Wuppertal'in tek çiçekçisi 'Rosen Ali'
Ali Kurt, 1979 yılından beri yaşadığı Almanya'nın Wuppertal şehrindeki tek çiçekçi. "Wuppertal'de şu anda benim gibi çalışan kimse kalmadı, hepsini temizledim! Onlar benim gibi satmıyorlar, başka işler yapıyorlar. Mesela çiçeklerin altında uyuşturucu satıyor, girdiği mekanda hırsızlık yapıyorlar," diyen Ali Kurt, 1980 öncesinin politik ortamında sırtından bıçaklanınca, babası tarafından getirildiği bu şehirde 'Rosen Ali' ismiyle tüm şehrin tanıdığı bir insana dönüşüyor...
WUPPERTAL - Behzat Ç.'yi izleyenler, "amirimin" araba sürüş tarzını ve tost merakını bilirler. Wuppertal'de yaşayan Ali Kurt da buluşunca bindiğimiz arabasıyla Behzat Ç. gibi gazlıyor. Trafik kurallarının son derece sıkı olduğu Almanya'da onun gibisini bir daha görmedim. Kısa ama heyecanlı bir yolculuktan sonra Ali Kurt'un mahallesine geliyoruz. Sokakta onu görünce selam vermeyen ya da konuşmayan insan yok gibi. Çünkü Ali Kurt, Wuppertal şehrinde yıllardır çiçek satan tek kişi. Yaptığı işten dolayı ona bir isim de takmışlar: Rosen Ali, yani Gül Ali.
Muş'ta dünyaya gelen Ali Kurt'un babası rençperlik yapıyormuş. "Babamın okuma yazması yoktu. Muş'ta rençperlik yapıyordu. Mal, mülk, hayvan bakarlardı; tarlada ekme biçme işleri yaparlardı. Bizi okutmak için şehre götürmek istedi. Hatay Kırıkhan'da da teyzem vardı, o yüzden oraya götürdü bizi. Ama o da olmadı," diye anlatmaya başlayan Ali Kurt, 1971'de geldikleri Hatay'dan 1973'te ailecek Almanya'ya geldiklerini söylüyor.
"Almanya'da okullara uyum sağlayamadık. O zamanlar Türkler azınlıktı, okullarda sorun vardı, dil sorunu. Böyle olunca başaramadık, 1 sene sonra Almanya'dan dönüş yapmak zorunda kaldık," diyen Ali Kurt'un sadece babası Almanya'da kalmış. "Ben de yeniden Türkiye'de okula devam ettim," diyor "Ama o zamanlar Türkiye'de ortam gergin, herkes politik. Liseye başlayacağım 1978'de, bizimle farklı görüşten olduğu için lise müdürü beni okula almadı. Başka bir okula yönlendirdi, orada da aynı şey oldu. En sonunda aileler devreye girdi de liseye kaydoldum."
1980 öncesinin gergin siyasi ortamındaki lise yıllarını şöyle anlatıyor Ali Kurt: "Lisedeki ilk yılımdan sonra politik nedenlerden dolayı kavgalar yine başladı. Öğretmeni, öğrencisi herkes sol-sağ diye ayrılmıştı. Mesela öğretmenler sınavlardan önce kendini yakın hissettiği gruba soruları önceden verirdi. Okula giriş çıkışları herkes grupça yapardı. Bir gün ben grupla gitmemiştim ve o gün arkadaşlarımı taramışlardı. Çok sayıda ölen, yaralanan arkadaşım oldu. Sonrasında bir parkta iyi tanıdığım bir arkadaşım, hemşehrim arkamdan geldi ve sırtıma bıçağı saplayıp gitti. Ben de hastaneye gittim tabii. Türkiye'de okumak çok zor hale geldi, kalsam belki de ölürdüm. Sonra babama haber saldık, geldi ve aileyi toplayıp yeniden Almanya'ya getirdi bizi. Zaten biz geldik, sonra da 80 darbesi oldu."
Türkiye'de darbe olmuştu, Almanya'ya gelenler içinse bu kez yaşam kavgası başlamıştı. Ali Kurt da "Ondan sonra burada 6 ay okula gittim ve ardından direkt iş hayatına atıldım. Tabii doğru dürüst Almanca yok, Alman kültürü yok, birçok şeyi bilmiyorsun. Başladık işçiliğe. Bir sene çalıştıktan sonra babam beni kendi fabrikasına aldı," diye anlatıyor.
