Tohumlar ve kadınlar
Şu anda oturduğumuz köyde işin çoğunu kadınlar yapıyor. Erkekler genelde sadece traktörle yapılan işlere bakıyor. Bitkileri çapalamak, yabani otları temizlemek, zeytin toplamak gibi el oyalayan, emek isteyen işler hep kadınların üzerinde. Mesela inekleri olan bir komşunun hanımı ilçeye inip sütü kapı kapı sattığı için eşinin gözünde çok kıymetli bir yerde. Bir başkasının hanımı İznik Gölü kıyısına zeytin toplamaya iniyor. Kadınlar köylerde üretimin sürekli içinde. Dolayısıyla köylülük ve feminizm kavramları zannedildiği kadar birbirinden uzak değil.
Tohum toplamak hep kadınlara ait bir işmiş gibi gelir bana. Belki de ailede böyle bir hikaye olduğu içindir. Babamın ninesi köyden ayrılıp şehre yerleştikten çok sonra bile yiyip de beğendiği meyve ve sebzelerin tohumlarını ayırırmış. Köydeki akrabalar onun bu huyunu bildikleri için ziyarete geldiklerinden ona tohum sorarlarmış. Ninem de sakladığı tohumları onlara verirmiş. Belki köydekiler tohum toplama işini biraz savsakladıkları için tohumsuz kalıyorlardı, belki de ninemin en güzel tohumları topladığına itikatları sağlamdı.
Şimdi ben de bahçede bereketini ya da lezzetini, erkenciliğini ya da geççiliğini beğendiğim pek çok şeyin tohumlarını topluyorum. Ninem muhtemelen benden daha derli toplu birisiydi. Tohumlarını minik minik bohçalara koyup eski sandıklarda saklardı. Bu görüntü bile bana hep kadınları hatırlatıyor. Sabırlı, küçük ve hayati işleri hep onlar yapar sanki. Unutmayan, sürdüren onlardır. La Via Campesina’nın kadınları öne çıkarması da bana bu yüzden hiç şaşırtıcı gelmez. La Via Campesina, Latin Amerika’dan başlayıp bütün dünyaya yayılan bir köylü hareketi. Gıda egemenliği kavramını ortaya atan da onlar; yani halkların sürdürülebilir yöntemlerle üretilen, kendi kültürlerine uygun, sağlıklı gıdalarla beslenme, kendi gıda ve tarım sistemlerini belirleme hakkını. Talepleri şunlar: tarım reformu, toprakların ve suların kontrolünün halklara verilmesi, serbest ticaretin kısıtlanması, feminizmin köylülere mâl edilmesi, insan hakları ve göçmen işçi haklarının tanınması, agorekolojinin yaygınlaştırılması, köylü tohum sistemlerinin geliştirilmesi, gençlerin tarıma katılımının sağlaması.
Şu anda oturduğumuz köyde de işin çoğunu kadınlar yapıyor. Erkekler genelde sadece traktörle yapılan işlere bakıyor. Bitkileri çapalamak, yabani otları temizlemek, zeytin toplamak gibi el oyalayan, emek isteyen işler hep kadınların üzerinde. Mesela inekleri olan bir komşunun hanımı ilçeye inip sütü kapı kapı sattığı için eşinin gözünde çok kıymetli bir yerde. Bir başkasının hanımı İznik Gölü kıyısına zeytin toplamaya iniyor. Kadınlar köylerde üretimin sürekli içinde. Dolayısıyla köylülük ve feminizm kavramları zannedildiği kadar birbirinden uzak değil.
