Bahçe ve hayvanlar
Bahçesi olan ve sürekli yabani otlarla mücadele eden herkes kaybedilmiş doğanın ne kadar çabuk geri geldiğini bilir. Şu anda motoru yavaşlatmaya başlarsak fazla uzak olmayan bir gelecekte karşılığını alacağımızı biliyoruz. Asıl enerjimizi daha fazla tüketmeye ve tahrip etmeye değil, yaptığımız hasarı onarmaya verirsek çok kısa sürede yol alabiliriz. Kaynaklarımızı onarıcı tarım pratiklerine, zarar görmüş doğal alanları eski haline kavuşturmaya harcayabiliriz. Yeni madenlere, nükleer enerji santrallerine, kömürlü termik santrallere ihtiyacımız yok. Kaynakları yenilenebilir enerjiye ayırabiliriz. Daha mütevazı hayatlar sürmeyi, daha az tüketmeyi öğrenebiliriz. Bunun ödülü de anlamlı ve mutlu bir hayat sürmek olacak.
Yeni normal deyince herkesin aklına karantina koşulları geliyor. Sevdiklerimizi göremediğimiz, rahatça sokağa çıkamadığımız, seyahat edemediğimiz, tiyatroya, sinemaya, konsere gidemediğimiz, kafelerde oturamadığımız, lokantalarda yiyemediğimiz, meyhanelerde dostlarla içemediğimiz bir durum. Yeni normal, neşe kaybına sebep olan bütün bu gündelik zorlukların yanısıra insanların işlerini kaybettiği, ekonominin sarpa sardığı daha ağır bir tabloyu da içinde barındırıyor. Bu yüzden de büyük bir depresyonla eşanlamlı hale geldi. Halbuki yeni normal ille de şu anda yaşadığımız bu sıkıntılı durum olmak zorunda değil. Aksine, bütün canlıları iyi yaşatacak daha mütevazı ve paylaşımcı bir hayat tarzına geçeceğimiz, dünyaya verdiğimiz zararı tamir edeceğimiz, insan olmanın onurlu, nazik, olgun, saygılı olmak anlamına geldiğini tekrar hatırlayacağımız, bütün canlılarla birlikte kalabalık ve birbirini tamamlayan bir bütünün parçası olduğumuzu idrak edeceğimiz, mevcut gereksiz bolluğun içinde bulamadığımız mutluluğu gönüllü ve değerli bir azlığın içinde bulacağımız güzel ve yeni bir yer olarak kurgulamak mümkün yeni normali.
Son zamanlarda dünyanın geri dönülmez bir noktaya doğru gittiğini gören çok sayıda insan sesini yükseltiyor. Bunun en son örneği Fransa’da 200 kadar sanatçı ve bilim insanının yazdığı ve “Lütfen Normale Dönmeyelim” çağrısında bulunan mektup. Yazıda kitlesel yokoluşun artık bir ihtimal olmaktan çıktığı ve ciddi bir varoluşsal tehdide dönüştüğü tespitiyle birlikte acilen bu yoldan dönülmesi talebi var. Burada bir bölümünü biraz serbestçe çevirmek istiyorum:
“Tüketim ve üretim saplantısı bizi hayatın değerini: bitkilerin, hayvanların ve insanların büyük bölümünün hayatlarının değerini inkar edecek noktaya getirdi. Kirlilik, iklim değişikliği ve elde kalan doğal alanların tahribatı dünyayı bir kırılma noktasına getirdi... Sosyal eşitlik siyasetiyle yenilenmeli ve ‘normale dönmeyi’ aklımızın ucundan bile geçirmemeliyiz. İhtiyaç duyduğumuz radikal dönüşüm her seviyede cesaret talep ediyor... Derhal harekete geçmemiz lazım. Bu hem bir hayatta kalma, hem de onur ve aklı selim meselesidir.”
