Bir Yunan, bir Gallerli ve bir Kürt
Türkiye’de, Diyarbakır’da yaşıyor olmanın ağır yükü altında üç kişi bir araya geldik. Bir Yunan, bir Gallerli ve bir Kürt. Bütün farklılıklarına rağmen birbirini anlamaya çalışan ve birbirini olduğu gibi kabul etmiş üç kişi. Bu buluşma sayesinde sonbahar güneşi kadar güzel bir yerdi dünya.
DİYARBAKIR - Bir Yunan, bir Gallerli, bir Kürt üç gazeteci, Diyarbakır’da bir kafede, Türkçe sohbet ediyorduk. Yunan ve Gallerli gazeteciler uzun yıllar İstanbul’da çalıştıkları için Türkçe biliyorlardı. Yunanın Türkçesi, Yeşilçam filmlerindeki Rum karakterlerin konuşmasına benziyordu. Bu yüzden kulağıma hiç yabancı değildi konuşması ve eskiden de böyle miydi hatırlamıyorum ama şimdi çok sempatikti.
İngiliz olmadığını Gallerli olduğunu her fırsatta hatırlatan gazetecinin Türkçe konuşması, belki sadece kültürel mimikleri nedeniyle Türkiyeli olmadığını gösteriyordu.
HDP’nin Sanat Sokağı’ndaki eylemini takip etmiş, öyle gelmiştim buluşmaya. Sonbahar güneşi güzeldi. Kafenin avlusunu dolduran müzikler ile insan sesleri güzeldi. Uzun zamandır görmediğim dostlarımla birlikte olmanın keyfini yaşıyordum.
“Eylem nasıldı?” Yunan ve Gallerli gazeteci arkadaşlarım soruyor. Diyarbakır’daki bütün eylemler gibiydi, başka nasıl olacaktı ki. Sabah saatlerinde eylemin yapılacağı alan ve çevresi polis ve polisin bütün zırhlı zırhsız araçlarıyla çembere alınmıştı. İnsanlar yolunu değiştirip işlerine, dostlarına, belki hastalarına gidiyorlardı. Polis, eylemci olmayanların geçişine erken saatlerde engel olmuyordu aslında. Ama tam teçhizatlı polis ordusu, insanın yolunu değiştirmesi için yeterince caydırıcıydı zaten.
HDP, belediyelere kayyım atamasını, HDP’li belediye başkanlarının tutuklanmasını ve buna sessiz kalan Meclis’i protesto etmek üzere Diyarbakır’da toplanma kararı almıştı. Eş Genel Başkanlar ve bütün milletvekilleri Meclis çalışmasına ara vermiş, gelişmelere dikkat çekmek için 3 gün boyunca eylem yapacaktı. “Sokaktayız, halkımızla birlikteyiz, iktidarın baskısına karşı direniyoruz” mesajı verilecekti.
Yaklaşık bin kişi, polisle uzun süren müzakerelerin ardından, polisin açtığı koridordan eylemin yapılacağı alana girebildi.
Müzakereler sırasında elbette anayasal haklardan söz edildi ancak polis emir almış, sadece sınırlarını kendisinin çizdiği koşullarda eylem yapılacağı konusunda diretiyordu ve bu nedenle görüşmeler uzadıkça uzamıştı.
Şunu belirtmekte yarar var: HDP’nin yapmayı tasarladığı eylem, bir basın açıklaması ve oturma eylemiyle sınırlıydı. Birçok kişinin kayda değer bulmadığı eylem yani. Ama devlet bu eylemi ciddiye alıyordu ve bu nedenle eylemci sayısından çok polisi eylem alanına yığmıştı.
Eylem, yani basın açıklaması polis çemberi içinde gerçekleşti. Bu, HDP için bir başarı sayılabilirdi. Çünkü günlerdir HDP’lilerin en ufak eylemine izin verilmiyordu. Kimi zaman HDP’lilerin HDP il binasından çıkmasına izin verilmiyor mesela. Polis kalkanlarıyla kapıyı kapatıyor, il başkanı ya da milletvekillerinin dışarı çıkmasına engel olabiliyor. Ya da tam tersine, HDP’lilerin HDP il binasına girmesine bariyer koyabiliyor. İtiş kakış, kalkanlar, coplar, TOMA’lardan sıkılan su, biber gazı...