Ardından evlilik gelmiş Ali Kurt için: "Ailenin yanından ayrıldım. Kendi yuvamızı kurduk. Artık o zaman başladı sorumluluklar. Sonra ben işsiz kaldım. İşsiz kalınca insan korkuyor çünkü sınır dışı edilme ihtimali var. Almanca bilirsen iş bulmak zor değil ama dil öğrenmeyi ihmal ettim. Bir süre sağda solda takıldım ve yine bir fabrikaya girdim. Sonra Solingen'de Türkleri yaktılar. Biz de bunun ardından mitingler düzenledik, fabrikada tartışmalar yaşadık. Ve o dönem bana çıkışımı verdiler."
Ali Kurt "Sağa sola gidiyorum üç beş ay, olmuyor," dediği açmazdan kendi deyimiyle ticarete başlayarak çıkmış:
"Aslında Türkiye'de başlamıştım ticarete, çocukken sigara satıyordum, karaborsa zamanlarında. Samsun 216, Marlboro filan; hani filmlerdeki gibi. Burada da çakmak, saat işine başladım, onları satıyorum. Türkiye'den alıyoruz, burada satıyoruz. Bu işi yaparken baktım birisi çiçek satıyor, sordum, bir iki kez depoya götürdü. Baktım bu çiçek işinde iyi para var. Ondan sonra başladım çiçek satmaya.
40 tane gül aldım. Naylonla sarıp satmaya çalıştım. Mekanlara girip satmaya çalışıyordum. Tabii her yer almıyordu ama zamanla 10 yer, 20 yer derken tüm Wuppertal'de satmaya başladım. Hatta sonra Wuppertal yetmedi, şehir dışına da açıldım. Yıllardır bu işi yapıyorum, 'Rosen Ali' dedin mi herkes tanıyor artık beni.
İnsanlara sevdirdim kendimi, girdiğim yerlerde, mekanlarda. En başta sevgi. Bir insanın işini sahiplenmesi, dürüst yapması ve insanlara sevgiyi öğretmesi. Bir insan her işi yapabilir ama her zaman başarılı olamaz. Ya işini severek yapmıyordur ya da güzel yapmıyordur.
Mesela ben satış yaparken insanlarla konuşuyorum, hal-hatır soruyorum, hemen çiçek satmıyorum. Her şey para, maddiyat değil. Çoğu mekanda insanlar emeğime saygı gösteriyor, 'çok çalışkan insansın' diyorlar. Yıllardır bu işi yaptığım için çoğu hem hayret ediyor, hem de takdir.
Bir kişi gül aldığı zaman hemen karşısındakiyle arasında bir sıcaklık oluyor. Birbirlerini öpüyor, birbirlerine sarılıyorlar. Sadece bir gül. Birine 2 euro versen sana sarılmaz ama 2 euroya bir gül alıp verince sarılıyor. Bir gül orada sevgiye vesile oluyor. Yani yaptığım iş bu aslında.
Restoran, birahane, diskotek, partiler, doğum günleri, özel etkinlikler... Her yere girilmiyor tabii, bazı mekanlar istemiyor, bazı mekanlarda da yabancı düşmanlığı oluyor.
Tersleyen oluyor... Umursamıyorum, cevap vermiyorum. Bir şey dediğin zaman tantana çıkan, oranın sahibi diyecek sana 'bir daha burada çiçek satma'. Bazı mekanlara gidiyorum, bana 'şu parayı al' diyorlar. Almıyorum, gül satmadan almam o parayı. Alırsam da bir daha o mekana giremem. Ben dilencilik yapmıyorum, gül satıyorum. Hazır para kazanmak istemiyorum.
Geçenlerde bir kadın 10 euro verdi, 'gül istemiyorum, bu hediye' dedi. 'Hayır, almam' dedim. 2-3 hafta sonra aynı kadın bu kez benden gül aldı. Lüks bir mekana gittim, 10 euroyu al, şu masaya gitme. Almam ama gitmem de dedim. Benim için o adamın zenginliği önemli değil, kişiliği önemli. Önemli olan benim yaptığım işe, bana saygı duyması. Çocuklara 1 euro, diğer herkese 2 euro. Ama kadın ticareti yapan insanlar var, onları görünce çarpmaya bakıyorum.
Wuppertal'de şu anda benim gibi çalışan kimse kalmadı, hepsini temizledim! Onlar benim gibi satmıyorlar, başka işler yapıyorlar. Mesela çiçeklerin altında uyuşturucu satıyor, girdiği mekanda hırsızlık yapıyor, insanların sarhoşluğundan yararlanıp fazla para alıyorlar, 50 euro veren birinin parasını alıp kaçıyor mesela.