Hayatta kalmak ve başka canlıları hayatta tutmak için harekete geçemiyorsak zaten yokoluşu hak etmiş olacağız. “İnsan ırkının bu kısa mahpusluğu sırasında dünya bize kendisini iyileştirme yetisine” sahip olduğunu gösterdi diyen Arundathi Roy da yazısında virüsün otoriter devletlerin nasıl işine yaradığını Hindistan örneğinden anlattıktan sonra, yine yukarıda sözü edilen onurun bir gereği olarak: “Bu motoru nasıl devre dışı bırakacağız? Görevimiz bu,” diye bağlıyor sözü. Bizde de Hindistan’daki gibi insanlar eve kapansa da şirketler talanı sürdürüyor ve sistem, toslamak üzere olduğu duvarı görmeyi reddederek frene basmadan son sürat ilerlemek istiyor. Salda Gölü kıyısına yapılaşmanın önü açılıyor, Bursa Kirazlıyayla’da sokağa çıkma yasağını fırsat bilen maden şirketine karşı koyan bir avuç köylü gözaltına alınıyor, Kazdağları Kirazlı’da madene karşı nöbet tutanlar fahiş para cezalarına çarptırılarak oradan uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Ülkesini tahrip etmekten hiç yüksünmeyen, on sene sonrayı düşünemeyen bir devletin himayesinde oluyor bütün bunlar. Motor bütün hızıyla işliyor.
Hakikatten ve değerlerden koparılmış çoğunluğun iyi kötü onayı ve rızasıyla, virüsün çıkışına kadar tıkır tıkır işleyen, virüse rağmen durmamak isteyen bu devasa ve tahripkâr motor nasıl durdurulabilir? Salgın zamanı bile AVM’ler açılır açılmaz kapısında kuyruk olan insanları gördükçe fazla iyimser olmak için sebep bulamıyor insan. Üç gün içinde 3.4 milyon insan gitmiş AVM’lere, tam buna hayret edecekken, normalde bu kadar sürede 19 milyon insan gittiği söyleniyor. Tüketimden vazgeçmek, bu intihari üretimden vazgeçmek nasıl mümkün olacak? Bu ölüm dürtüsüyle nasıl başa çıkacağız? Önümüzdeki muazzam tehdit karşısında devletlerin, bu salgını ve ilerideki başka yıkımları mümkün kılan düzeni devam ettirmek istedikleri çok açık. Onları bu yoldan nasıl geri çevireceğiz?
Bilim insanlarının bütün uyarılarına kulaklarını tıkayan bir yönetici elitle malûlüz. Dünyanın yok olması umurlarında değil. Bizi çok da uzak olmayan bir gelecekte bekleyen aşırı hava olayları, deniz seviyesinin yükselmesiyle suya gömülecek kıyılar (en verimli ovalar olan kıyı ovalarının, en kalabalık şehirlerin kaybı), yeni salgınlar, kuraklık, kıtlık, deniz ve kara canlılarının kitlesel olarak yokoluşu gibi ziyadesiyle korkunç hadiseleri kamuoyunun genelinden ustaca saklamak dışında bir şeye kafa yormuyorlar. Böyle büyük bir tehdit hiç yokmuş gibi yola aynen devam ediliyor. Devletleri dünyanın geleceği için doğru adımlar atmaya nasıl yönlendireceğiz? İnsanlığın (maske bile takamayan, mesafe bile bırakamayan) daha geniş bir kesimine bu bilgiyi nasıl ulaştıracağız? İnsanlar çocuklarının yaşamasını istemiyor mu?
Küçücük bir bahçede bile her şey birbirine bağlıyken koskoca dünyada yaşamı mümkün kalan zincirin halkaları fütursuzca koparılıyor. Biyoçeşitlilik kaybı yani dünyada her biri birbirinin hayatını mümkün kılan milyonlarca canlının bir kısmının, muhtemelen büyük bir kısmının kaybı çok ciddi bir risk. Bir kere bütün bu canlıların yaşama hakkı var. İnsan türünün çoğunluğu ölümcül bir tüketimi arzu etmeye şartlandırılmış diye bunca canlı neden ölsün? İkincisi bu canlıların her biri zincirin bir halkası ve o zincir dağıldığında en zenginler ve en güçlüler de zannettikleri gibi para kuvvetiyle hayatta kalamayacaklarını görecekler. Ama o noktaya gelene kadar bunca canlı onca acıyı neden çeksin?
