'Joon' dezavantajlı üreticilere destek oluyor
Ankara'da 2 yıl önce kurulan sosyal girişim platformu Joon dezavantajlı üreticilere tasarım ve ürünlerini satabilecekleri alanlar konusunda destek sağlıyor. Mültecilerin, engellilerin ve kooperatif üyesi kadınların aralarında bulunduğu üreticiler kendi hikâyelerinden yola çıkarak Joon'un desteğiyle ürünler tasarlıyorlar.
ANKARA - Dezavantajlı üreticilere yeni kaynaklar yaratmayı amaç edinen Duygu Vatan ve Azra Süngü, 2016 yılında Ankara'da 'Joon' adında bir sosyal girişim platformu kurdu. Türkiye'de geçici koruma altındaki pek çok insanın yaratıcı emeğine odaklanan girişim, toplumsal yaşama katılamayan temel üretim becerisine sahip kadın, engelli, göçmenlerden oluşan grupların topluma sosyal ve ekonomik katılımlarını kolaylaştırmayı amaçlıyor. Joon, Farsça “hayat” demek.
Suriye'deki iç savaşın ardından Türkiye'ye gelen hat sanatçısı Muhammed Tevfik'le yolları kesişen, geçmişte atölyesini kapatmayı düşünen ebru sanatçısı Gülten Çuhadar ile Mamak'taki Zeytindalı Kadın Kooperatifi üyesi kadınları bir araya getiren Joon, zanaatkarların hem tasarımlarına katkı sağlıyor hem de ürünlerini satabilecekleri yeni alanlar oluşturuyor.
'TASARIM İNSANI VE TOPLUMLARI ANLAMAK DEMEK'
Üreticilerin kendi hikâyelerinden yola çıkarak el emeği üretimler yapmalarını teşvik eden Joon'un kurucularından Duygu Vatan ile konuştuk. Vatan, Joon'un ortaya çıkış serüvenini, dezavantajlı üreticilerle yollarının nasıl kesiştiğini ve bugüne dek ortaya koydukları koleksiyonlarını anlattı.
Joon, üretimde dezavantajlı olan, başta da mülteciler ve kadınlarla çalışıyor. Joon nasıl doğdu?
Joon, ortağım Azra Süngü ile bir araya gelişimizle başladı. İkimiz de ODTÜ'de sosyal inovasyon ve sosyal değişim için tasarım çalışmak için yüksel lisans programına müracaat etmiştik. Mülakat sırasında tanıştık. İkimiz de aynı alanda çalışmak istediğimizi fark ettik. Sonrasında birlikte Ankara'da farklı disiplinlere tasarım anlatmaya çalışan ve onların birlikte üretmesini amaçlayan çalıştaylar ve buluşmalar düzenledik. Tasarım insanı ve toplumları anlamak demek ve belli bir süre sonra bu bize yetmedi. Clinton Vakfı'nın bir sosyal girişimcilik yarışmasına rastladık. Yarışmanın 2016'daki konusu mültecilerin potansiyelini yeniden ortaya çıkarmaktı. Türkiye'de bu konunun yükseldiği dönemde yapabileceğimiz bir şey olabilir mi diye düşünürken yarışmadan faydalandık.
'KENDİMİZ ALANA GİRİP ÖĞRENMELİYİZ DEDİK'
Sonrasında sahaya indik. Suriye'den Türkiye'ye yönelik göçle ilgili bilgilenmek için bu süreçte çeşitli konferanslara katıldık ve uzmanlara danıştık. Bu süreçte öğrendik ki 2011'den 2015'e kadar 4 yıl içerisinde sınırlar açıkken içeriye alınan insanların mesleki envanteri, kimdir, ne işle uğraşır, kaç çocuğu vardır gibi kayıtların çok doğru tutulmadığını gördük. Türkiye'de şu kadar mülteci, şu meslek grubundan geliyor ve şurada çalışır gibi bir veri elimizde yoktu. Vardıysa da bizimle paylaşılmıyordu. Biz kendimiz alana girip öğrenmeliyiz dedik. Kızılay yardım paketleri dağıtırken onların peşinden evlere gittik. Çoğunlukla Ankara'da Siteler ve Önder Mahallesi'nde yaşıyorlardı. O bölgede de mobilya işçisi olarak çalışıyorlardı. Çoğu da geçmişten bedensel emeğin kullanıldığı işlerde çalışan insanlardı.
