir kısmını kurtarabildik. Bir çözüm bulacağız.
Gezenti olmanın bir bedeli var. Zeytin toplama işi haftaya kaldı.
Bugünün son sözü yine Mimar Sinan’dan.
Şaşılası, hoş bir köprüdür, eşsizdir
Uzun boylu, hilal kaşlı bir güzeldir.
Ayakları toprağın ta altına iner
Kemerleri göğün tepesine çıkar. *
Bir taş ev tepeden tırnağa nasıl yapılır konuşmaya devam edeceğiz. Haftaya evin toprağın altındaki ayaklarında sıra. Önce yıkacak, sonra birlikte temel atacağız, kazmanı küreğini yanına almayı unutma.
“Hayat Evi”ne ilişkin diğer paylaşımları görmek için blog sayfam www.memurcocugu.com ziyaret edebilir, Instagram ve Facebook’tan @memurcocugu1972 hesaplarımı takip edebilirsin.