Dizilerde feminizmin zirvesi: Killing Eve
Biri işini fazla seven bir kiralık katil, diğeri ise işinden sıkılmış bir gizli servis çalışanı iki kadın arasındaki ölümcül kedi fare kovalamacasını anlatan Killing Eve, üçüncü sezonuyla ekranlara erken dönüş yaptı.
Ayşegül Dikenli Williams
LONDRA - Oysa Killing Eve’in yeni sezonunun yaz aylarında yayınlanması planlanmıştı. Koronovirüs nedeniyle evlerine kapananlara bir jest olsun diye BBC diziyi öne çekerek biz sabırsız hayranlarını gerçekten sevindirdi.
Beklentiler yüksek, eleştirmenler diken üstünde eleştirmeyi bekliyorlardı. Ancak pandemi nedeniyle mi bilinmez, kalemler yumuşak, 'Yeni bir içerik gelmiş ekranlara daha ne olsun' havası hakim. Ben de o havada olanlardanım. Şu zamanda orijinal içerikli bir yapım önüme gelmiş niye eleştireyim? Hele de 2021’de içerik, dizi, film sıkıntısı çekeceğimizi düşündükçe.
Phoebe Waller-Bridge’in yazdığı ilk sezonun zekası, kıvraklığıyla eşleşebilecek mi üçüncü sezon? Waller-Bridge’siz ikinci sezonu da bayılarak izlemiştik ama hep birazcık pırıltı azalmasıyla. Boynumuz bükük, ne de olsa Waller-Bridge, artık Hollywood’larda. Eski püskü Londra’ya dönüp dizi çekecek değil ya. En son James Bond filminin senaryosuna katkıda bulunmak gibi işlerle uğraşıyordu ne de olsa. Yeni James Bond filminde cinsiyetçi bir dil kullanılmadığından emin olmak için senaryo başka kime emanet edilebilirdi ki? Gerçi öyle feminist bir polis olmadığını özellikle vurguluyor Waller-Bridge röportajlarında. 'James Bond No Time To Die’daki işi seneryoyu ‘cilalamak’ olmuş.
KILLING EVE NASIL KÜLT OLDU?
Düşük bütçeli, beklenmedik senaryolu diziler yapar bazen BBC. Bir kenarda bulunsun, bir iki sanatçının karnı doysun, alternatif şeyler de olsun tadında olduğunu düşünürüm ben bunların. Killing Eve de biraz öyleydi ilk çıktığında. Ucuz dediysek Sandra Oh, ya da Jodie Comer gibi starlara parayı bastıramayacak kadar da ucuz değil tabi. Ama çıkışı bir Crown gibi de değildi. Kostümler, saray kapamalar olmayınca diziler ucuz oluyor.
Üçüncü sezonun ilk bölümünde kahramanımız Eve’in hayatta kaldığını söylemek spoiler olmayacaktır. İçgüdülerimiz onsuz yeni sezonun olmayacağının sinyallerini vermiştir eminim. Hem iki kadın arasındaki bu bağı hangi yapımcı koparmaya cesaret edebilir şaşarım.
Kahramanımız Eve, İngiliz İstihbarat teşkilatındaki görevinden sıkılmış ve kadın suikastçilerin profilleriyle ilgilenmeye başlamıştır. Kocası iyi bir insan, iyi bir öğretmendir. Ancak Eve, göreviyle ilgili her şeyi onunla paylaşamayacaktır. Hatta tatlı kocasını, tüm bu kargaşadan uzak tutmak ona ekstra bir yük olacaktır. Dizide beni en çok yoran Eve’in bu çabası oluyor diyebilirim. Tamam erkekler de hayatta kalsın ama Eve için bunun yeterli olmayacağını biliyoruz.
İyi ama biraz sıkıcı kocasıyla Londra’daki mütevazi evine gidip gelen sıradan bir devlet memurudur Eve. O dağınık saçlarına, o hep bir şeylerin eksik olduğu hissini yaşadığı anlara dönelim. Özelikle ofis ortamı, bürokrasinin griliği, evlerindeki sıradan hayatları (fazla sıradan). O bölümün adının ‘Nice face’ olması da tesadüf değil bence. Villanelle’nin güzel yüzü de olmasa hayat çekilir gibi değildir. Her iki kadın da umutsuzca öteki hakkında daha fazla bilgi edinmek için görevlerine daha az odaklanmaya başlarlar ve olaylar olaylar.
KORE MAHALLESİ'NDE BİR EVE
Üçüncü sezonun ilk bölümünde beni en heyecanlandıran sahne Eve’in yeni taşındığı semtin benim yaşadığım semte yakın New Malden olması oldu. Bu dizinin tonuna yönelik bir laf çakma değil kesinlikle, sadece sevimli bir detay. New Malden Güney Kore dışında en çok Koreli’nin yaşadığı yer dünyada. Küçük bir Kore kasabası diyebiliriz ve Kore mutfağını tatmak için gurme Londalıların da adresidir. Eve’i Londra’nın bu biraz heyecansız köşesine getiren neydi? Eh o kadarını söyleyemeyiz ama kahramanımızın Kore kökenli olması tabi ki başlıca neden. Eve Polastri’nin soyadının Polastri olması ise dizideki öğretmen kocasının Polonya kökenli olmasından. Bu özellikleriyle tam bir Londra dizisi aslında Killing Eve. Ne de olsa belediye başkanı Pakistan asıllı olan bir şehirden çıkma. Herkes başka bir kökenli.
TUTTUĞUM TAKIM EVE
Villanelle’den çok az bahsettiğimi farkettim. Herkes takım tutar gibi tutuyor ya baş kahramanları, ben Eve’ciyim. Belki o karmaşık saçı aynı benim saçıma benzediği için bilemiyorum. Saç ortaklığı vardır kadınlar arasında. Saçı sizinkine benzeyen kadınlar biraz kardeşinizdir.
Kardeşlik değince Killing Eve’in artık bir kült olduğunu söylememize gerek yok. Hatta feminist televizyonun zirve yaptığı nokta diyenler çoğunlukta. Dizide bir tane mühim erkek karakter yok. Sıkıcı koca Niko, Villanelle’nin suikastlerini ayarlayan Konstantin, teknik işlere bakan bir genç (adı mühim değil). Erkekler bundan ibaret. Daha da önemlisi bunun eksikliğini hissetmiyoruz. Hem geriliyoruz, hem hiç beklenmedik bir an da gülüveriyoruz ya da Villanelle’nin o gün giydiği pahalı tasarım elbisesine hayran kalıyoruz.
Luke Jennings'in Codename Villanelle serisi romanlarından uyarlanan dizide üç güçlü kadın var. Hiçbiri kahraman değil. Hepsinin zayıflıkları, kusurları var. Hatta diziyi başarılı kılan bu kusurlarının altının çizilmesi. Hiçbir karakter ölümüne etik ya da örnek vatandaş değil. Yanlış kararlar verebiliyorlar, yanlış insanlara aşık olup her şeyi mahvedebiliyorlar da. Feminist mesajları gözümüze sokmuyor Killing Eve yaratıcıları.
Kadınlar da komik ve zaman zaman sersem olabiliyor. Hem çarpıcı bir estetik hem de bir casus gerilim dizisinden beklenen iniş çıkışlar. Hem Tarantino filmlerini andıran kanlı sahneler hem de arkadaş olup bir şeyler içmeye çıkmak isteyeceğimiz tarzda bir psikopat kiralık katil. Akşam işten dönüp televizyonda görmek istediğimiz her şeyi kapsıyor gibi görünüyor bu sezon da.