İklim krizi ve yataktan Jane Fonda gibi kalkmak
İklim krizi endişesinin özellikle gençler arasında depresyon ve kaygı bozukluğuna yol açtığını gösteren veriler artıyor. “Çok geç, çok yetersiz“ düşüncesi yükselişte. İklim krizine dikkat çekmek için 80’inden sonra çevre aktivisti olan Hollywood yıldızı Jane Fonda ise umutsuzluğa karşı bir ilham oluyor. Kimse mükemmeli oynamak zorunda değil. Her küçük adım yine de bir adımdır. Şikayet etmek değil, yapılabilecek en doğru şeyi elimizden geldiğince yapmaktan bahsediyorum.
Ayşegül Dikenli Williams
LONDRA - 80’lerimize kadar yaşarsak ve dünya hala yerinde kalırsa umarım hepimiz Jane Fonda gibi kalkarız sabahları yataktan. İklim krizine dikkat çekmek için 80’inden sonra çevre aktivisti olan Hollywood yıldızı umutsuzluğa karşı bir ilham. Peki biz sıradan ölümlüler gelecek kuşakları tehdit eden bu küresel krizle umutsuzluğa kapılmadan nasıl mücadele edebiliriz?
Oscar törenine daha önce Cannes’da da giydiği elbiseyle boy gösteren 82 yaşındaki Jane Fonda, ödül gecesinde omuzuna attığı kırmızı paltosunun aldığı son yeni şey olduğunu ve bundan böyle yeni kıyafet almayacağını söyleyerek küresel iklim krizine dikkat çekmişti. Fonda, bir Hollywood efsanesi; 80’inden sonra çaresiz ve depresif olmaktansa bir şeyler yapmaya karar veriyor. “Şöhretimi bir baskı unsuru olarak kullanmayacaksam ne manası var?“ demesi ise tam bir 2020 ruhu.
İklim krizi endişesinin özellikle gençler arasında depresyon ve kaygı bozukluğuna yol açtığını gösteren veriler artıyor. “Çok geç, çok yetersiz“ düşüncesi yükselişte. Kırmızı paltosu ve kelepçeli elleriyle Washington’da defalarca gözaltına alınırken fotoğraflanan Fonda ise küresel iklim krizi kaygılarıyla karamsarlığa kapılan gençlere umut ışığı oluyor. “Altından kalkamayız, zaten dünyanın sonunu getirdik“ deyip enseyi karartmanın kimseye faydası yok. Hergün umutla kalkıp neler yapabilirim diye düşünmek hem ruh sağlımıza hem de dünyamıza daha faydalı. 82 yaşında, en havalı haliyle kelepçelenen Jane Fonda ise benim yeni ilham kaynağım.
Yeşil enerji, alternatif mekanizmaların hayata geçmesi kolektif bir çabayı gerektiriyor. Çözümün büyük şirketlerin üretim metotlarını değiştirmesi kadar günlük yaşamdaki alışkanlıklarımızın tepetaklak değişmesinden de geçtiğini hepimiz biliyoruz. Ekonomik karşılığı olmayan toplumsal hareketler kısa soluklu oluyor. Bu hafta sonu alışveriş güdümü ikinci el mağazalara giderek dizginlemeye çabaladım. Çelişkili ve tutarsız harcamalarım da oldu. Attığımız adımları küçümsemeden devam etmekse tek alternatif.
KÜRESEL İKLİM KRİZİ VE KÜÇÜK ADIMLAR
Tüm dünyayı saran çevre hareketleri İngiltere’de de günlük yaşantımızın eskiden olmadığı kadar bir parçası. Dev şirketlerin petrol ve otomobil politikalarını değiştirmesinin yolu radikal sosyal ve bireysel değişimden geçiyor. Hayvansal gıdaları tüketmenin dünyamız için iyi olmadığı, plastik tüketimini azaltmak, karbon ayak izimizin bilincinde olmak hepimizin farkında olduğu mevzular. Yeni olan ise bu mevzulara yaklaşım meselesi. Parmak sallayan, vaaz veren üslubu mu seçeceğiz yoksa bu tartışılmaz evrensel doğruları günlük hayatlarımızda mümkün olduğunca sürdürülebilir kılarak uzun vadede daha etkili bir haraket mi oluşturacağız?
Geçenlerde Prens Harry ve Düşes Markel’in bir yandan küresel ısınma sorunundan dem vururken diğer yandan jet uçaklarıyla seyahat etmeleri çok eleştirilmişti. İkili mahcup bir şekilde 'mükemmel değiliz ama elimizden geleni yapmaya gayret ediyoruz' tadında bir savunma yapmışlardı. Peki ya bizler? Kendimden yola çıkacak olursam sosyal medyada çevreye duyarlı örnek vatandaş pozları versem de gündelik hayatımda çelişkiler içinde yaşadığımı itiraf etmeye karar verdim. Mış gibi yapmaktansa kendime ve çevremdekilere dürüst olmayı seçiyorum. Kimse mükemmeli oynamak zorunda değil. Her küçük adım yine de bir adımdır. Hiç et yemeyen birinin et yemeyi azaltanı, evine plastik sokmayıp her yere bisikleti ile giden mükemmel bir çevrecinin, o kadar mükemmel olamayıp elinden geldiğince geri dönüşüme katkıda bulunanın çabasını küçümsemeden, azarlamadan birlikte yaşamasından bahsediyorum.
YARGILAMADAN, TEPEDEN BAKMADAN...
Arkadaşım Grace, militan bir çevreci ve vegan. Onu Londra’daki birçok protestoda görebilirsiniz. Benim gibi çelişkili ve tutarsız part-time'lardan değil. İnandıklarını hayata geçirme konusunda çok ciddi ve tutkulu. Onunla buluşmalarımızın en güzel yanlarından biri ise veganlık bir yana henüz vejeteryan bile olamayan beni yargılamaması ve vaaz vermemesi. Gerçi bu torpilli hoşgörüsü sınırlı. Tinder’da (çöp çatan sitesi) et yiyenlerle çıkmıyor mesela. Grace bana ilham veriyor ve her görüşmemde güçlendiğimi ve günlük yaşantımda ilerleme kaydettiğimi hissediyorum.
Nina ise sıkı bir vegan. Geçenlerde konuşurken “Çocuğum yok. Düşünmüyorum da, bunca kimsesiz çocuk varken biyolojik çocuk tam bir bencillik. Zaten her çocuk en büyük karbon ayak izi. Çocuğu olan insanların bu umursamazlığına hayret ediyorum. Geleceği tehlikede olan senin çocuğun“ tarzı sarsıcı şeyler söyledi. Hak verdim açıkçası.
Geleceğinden endişe ettiğim bir çocuğum var, hala vegan değilim ve hala yapabileceğimin maksimumunu yapmıyorum. Ama Nina bana ilham oluyor. Şikayet etmek değil, yapılabilecek en doğru şeyi elimizden geldiğince yapmaktan bahsediyorum.
Konuyu tekrar Jane Fonda’ya bağlarsak, 80’lerime kadar yaşarsam ve dünya hala yerinde kalırsa umarım sabahları Fonda gibi kalkarım yataktan.