Bütün bunlar il binasının önünde oluyorsa, il binasının önünde yaklaşık iki aydır çocukları için eylem yapan aileler, polis tarafından bir kenara alınıyor, kıllarına zarar gelmesin diye. Olaylar yatıştıktan sonra aileler yine polis refakatinde il binasının önündeki yerlerine geçiyorlar. Polis, HDP’nin seçim otobüsünü kaldırdı geçenlerde ve otobüsün bulunduğu yere, aileler için kendi elleriyle çadır kurdu. Havalar soğumaya başlamış, arada yağmur yağıyordu. Aileleri korumak gerekiyordu ve polisin şefkatini ailelere göstermek gerekiyordu.
Ancak aynı günlerde Bismil Belediyesi Eşbaşkanının gözaltına alınması üzerine Bismil’e giden HDP Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları’nın yüzüne kısa mesafeden ve hedef gözeterek biber gazı sıkan da bir polisti. Basın açıklaması yapmak isteyen HDP’li milletvekillerinin etrafını saran polisin, milletvekillerinin sesinin duyulmaması, hatta görünmez olmaları için kalkanlarını büyük maharetle kullandığı görüntüler hafızalara kazınmıştır.
Bir Yunan, bir Gallerli ve bir Kürt üç gazeteci, bunun nasıl bir tahammülsüzlük olduğunu konuşuyorduk. Nitekim bir gün sonra HDP’liler, Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve milletvekilleri ile birlikte Bağlar ilçesinde, Sakarya Caddesi’nde esnaf ziyareti yapmak istedi. Müzakereler yine uzun sürdü ve ancak milletvekillerinin söz konusu esnaf ziyareti yapabileceği yönünde bir uzlaşmaya varıldı.
Milletvekilleri esnafla selamlaşırken üç kez durduruldular. Polis, “Böyle olmaz” dedi, “Halk peşimizden geliyor. Alkışlıyor sizi. Böyle esnaf ziyareti olmaz.”
Nasıl olacaktı peki? Oy verdikleri milletvekillerini alkışlamayacak, selamlamayacak da ne yapacaktı Bağlar halkı?
“HDP belki başka eylem şekilleri keşfetmeli” diyordum. Polisin milletvekiline parmak sallamayacağı, polisle milletvekilinin yaka paça birbirlerine girmeyecekleri bir eylem tarzı. Çünkü milletvekiline yükselen her ses, sallanan her parmak, sıkılan her gaz, aslında HDP’ye oy veren 6 milyon seçmene karşı da gerçekleşiyor. Bu, oy veren herkesin moralini bozuyor. Bunu hakaret olarak kabul ediyor ve kullandığı oyun değersizleştirilmesi olarak değerlendiriyor. Elbette tepkisini göstermek için nasıl yöntemler bulacağı yönünde HDP’ye akıl verecek değilim, mutlaka kafa yoran çok sayıda partili vardır. Ama bir kamu görevlisinin yüz binlerce oy almış seçilmiş bir şahsiyeti itip kakmaya haddi ve cesareti olmamalı. İktidar polisine bu cesareti veriyor olabilir ama seçilmişler buna fırsat vermemeli.
Biz üç kişi, bir Yunan, bir Gallerli ve bir Kürt, aslında bambaşka şeylerden konuşuyor olabilirdik. Örneğin üçümüzün de yazmayı planladığı kitaplar var ve bu kitaplarla ilgili daha çok konuşabilirdik. Çocuklarımızın çocukluklarından söz edip gülebilirdik, okullarından, hayallerinden, onlarla aramızdaki kuşak farkından dem vurup kederlenebilirdik.
Öyle olmadı. Türkiye’yi konuştuk. Suriye’deki gelişmeleri, Trump ve Putin’i, Kürtlerin mücadelesini konuştuk. Öfkelendik, kederlendik, hayıflandık daha çok ve fırsat buldukça, her şeye rağmen güldük.
Türkiye’de, Diyarbakır’da olmanın ağır yükü altındaydık. Etrafımızda akılsız hamaset vardı, kör düşmanlık, kötülükle biçimlendirilmiş bilinç vardı.
Bir Yunan, bir Gallerli ve bir Kürt. Bütün farklılıklarına rağmen birbirini anlamaya çalışan ve birbirini olduğu gibi kabul etmiş üç kişi. Güzel bir sonbahar gününü birlikte geçirdik.
Dünya, aslında güzel bir yerdi. Sanki.