'YOLCULUĞUN BOYUNCA NE ANLATMAK İSTERDİN DİYE SORDUK'
Dezavantajlı üreticilere doğrudan ulaşıp onların kendi hikâyelerinden yola çıkarak ürettiklerini satabilecekleri alanlar yaratıyorsunuz. Savaştan kaçıp Suriye'den Türkiye'ye gelen hat sanatçısı Muhammed Tevfik ile yolunuz nasıl kesişti?
Sahadaki çalışmalarımız sırasında tanıştık Tevfik Ağabeyle. Kızılay çalışanlarından birisi onun hat sanatçısı olduğunu öğrenmişti. Burada kâğıdı, kalemi, hiçbir şeyi yoktu. Bahçıvanlık yapıyordu. Hat, Suriye'de reklam sektörüne hâlâ hizmet eden bir sanatmış. Türkiye'de hatla yapılmış bir ürün neredeyse göremiyoruz ama Suriye'de oldukça yaygınmış. Tevfik Ağabey savaş sonrasında Türkiye'ye geldiğinde hiç kimseyi tanımıyordu, kalemi kâğıdı nereden alabileceğini bilmiyordu. Bu insanın bir mesleği varken neden başka bir iş kolunda çalışmak zorunda kalıyor ve bu insan için gerekli altyapı sağlanır mı sorularını sorarak çalışmaya başladık. İlk aşamada tamamen kendi cebimizden mikro kredi tadında bütün malzemelerini alabileceği bir alan yaratmaya çalıştık. Sonrasında da onunla birlikte, 'Bilgelik Sözleri' adında bir koleksiyon geliştirdik. Ona,“Bu yolculuğun boyunca ne anlatmak isterdin?” diye sorduk. Onun geleneği Kur'an'dan bir şeyler yazmak üzerineydi ve ilk defa kendinden bir şeyler yansıtması beklendi ondan.
Neler anlatmak istedi?
Bir kaç tane mesaj veren kelimeleri yazdı. Barış, umut, şefkat, aile ve özgürlük gibi genel kelimeler yazdı. Onun dışında Filistinli şair Mahmut Derviş'in ve başka isimlerin kaleme aldığı şiirleri yazdı. Sonrasında biz de onun söylediği şeyleri nasıl bir tasarımla ön plana çıkaracağız üzerine odaklandık. Hikâye anlatmak için ışık ve hat güzel bir araç olabilir diye düşündük. Hattı kâğıttan nasıl çıkarabiliriz, alışılmadık alanlara nasıl işleyebiliriz diye düşündük ve sonunda koleksiyonumuz ortaya çıktı.
'Tevfik Ağabey' ile olan çalışmanızın ardından 'Anadolu'nun Renkleri' koleksiyonunu hayata geçirdiniz. Ebru sanatçısı Gülten Çuhadar ile Zeytin Dalı Kadın Kooperatifi'ni nasıl bir araya getirdiniz?
Tevfik ağabey ile ilk koleksiyonu ortaya çıkarmamızın ardından Joon'un gerçekten farklı insanların ihtiyacı olabildiğini gördük ve mültecilerden başka diğer gruplara da odaklandık. Türkiye'de geleneksel zanaatkârlar, üretim temelli atölyeler ve kadın kooperatifleri var fakat en büyük sorunları yaptıkları şeyi nasıl satacaklarını ve ne üreteceklerini bilememeleri. Ankara Ulus'ta zanaatkârları gezdiğimiz ve Joon'u anlattığımız sırada ebru sanatçısı Gülten Çuhader ile tanıştık. Gülten Hanım da emekli olduktan sonra ebruya başlamış ve şu an geçimini oradan sağlamaya çalışan biriydi. En büyük tutkusu bir şeyler üretebilmekti. Ama ürettiklerini satabilmek konusunda çok ciddi girişimlerde bulunmasına rağmen aktif satışları yoktu.
'KADINLARLA OTURUP BEYİN FIRTINASI YAPIYORUZ'
Biz de bu süreçte kadın kooperatifleriyle beraber ortaklaşa bir şeyler yapmak istiyorduk. Mamak'taki Zeytin Dalı Kadın Kooperatifi ile Gülten Hanımı buluşturduk. İlk başta burası sadece bez çanta üreten bir kooperatifti. Onların üretim becerilerini tanımaya çalıştık. Kim ne üretebiliyor ve mevcut üzerine ne kurgulayabiliriz üzerine odaklandık. Bu süreçte mevcut becerileri değerlendirip kadınlarla oturup ne üretebiliriz diye beyin fırtınası yapıyoruz. Bir ürün portfolyosu geliştiriyoruz ve onlara sunum yapıyoruz. Zeytin Dalı’nın kendi ürün portfolyosunu geliştirip yeni müşteriler bulmalarını sağladık örneğin. Gülten Hanım atölyesini kapatacaktı. Bir yıl daha açık tutabiliyor. Tevfik Ağabey şimdi çeşitli etkinliklere katılıyor ve hat kursu veriyor. Yeniden mesleğini yapıyor. Hepsi Joon sayesinde oldu diyemem ama kanalları yaratıp sonrasında ayakta durabilecek yapıları sağlamaları çok önemliydi.
