Hac yollarında tek başına bir kadın...
Dicle Doğan, daha önce hiç bilmediği bir şeyi yapmaya başladı: Tek başına yüzlerce kilometrelik yürüyüş rotalarına çıkmak. Hayatında hiç kamp deneyimi olmayan Doğan, bugün yedinci rotası üzerinde. Dünyayı yürüyerek dolaşmayı planlayan ama bundan vazgeçmek zorunda kalan Doğan'ın şu anki hedefi dünyadaki tüm hac yollarında yürümek...
DUVAR - Dicle Doğan'la buluştuğumuzda, 2 gün sonra çıkacağı 500 kilometrelik bir hac yolu yürüyüşü için son alışverişini yapmıştı. Antalya-Isparta arasındaki Saint Paul Yolu'nu (Aziz Paul Yolu, Türkiye’nin ikinci uzun mesafeli yürüyüş rotası) yürümeye başlamadan önce şöyle yazmıştı Dicle Doğan:
"25 gün 2 tişört 1 pantolon 1 çadır 3 don çok ilaç.. Ölmekten korkmak böyle bir şey sanırım.. hazır mıyım hayır, hazır olacak mıyım adımımı atana kadar hayır. Karında ağrı ve kelebekler baki. Bekle beni Toroslar, bekle beni 24 saat açık hava, bekle beni yalnızlığım, bekle beni iç sesim, bekle beni ağrı sızı, bekle beni baharı müjdeleyen çiçekler, bekle beni vahşi benliğim."
Sürekli açık havada kendisiyle baş başa olacağı bir yolculuğa başlayalı 3 gün olan Dicle Doğan, Devlet Konservatuvarı Çağdaş Dans Bölümünü bitirmiş. Freelance (serbest) koreograf olarak oyuncularla, tiyatrolarla çalışıyor. Gönüllü olarak da sanat terapi alanında eğitmenlik yapıyor. "Mültecilerle, kız çocuklarıyla, kadılarla çalışıyorum. Şimdiki yürüyüşümü Tohum Otizm Vakfı'na ithaf edeceğim. Çünkü 2 Nisan Tohum Otizm farkındalık haftası. Ben de onlara bu yürüyüşüm size hediye olsun dedim," diyen Dicle Doğan, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü'nde yola çıktı.
Peki, onu tek başına yüzlerce kilometrelik yolları yürümeye iten neydi, ne zaman başladı? "2015 yılında başladı," diyor Doğan "Yürümeye Övgü kitabını okumuştum. Orada filozofların yürürken düşüncelerini nasıl geliştirdikleri anlatılıyordu. Kent ve doğa yürüyüşçülerinden bahsediliyordu. O güne kadar yürüyerek seyahat edildiğini bile bilmiyordum."
'HAYAT ÇOK GÜZEL VE BASİT OLABİLİYORMUŞ'
Yürümekle ilgili "Minimal bir yaşam sürmek zorunda olmak. Daha bağımsız olmak, aslında hiçbir yere ait olamamak, köklenmemek. Bende uyandırdığı hisler bunlardı," diyor Doğan ve devam ediyor: "Konformist olmamak. Mesela bazı yürüyüşçüler çantalarında sadece bir tane güzel kıyafet taşıyorlar. Kilometrelerce yürüdükten sonra bazen canları güzel bir yere gitmeyi çektiğinde o kıyafeti giyiyorlar. Hayat bu kadar az şeyle ve basit yaşanılabilir mi, diye yola çıktım aslında. Ve gerçekten de onu öğrendim; hayat çok güzel ve basit olabiliyormuş."
Yürümenin kendisi insana minimalizmi öğretse de çok değerli bir şeyi istiyor karşılığında: Zaman. Bunu elde etmek ise çok pahalı bir şey aslında. Dicle Doğan'a bunu sorduğumda şöyle diyor: "Freelance çalışıyorum. Ne yapıyorum? Çok az harcıyorum, neredeyse hiç harcamıyorum. 2 gün sonra yürüyüşe çıkacağım için uzun bir zaman sonra bugün bir şeyler aldım. Kentle ilişkim o kadar minimumda ki, o yüzden hiç para harcamıyorum. O kadar para harcamadığım için de kazandığım para yetiyor. Şu an tek para harcadığım şey yürüyüşlerim aslında."