Bazen dünyayı, silahlarla oynamayı seven, çete kurup birbirine kabadayılık yapan, kendinden zayıflara eziyet eden, fazlaca şımartılmış 5 yaşında erkek çocuklar yönetiyormuş gibi geliyor. Geçen yıl dünya genelinde silahlanmaya ayrılan bütçe 1 trilyon 800 milyar dolar, kişi başına 239 dolar düşmüş. Şimdiki dolar kuruyla yaklaşık kişi başı 1600 lira. Bu para silahlara harcanmak yerine insanlara verilse, rahat rahat bir aylık karantina uygulamak mümkün olurdu bütün dünyada ve covidi belki tümüyle bitirebilirdik. Şimdi sadece yakalanmadan geçen süreyi uzatmaya çalışıyoruz. Hem yakalanırsak ne olacağımız belirsiz hem de uzun vadede ekonominin ne hale geleceği. En son çay üretiminin risk altında olduğunu okudum. Yurtdışından çay toplamaya gelen mevsimlik işçiler yolculuk kısıtlamaları yüzünden gelemiyormuş, başka şehirlerde olan üreticiler bahçelerine gidemiyormuş. Sadece çay değil diğer pek çok ürün de risk altında olabilir. Gittikçe artarak yaşamlarımızı tehdit edecek her türlü musibete karşı bizi bu 5 yaş şımarık erkek çocuğu yönetim biçiminden kurtaracak şeylere ihtiyacımız var. Bu normale kesinlikle dönmek istemiyoruz. Silahlara değil sağlığa, temiz enerjiye ve doğal gıda üretimine yatırım yapılmasını istiyoruz.
ABD’nin Hawaii eyaleti de bu normale dönmek istememiş ve bir “feminist ekonomik toparlanma planı” uygulamaya karar vermişler. Ekonomiyi eski normaline döndürmek yerine cinsiyet eşitliği sağlayacak bir sistem inşa etmek istiyorlarmış. Yerli ve göçmen kadınların, bakıcıların, yaşlı kadınların, lezbiyenlerin, mahkum ve evsiz kadınların, ev içi şiddet ve seks trafiği mağdurlarının, özürlü kadınların ihtiyaçlarına cevap verecek özel bir program hazırlayarak kültürel bir dönüşümü hedefliyorlarmış. Buna benzer hamleleri bütün dünyada yaygınlaştırmak zorundayız. Eski normalimiz, kurtulmamız gereken şimdiki normalimiz, kadınlar için tam bir katliam anlamına geliyor. Yeni normalimizde yine kadın hareketinden alınan İspanyolca bir sloganla “ni una menos”, tek bir canlı bile eksilmeden yolumuza devam etmek zorundayız. İnsanlıktan umudumuzu kesmek gibi bir lüksümüz yok çünkü insanlıktan umudu kesersek dünya yok olacak.
Yüzbinlerce yıldır en büyük, en verimli, en tatlı, en güzel kokulu, en dayanıklı türleri seçerek şu anda yediğimiz gıdaları oluşturan ninelerimizle dedelerimizin bize sunduğu sebzelere geri dönelim. Şu anda tam sebze ekim mevsimi, hatta daha güneyde çok daha önce başladı. Nisan ayı biraz serin gittiği için ve bizim burası yarı yayla sayılacağı için bahçemizde sebze ekim faaliyetlerine yeni yeni başladık. İlk başta iki ay önce çimlendirdiğim domates fidelerini ektik, sonra biber ve patlıcan fidelerini, şimdi havaların ısınmasıyla sıra fasulye, mısır ve ayçiçeğine geldi. Biberlerin arasında havuç, patlıcanların arasında pancar deniyorum bu sene. Umarım iyi netice verir. Soğanlarımızı zaten Mart başında ekmiştik, bezelyeyle birlikte. Kasım’da ektiğimiz sarımsaklar sanki bu sene daha iyi gelişti, nohutlar da çiçek açmaya başladı. Enginarlar minicik baş veriyor, yerelmaları ilk bir iki yapraklarını topraktan çıkardı. Çilekler çiçekte. Bütün meyve ağaçları çiçek açtı, bazıları meyve tuttu. İnsana büyümeyle dolu bir bahçe kadar emniyet veren çok az şey vardır.