SES DALGALARIYLA YENİ ÜRÜNLER ORTAYA ÇIKARDILAR
Üçüncü koleksiyonunuz da yine mültecilerin içerisinde olduğu 'Sesini Çıkar' oldu. Ses dalgalarıyla kadınların ürettikleri ürünler nasıl buluştu?
Ziyaretlerimiz sırasında Pursaklar'da Yeşilöz Mahallesi'ni ziyaret ettik. Mahallede çok sayıda Afgan, Suriyeli ve Türk koruma altında insan yaşıyor. Özellikle de kadınların çoğu mahalleden dışarıya çıkmıyor. Oturup konuştuğumuzda pek çoğunun geçmişte mesleğinin olduğunu, üretmek istediklerini öğrendik. Sürekli bir şeyler üretmeyi isteyen, hayalleri olan insanlardı. Bizi etkileyen, empati kurmamızı sağlayan o insanların anlattıkları olunca koleksiyonu tamamen o insanların hikâyelerine atfetmek istedik. ODTÜ Teknokent'de yazılımcı bir ortak firmamız var. Onların bir yazılım yazmasıyla başladı süreç. İnsanların söylediklerini kaydedip ses dalgalarını basit bar grafiklerine çevirdiler. Burada üreticiler anlatmak istediklerini anlattılar. Ses dalgalarını bar grafiklerini, kendilerinin işlemelerini sağlayabilecekleri bir alt yapı oluşturduk. Kumaş üzerine kadınlar elleriyle bunları işlediler ya da takı tasarımları ortaya çıktı.
Üretim aşamasında onlar ne üretebilir sorusunu cevaplarken günümüz teknolojisinden yararlanıyoruz. Üç boyutlu yazıcıdan çıkan keçeye yepyeni bir kalıp ekleyebilirsiniz örneğin. Bu yolla şu an aileler para kazanıyor. Hedefimiz ailelere belli bir geçim kaynağı yaratmak. Bu parayla belki çocuğunu kreşe yollayabilir, mahalleden çıkıp şehre gelebilir. Küçük şeyleri başarmaya çalışıyoruz.
İnsanların hikâyelerini ürettikleriyle ortaya koymalarına aracılık ediyorsunuz. Bu nasıl hissettiriyor?
Bütün motivasyonumuz buradan geliyor. Meslek seçimi yaparken sosyal faydasının ön planda olacağı bir meslek arayışındaydık. Türkiye'de bunun eksik olduğunu fark ettik. İnsani yardım kuruluşlarında çalışabiliriz belki ama bu alanları yapısal olarak gerçekçi bulmuyorduk. Çok güzel işler yapılıyor ama günün sonunda gerçek bir sorunu çözmüyor. Biz gerçekten sahadayız ve insanların evindeyiz. Onların yaptıkları yemeği yiyoruz, çocuklarıyla oynuyoruz. Bu bambaşka bir iş. Günün sonunda hayatlarında çok ciddi değişiklikler yaratamayacağınızı bilseniz bile 10 senelik kalkınma planları arasında kaybolan 200-300 kişinin bir gününü düşünüyorsunuz. Ve en önemlisi beraber düşünüyorsunuz. Geldiğimiz noktada 69 üreticimiz var ve her biri de mükemmel insanlar.
'BAŞKA COĞRAFYALARDA DA YENİ JOON'LAR KURULSUN İSTİYORUZ'
Joon daha fazla dezavantajlı üreticiye ulaşmayı hedefliyor mu?
Joon'u Ankara'da yapıyoruz, buradaki dezavantajlı grupları tanıyoruz ama Türkiye'de de dünyada da büyük bir potansiyel var. Örneğin Hindistan'ın ülke ekonomisinde ikinci sırada el ile üretilen ürünler geliyor. Türkiye'de verisel olarak analizi yapılmadı ama kırsalda kadınlar ve erkekler hâlen üretiyor. Başka coğrafyalarda da yeni Joon'lar kurulsun istiyoruz. Bu yüzden tasarımlarımızı açık kaynak olarak sunuyoruz. Bir üreticiye nasıl gidilir, tasarım nasıl geliştirilir, bütün finansal mekanizmaları nasıl yapılırı anlatarak gelecekte daha geniş bir platform yaratmayı istiyoruz.