Ama hiçbir zaman yılmadım. Dik durdum, dik durmayı öğrendim. Hiç kimseye boyun eğmedim. Yaptığım işten hiçbir zaman utanç duymadım. Eşim ya da çocuklarım bir gün bile 'Sen niye bu işi yapıyorsun' demediler. Diyenlere de cevabını verdiler.
Günde 200 tane mekana giriyorum. Kolay değil. Belirli bir rotam var. O rotayı kaybedersem olmaz. Düzenim bozuluyor. Çünkü müşteriler benim o saatte geleceğimi biliyor. 200 mekanın hepsinde satış yapamazsın. Bazen 5 mekanda yaptığın satış seni kurtarır. Bazen de bir mekan bile kurtarıyor!
Ne iş yaparsan yap, o işi seveceksin. Sevmeden, sadece para için yaparsan muvaffak olamazsın. Mesela bazı insanlar mekan açıyorlar ve birden zengin olmaya, insanları soymaya bakıyorlar. Müşterinin birası bitmeden önüne yenisini koyuyor ya da içerken gözünün içine bakıyor, rahatsız ediyor. Mesela, ben her zaman satış yapmıyorum, çoğu zaman hediye ediyorum.
Elimde güllerle gezdiğim ilk akşam utanıyordum, çekingendim. Bir kişinin aylığını bir haftada kazandığım oluyor, kimseye muhtaç olmuyorum. Maaşlı işten çok daha iyi. Geziyorum, dolaşıyorum, eğleniyorum, insanlarla sohbet ediyorum. Mal, mülk yaparsın ama her yerde dostun, arkadaşın olması en iyisi.
İki evlilik yaptım. İlki 1980'den 98'e kadar sürdü. Üç oğlum oldu; 35, 29 ve 28 yaşlarındalar. Onlar annelerinden ayrı olduğumuzda bile bana işimde yardım etmeye gelirlerdi. İkinci evliliğimi 99'da yaptım, 20 yıl olacak. Bir kız, bir erkek çocuğum da bu evliliğimden oldu, 14 ve 17 yaşındalar. Eşim bazı akşamları ona ayırmamı istediğinde işe çıkmıyorum. Ya da evlilik yıl dönümü gibi günlerde. Ama yıl dönümü hafta sonu olursa işe çıkarım! Çünkü en çok o günlerde iş yapıyorum.
Türkiye'ye dönmeyi düşünüyorum en yakın zamanda. Burada ne yaparsan yap, dünyaları kazan ama Türkiye bir başka. Dönsem bile ayağımı buradan kesmem. Almanya defterini dönmemek şartıyla kapatmak kesinlikle olmaz. Çünkü çoluk çocuğum burada.
15-20 sene öncesi daha çok satıyordum ama yine de iyi durumum, satışımı yapıyorum. Yaşadığım müddetçe devam edeceğim, maddi kaynağım, alışmışım. Artık evde duramıyorum, dışarıya çıkmalıyım. Yaşamak mücadeledir, yatıp kalkmakla olmaz, bir şey üretmek gerekiyor. Hem kendisine hem çevresine faydası olmalı. Hiçbir şey yapmadan hayattan anlamazsın, hayatın tadını alamazsın."
Sazı eline alan Rosen Ali, yardımcısı Costa'nın gelmesiyle birlikte iş için hazırlanmaya başlıyor. Ama öncesinde soruyor: Aç mısınız? Ali Kurt'un Behzat Ç. ile bir diğer benzerliği de sadece tost yemesi. Kendine özgü bir tarzda yapıyor tostları: Önce kaşarları koyuyor bir kat, üstüne sucukları yerleştiriyor ve yine kaşarla sucukların üstünü kapatıyor. Hem lezzetli hem de doyurucu tostlarımızı hızla yiyoruz. Ardından Rosen Ali, hazırladığı gülleri alıyor ve sürücüsü Costa'yla arabaya atlayıp akşamın karanlığına karışıyor.
Sadece yazıyla değil, kanlı canlı anlatmak istediğim insanlardan biri oldu Ali Kurt. Onu kendi sesi ve kendine has vurgularıyla dinlemek çok keyifli. Neyse ki bunu yapan birisi oldu. Ali Kurt'la buluşmamı da sağlayan Ahmet Sunal, Rosen Ali'nin bir belgeselini hazırladı. Onunla çiçek satışı yaptığı mekanlarda gezen Ahmet Sunal'ın belgeseli çok yakında çeşitli festivallerde gösterilecek. Ve belki bir gün video içerikleri sunan platformlardan birinde biz de izleme şansı bulacağız...