Konuya fazla aşina olmayanlar için sebze yetiştiriciliğiyle ilgili birkaç püf noktasından bahsetmek isterim. Öncelikle toprak hazırlığı. Genel uygulama bildiğiniz gibi toprağı kazmak, bellemek. Bizimki gibi killi toprağın olduğu yerlerde çatalla kazmak daha kolay oluyor. Bu çatallar Karadeniz’de daha çok kullanılıyormuş galiba. Toprağı kazmak, içindeki ayrık ve sarmaşık türü kalıcı yabani otları temizlemek için özellikle ilk iki üç sene gerekli. Ama mesela sebze ekmenize daha iki yıl varsa toprağı siyah renkli jütle örterek de bu otları öldürebilirsiniz. Işıksız kaldıklarında bir buçuk, iki yıl içinde ölüyorlar. Sebze ekeceğiniz alanı belirleyin, üzerini örtün, etrafına bir iki taş koyun ve iki yıl unutun. Aynı şeyi kartonla yapmayı önerenler vardı. Biz de bahçemizde denedik ama memnun kalmadık. Kartonun aralıklarından sağından solundan sürekli fışkırıyor otlar, hem karton da bir süre sonra erimeye başlıyor.
Her işi yapmak için farklı yöntemler olabilir. Birkaç sene önce Ruth Stout’un Gardening Without Work kitabını okuduğumda hem eğlenceli üslubundan çok keyif almıştım hem de beleş bir bitki yetiştirme yöntemi öğrenmiştim. Stout toprağın üzerine malç şeklinde yaklaşık 20 cm bitkisel malzeme yığıyor. Daha ziyade bahçede biçtiği yabani otları. Etrafta bolluğu varsa saman da kullanılabilir. Zaten bence bu işin en zor tarafı bol miktarda malzeme temin etmek. Toprak hiçbir zaman kazılmıyor, yöntemin adı no-dig. Toprağın üzerindeki bitki artıkları aşağıdan yavaş yavaş çürüyerek toprağı hem besliyor hem de nemini koruyor, ayrıca kuruyup sıkışmasını engelliyor. Sistemi iyi oturtursanız toprağınızın yapısı çok iyileşiyor, sulama miktarı yarıya hatta üçte bire düşüyor, hiç çapa yapmak gerekmiyor, çözülen bitki artıkları toprağı beslediği için pek gübre bile gerekmiyor, çıkan tek tük otları da söküp malçın üzerine ilave ediyorsunuz.
Biz bu yöntemi kısmen uyguluyoruz. Toprağı sürekli örtülü tutamıyoruz ama sebzeleri ektiğimizde etrafta bulduğumuz bütün bitki artıklarını diplerine yığıyoruz. Gerçekten mükemmel sonuçları oluyor. Bir you-tube kanalı olduğunu sonradan öğrendiğim, kitaplarını okuduğum Charles Dowding, aynı yöntemi kompostla uyguluyor. Bol miktarda kompost imal edebiliyorsanız bence malçtan daha iyi olur. Toprağın kazılmaması karbonun toprakta kalmasını ve havaya karışmamasını da sağlıyor. Ayrıca toprağın içindeki canlılar ve mikroorganizmalar farklı derinliklerde yaşıyor ve faaliyet gösteriyor. Kazdığınız zaman toprak ekolojisini bozmuş oluyorsunuz.
Bizde genelde sebzeleri ekmek için karık yapılıyor, sebzeler tümseklerin üzerine ekiliyor ve karıklardan da sulanıyor. Bu yöntem geniş alanlarda mecburi olsa bile (ki aslında damlalıklı sulama sayesinde bu mecburiyet de ortadan kalktı) bahçemizde çok su sarfiyatına yol açar. Tümseklerde duran bitkilerin suyu çabucak süzüleceği, dipleri kuruyacağı için sık sık sulamak gerekir. Hem de dalgalı yüzey alanı çok geniş olduğu için su hızla buharlaşır. Küçük çaplı sebze üretiminde, iki yandan ortasına uzanabileceğimiz 120 cm’lik tarhlar yapmak ve aralarında 40-50 cm’lik yollar bırakmak daha yerinde olur. Çok yağmur alan yerlerde bu tarhlar yükseltilir, böylece hem daha kolay çalışılır hem de su direnajı sağlanır ama bizimki gibi kuru ve sıcak iklimlerde tarhları yükseltmek su kaybına neden olacaktır. Sebze yetiştirirken daha iyi netice almak için düz zemine ekmenizi, mümkünse damlama sistemle sulamanızı (biz henüz başaramadık), hayvan gübresi, organik gübre ya da kompostla toprağı zenginleştirmenizi ve üzerini mutlaka kapamanızı tavsiye ederim.