Bahçesi olan ve sürekli yabani otlarla mücadele eden herkes kaybedilmiş doğanın ne kadar çabuk geri geldiğini bilir. Şu anda motoru yavaşlatmaya başlarsak fazla uzak olmayan bir gelecekte karşılığını alacağımızı biliyoruz. Asıl enerjimizi daha fazla tüketmeye ve tahrip etmeye değil, yaptığımız hasarı onarmaya verirsek çok kısa sürede yol alabiliriz. Kaynaklarımızı onarıcı tarım pratiklerine, zarar görmüş doğal alanları eski haline kavuşturmaya harcayabiliriz. Yeni madenlere, nükleer enerji santrallerine, kömürlü termik santrallere ihtiyacımız yok. Kaynakları yenilenebilir enerjiye ayırabiliriz. Daha mütevazı hayatlar sürmeyi, daha az tüketmeyi öğrenebiliriz. Bunun ödülü de anlamlı ve mutlu bir hayat sürmek olacak.
Bizim bahçemiz köyün merasına komşu ve ekilmediği için yirmi otuz senedir üzerinde hayvan otlatılmış. Geldiğimizde bir nevi çöl gibiydi. Şu anda etrafımız hâlâ öyle. Ağaçlar, tütünün para ettiği zamanlarda belki daha öncesinde kesilmiş. Tepeler çıplak kalmış. Sonrasında da temel gelir kaynağı hayvancılık olduğu için özellikle keçiler yüzünden ağaçlar yeniden büyümemiş. Buraya ilk geldiğimizde hemen ağaçlarımızı ekmeye başladık. Onlar da binbir zahmetle yavaş yavaş büyümeye başladılar. Ama daha ilk senemizde çitlerin dışıyla içi arasında bariz bir fark oluştu. Çayır bütün haşmetiyle geri döndü. Dışarıda bitki boyu 5 santimi geçmiyor. Bahçenin içindeyse bazen adam boyu otlar oluyor. Hemen hemen ilk cemrenin düşmesiyle birlikte ilk çayır bitkileri uyanıyor, sonra da yaz sıcakları hepsini kurutana kadar her hafta bir yenisi boy gösteriyor. Kimisi daha bol su isteyen, soğuk toleransı daha yüksek, sığ köklü geniş yapraklı bitkiler, kimisi diğerleriyle rekabetten kurtulmak için kurak zamanı bekleyen derin köklü, gri ve tüylü yapraklı bitkiler.
Toprağın hemen her seviyesine kök uzatıyorlar ve toprağı mükemmelen işliyorlar. Derinlerdeki besin maddelerini yukarı çıkarıyorlar. Bir santimlik boşluk bırakmadan toprağın üzerini mükemmelen örtüyorlar ve bol miktarda humus üretiyorlar. Bu yüzden de ağaçların altları hariç buranın doğal çayır bitkilerine hiç dokunmuyoruz. Kendi bildikleri gibi büyüyorlar. Tohum atarak bahçeyi dolaşıyorlar.
Bizim bahçedeki bu kır çiçeği bolluğu arıcıların da dikkatini çekti, her sene yeni bir arıcı gelip kovanlarını kuruyor, şu anda üç arıcı etrafımıza konuşlanmış durumda. Tozlayıcılar belki kır çiçeklerinden de çok bizim ektiğimiz çiçekli çalıları tercih ediyor. Arıları mutlu etmek için tavsiye edebileceğim çiçekli çalılar: Şubat’ta çiçek açan en erkenci çalı kış hanımelisi, ondan sonra çiçeklenme sırasına göre yayılıcı biberiye, grevillea, yer örtücü kekik, zeytin çalısı, adaçayı, lavanta, libya çimi. Çiçekte oldukları zamanlarda bu çalıların ve yer örtücülerin her birinin yanına gittiğimde bir kovan uğultusu duyuyorum. Çevredeki yaban arıları, bombuslar, toprak altına yuva yapan küçük arılar, çeşitli tozlayıcılar, yararlı böcekler de bu bolluktan çok memnun. Maalesef salyangozlar ve çekirgeler de.