'HAYATIMDA HİÇ KAMP YAPMAMIŞTIM'
Bir kitaptan etkilenen, daha doğrusu hayatındaki birikimler ve olup bitenlerin üzerine okuduğu bir kitabın tamamlayıcılığı ile yola çıkma kararı alan Doğan, "Benim gibi seyahat eden insanlara yazdım. Nerede yürümek istediğimi düşününce İtalya'da olmak istediğime karar verdim. Sonra birkaç siteye nerede yürüyebileceğimi, bir rota olup olmadığını yazdım. Bu arada, rota diye bir şeyin olduğunu bile bilmiyordum. Hayatımda hiç kamp yapmamıştım. Bayağı cahil cesaretiyle yola çıktım aslında. Yanıma ne almam gerekiyor, ne yapmalıyım bihaberdim. Mesela ilk yürüyüşümde en ucuz malzemeleri aldım. Ama ucuz oldukları için en ağır ve en çabuk yıpranan malzemelerdi. Birçoğu beni yarı yolda bıraktı," diye anlatıyor.
Sonra mail gönderdiği sitelerden birisi yanıt vermiş Doğan'a: "Dediler ki, hac yolu var burada "via Francigena" diye. Burada yürüyebilirsin. Sonra bu yola baktım. Ondan sonra da öğrendim ki dünyanın her yerinde böyle hac yolları varmış. Bunu öğrenince 'tamam, ben bu yollardan başlayayım' dedim. O yüzden de ilk yolculuğum İtalya-Fransa arasında oldu. 650 kilometre yürüdüm. 40-45 gün sürdü."
'YÜRÜMEK HİÇBİR ZAMAN KONFORLU DEĞİL, AMA BEN O ACIYI SEVİYORUM!'
"Bir de ben dağda, bayırda yürüyeceğimi düşünüyordum ama aslında öyle değilmiş. Yaklaşık 25-30 kilometrede bir yerleşim yerine denk geliyorsun. Ama ben tabii 25-30 kilometre yürüyemeyeceğimi de sanıyordum. Bir insan maksimum 10 kilometre yürür diyordum. Ama sonra 40 kilometre bile yürüyebildiğimi gördüm. Tamamen yolda öğrendim," diyen Dicle Doğan, ilk tecrübesini şöyle anlatıyor:
"Her şeyden önce çok değişik bir histi. Çok güvensizdim ilk başta, nasıl yapacağım, nasıl edeceğim diye. Hiç çadırda gece geçirmediğim için ilkinde çok tedirgin oldum. Ama sabah olduğunda 'A, evet yaptım' dedim ve sonra inanılmaz rahatladım. İlk yürüyüşümde, özellikle ilk gün, ayaklarım çok acıyordu. Sonraki yürüyüşlerimde bunu yaşamadım. Çünkü çantayı doğru ağırlığa ayarlamayı, doğru ekipman kullanmayı öğrendim. Ne kadar doğru ekipman kullanıyorsan o kadar çok yürüyorsun çünkü."
"Yürümek hiçbir zaman konforlu bir şey değil ama ben o acıyı çok seviyorum," diyor Dicle Doğan ve devam ediyor: "İlk başta kendinle baş başa kalmanın ne demek olduğunu bilmiyordum ama çok eğlenceli olduğunu gördüm. Yolda bağırarak şarkı söylüyorsun, zıplyorsun, bağıra çağıra konuşuyorsun, küfrediyorsun, ağlıyorsun ve kimse seni görmüyor, duymuyor! Şehre döndüğümde o alışkanlıkla yüksek sesle kendimle konuşurken buluyorum bazen. Kendinle kamp yapmak çok eğlenceli bir şey. İlk başta elbette zor ama geçiyor. Zamanla ben de kendimle kaldığımda ne kadar iyi olabildiğimi ya da ne kadar kötü olabildiğimi öğrendim."
'HAC YOLUNUN RUHUNU SEVİYORUM'
Çıktığı yedinci yolculuk olsa da hâlâ geçmeyen kaygıları varmış Doğan'ın: "Her zaman çok panik halinde gidiyorum yürüyüşlerime, korkuyorum. Yapabilecek miyim, baş edebilecek miyim, başıma bir şey gelecek mi, o çantayı tekrar taşıyabilecek miyim gibi kaygılar, hiç geçmedi mesela bu kaygı."
"Çok yürünmüş yollarda yürümek istemiyorum. Çünkü yol çok tüketiliyor, artık turizme dönüyor, insanlar çok sömürüyor, basıp geçiyor," diyor Dicle Doğan ve "Hedefim dünyadaki bütün hac yollarını yürümek aslında. Çünkü yürürken de kendine bir sınır koyman gerekiyor aslında. Diğer türlü çok uçsuz bucaksız, plansız programsız bir şey oluyor," diye devam ediyor.