Bunun dışında mümkün olduğunca yerli tohumlar ve özellikle bulabilirseniz kendi bölgenizde yetişen türlerin tohumlarını ekin. Yakın köylerdeki insanlarla konuşup o yöreye has bitki tohumlarını rica edebilirsiniz. Mesela biz bir komşunun verdiği yerli mısırı yetiştiriyoruz. Daha önce ektiğim hiçbir mısırdan öyle randıman almadım. Buraya alışık olduğu için güzelce gelişiyor. Her bitki her yerde yetişmez. Bölgenize uygun bir tür bulduğunuzda hemen tohum alın. Benim en önemli kriterim verim. Bazen bir domatesi ekiyorum ve aylarca üç beş meyve alıyorum. Buna tahammülüm yok. İkinci kriter lezzet. Üçüncü kriter az su istemesi çünkü burada suyumuz az. Ektiğiniz her sebzeden aynı randımanı almayı beklemeyin. Özellikle hibrit tohumlardan çıkan sebzelerin belli zamanlarda ilaçlanmak, aşırı miktarda sulanmak gibi çok özel istekleri olabiliyor. İnsanlar bunları ekip iyi netice alamayınca bu işi beceremediklerini düşünüyor. Sorun sizde değil tohumda.
Tabii bitkilerin hastalık ve zararlıları da olacaktır. Bunları da sıkı bir takiple ilk ortaya çıktığı anda müdahale ederek büyük ölçüde çözebilirsiniz. Füsun Tezcan’ın Börtü Böcek kitabını elinizin altında bulundurabilirsiniz. Kapağında da belirtildiği gibi doğa dostu öneriler ve ev yapımı ilaçlar içeriyor. Bir de birbirinin hayatını kolaylaştıran iyi bahçe komşuları var. Mısır, fasulye ve salatalık ya da kabak türleri mesela böyle bir grup. Kadife çiçekleri hemen hemen her bitki için harika bir komşu. Bu komşular birbirlerinin zararlılarını uzak tutuyor. Companion gardening diye ararsanız bu konuda bol miktarda bilgi bulabilirsiniz. Yine akılda tutulması gereken bir diğer konu aynı sebzeyi sürekli aynı yere ekmemek. Bu rotasyonla ilgili pek çok kaynak bulabilirsiniz. Hangi sebzenin ekildiği yere daha sonra hangi sebzeyi ekmeli? Sally Jean Cunningham’ın Great Garden Companions kitabı gayet iyi bir organik sebze yetiştirme rehberidir. Sürekli İngilizce referans verdiğim için üzgünüm ama senelerdir bu kaynakları takip ettiğim için Türkçede ne var ne yok pek bilemiyorum.
Bir de belki kalender olmak, fazla mükemmeliyetçi olmamak, biraz kaybı göze almak lazım bu işlerde. Yoksa kendinizi tarım zehirleriyle uğraşırken bulabilirsiniz. Biz mesela çok kolay bir ürün olan fasulyede bir türlü başarı sağlayamıyoruz ama her sene yine deniyoruz. Bir ara tutacak. İlk bir iki sene bakla da pek iyi yetişmiyordu ama sonradan gayet iyi mahsuller aldık. Şu anda da ilk yemeği pişirmemize bir iki gün kaldı. Ninelerimizin binlerce yıl öteden bize aktardığı doğru tohumları doğru yerlerde ekerek kendi gıdamızı yetiştirmenin ve afiyetle yemenin eşsiz keyfine varabiliriz. Bir taraftan da mevcut normali değiştirmek, önceliği bütün canlıları yaşatmak ve dünyayı korumak olan yeni bir düzen kurmak için neler yapacağımızı düşünebiliriz belki.