Salyangoz çok sevimli görünse de bahçede ciddi bir bitki düşmanı. Bu konuda şikayet büyükse ördek bakmanın iyi bir çözüm olduğunu okudum. Biz son bir iki senedir ayakları bahçeye alışmaya başlayan kurbağalardan biraz yardım alıyor olabiliriz. Çekirgeler de özellikle büyüme dönemlerinde çok obur oluyorlar. Onları da buraya yerleşmemizden hemen sonra saçaklarımızda yuva kurmaya başlayan serçeler avlıyor bazen. Bazen de kediler. Permakültürde, sorunlarla baş etmekte hayvanların yardımına sıkça başvuruluyor. Mesela geniş bir alanınız varsa ve çok boylu bir çayır istemiyorsanız koyun bakabilirsiniz, otları yiyerek size yardımcı olacaktır. Daha küçük alanlarda tavuklar bu iş için kullanılabilir. Tavuk traktörü (chicken tractor diye ararsanız bolca sonuç çıkıyor) denilen bir alet var, yani yeri değiştirilebilen tekerlekli bir kümes. Her gün bahçenin başka bir yerine götürüyorsunuz. Tavuklar orada eşelenerek hem zararlı böcekleri yiyor, hem otları temizliyor hem de toprağı gübreliyor. Tavuklar en hızlı kompost makinesi. Verdiğiniz sebze artıklarını yiyerek hızla gübreye dönüştürüyorlar. Biz tavuk bakmıyoruz ama bu traktör işi çok cazip görünüyor.
Bahçemizde evcil hayvanlar dışında bazı yabani hayvanlardan da yardım alabiliriz. Mesela kirpiler, kertenkeleler ve kurbağalar. Kurbağaları çekmek için küçük bir havuz yapılabilir. Bunun için çok ayrıntılı bir hazırlığa gerek yok. Büyükçe bir leğeni toprağa gömmek ya da bir çukur kazıp içini naylonla kaplamak (naylonun delinmemesi için gerekli tedbirleri araştırın), içine biraz taş, kurbağaların üzerine çıkacağı bir yükselti, saksı içinde bir iki sulak alan bitkisi koymak yeterli. Suyu taşırarak yenilemek, havuzun etrafına bu suyu kullanacak bitkiler ekmek mümkün. Böylece salyangozların kontrol altına alınmasında kurbağalardan yardım alabilirsiniz. Kısacası bahçede sorunlarla karşılaştığımızda permakültürün havyanlardan yardım alma fikrini aklımızın bir kenarında tutmak ve çözümü doğanın içinde aramak her zaman için çok faydalı.
Zararlıları yemekle ünlü kirpiler saklanabilecekleri çalıların arasında rahat eder ama köpeğiniz varsa kirpiyi, kediniz varsa kertenkeleyi unutun. Kedilerin köstebekleri avlaması ve tarla faresi nüfusunu kontrol altında tutması işimize gelebilir. Ancak çok amansız avcılar olan kediler maalesef doğal hayata zarar verir. Buraya ilk geldiğimizde bol bol tarla faresi yuvası vardı ama kedilerimiz her gün birer ikişer avlaya avlaya soyunu tamamen kuruttular. Kedilerimiz ayrıca tohum ektiğimiz tarhları eşeleyerek tohumların çıkmasına da engel olur. Bunu engellemek için tohumlar çimlenene kadar tarhın üzerine kümes teli gibi bir şey örtebiliriz. Köpeklerimiz de özellikle küçükken ağaçları kemirebilir. Bizim rahmetli Çomi pek çok fidanımızı ortasından dişlemiş, gelişimini epey aksatmıştı. Fidanın yanına bir sopa dikmek faydalı olabiliyor. Ayrıca köpeklerin buldukları ganimetleri toprağa gömmek gibi bir huyları olduğu için hem bitkilere hem de tohum ekilmiş tarhlara zarar verebilirler. Dolayısıyla bazı hayvanlardan yardım alabiliriz ama çok sevdiğimiz başka hayvanlar işimizi zorlaştırabilir. Bahçede de hayatta olduğu gibi kendimize en uygun çözümleri bula bula ilerleriz. Başta işe yarayacak gibi görünen her öneri işe yaramaz.
Yazının sonunda, lütfen eski normalimize geri dönmeyelim çağrısını yinelemek istiyorum. Öldürmek de yaşatmak da elimizde. Ölümden beter bir hayat sürmek de neşeyi ve mutluluğu yaşamımıza tekrar davet etmek de elimizde. Doğa bütün çeşitliliği ve coşkusuyla geri döner ama asıl önemlisi biz doğaya geri dönebilecek miyiz? Varlığımızı borçlu olduğumuz, içimizde taşıdığımız ve yokluğunda eksik olduğumuz doğaya.