"Hac yolunun ruhunu seviyorum. Seni gören insanların seni selamlaması, saygı duyması güzel bir duygu. Bir de hep güzel tesadüfler yaşıyorsun. Trekking yolunda yürümek gibi değil, çok başka bir şey," diyen Doğan hac yollarında yürümekle ilgili "Bazı hakların oluyor. Bir kere hacı oluyorsun. Bazı kiliselerde uyuyabiliyorsun. Bazı insanlar sana evlerini açabiliyor. Yemek yiyebiliyorsun. Bir tane sertifikan oluyor ve her uğradığın yerde ona mühür vuruyorlar. Sadece yolu yürümen önemli, kimse dinini filan sormuyor," diye anlatıyor.
'BİR KERE GÖRÜP HER ŞEYİNİ PAYLAŞTIĞIN BİRİNE ELVEDA BİLE DİYEMEMEK'
Hep Hristiyan hac yollarında yürümüş olan Dicle Doğan, "Şimdi Japonya'da 1200 kilometrelik bir Budist hac yoluna gitmek istiyorum. Şimdiki hayalim bu," diyor. Bu yollarda yürüyen başka "hacılarla" da karşılaşan Doğan, yoldaki insan trafiği için şunları söylüyor:
"Bazı rotalarda sadece son gün birini gördüğüm de oldu. Meğerse aynı yolu yürümüşüz ama hiç görmemişim. Bazı rotalarda da yolda karşılaştığım, bir süre birlikte ilerlediğim, sonra onun ya da benim geride kaldığı, ben orada çadır kurmuşumdur, o devam etmiştir, bir daha hiç görmemişimdir, o daha yavaş yürümüştür gibi şeyler çok oluyor. Bayağı da komik bir trafik. Çünkü ertesi gün yine göreceğini düşünüyorsun, birlikte yemek yiyorsun, sohbet ediyorsun, neredeyse 20 kilometre beraber yürümüş oluyorsun, her şeyini öğrenmiş oluyorsun, ertesi gün sen yedide uyanıyorsun, o beşte uyanmış oluyor ve bir daha göremiyorsun."
"Bana ilk başlarda çok koyuyordu bu," diyen Doğan devam ediyor: "Üçüncü rotamda çok fazla insana rastlamıştım. İspanya-Portekiz arasındaki 850 kilometrelik bir rotaydı. 'Merhaba, nereye yürüyorsun' diye tanışıp, akşam birlikte yemek yedikten sonra herkesle vedalaşmak bana koymuştu orada. Ya da elveda bile diyememişim çünkü 'yarın nasılsa göreceğim' deyip bir daha hiç karşılaşmamışım. Sonra fark ettim ki yolun 'fıtratında' bu var. O senin yolundan geçen birisi. Ve bu bana gündelik hayatımda çok yardımcı oldu. İnsanları sahiplenmemek, öylece çekip gitmek, herkesin hayatında bir rolü vardır, misyonunu tamamlar ve gider... O yüzden ilişkilerimi de çok rahatlattı."
'YAŞAMAYI ÇOK DEĞERSİZ BULUYORUM'
"Sen her rotada başka birisin, zaten her gün başka birisin," diyen Doğan "Herkes sanıyor ki yaşamayı çok seviyorum ve onu güzelleştirmek için bunları yapıyorum. Tam tersine hiç sevmiyorum bu dünyadaki yaşamı. Yaşamayı çok değersiz buluyorum. Daha çekilebilir hale getirmek için bir çember yaratmaya çalışıyorum. 'Bağımsız olarak nasıl konumlanacağım bu hayatta' sorusunun cevabı yürümek oldu benim için," diyor.
Soğukta üşümek, sıcakta terlemek, tek başına bazen haftalarca kimseyi görmeden yürümek, yorgunluktan bitap düşsen de yemeğini hazırlamak ve çadırını kurmak zorunda olmak, sonra sabah tekrar eşyalarını tek tek toplamak ve yola koyulmak... "Aslında yürüdüğüm süre içerisinde, yürümek hiç de eğlenceli bir şey değil," diyor Dicle Doğan, "Döndükten sonra anlıyorsun ne kadar güzel olduğunu. O süreç içerisinde gerçekten eğlendiğim çok az an var."
"Ama," diyor Doğan, "Yeryüzün gerçek bir parçası olduğumu hissediyorum yürürken. Bütünleşiyorsun her şeyle..."
Sanırım bu paha biçilemez bir duygu...