Bir bahçe kurmak
Tarihimizde asla bir bahçe fikrimiz olmadığını düşünürken son yaptığım okumalarla bir zamanlar epey canlı bir bahçe kültürümüz olduğunu görmek beni geçmişe bağladı. İstanbul’un her yerine yayılmış hasbahçelerde, içkisini içip müziğini dinleyerek sefa süren padişah imgesi bana fetih yapan savaşçı padişah imgesinden daha cazip geldi. Özellikle Kanuni’nin bu bahçeleri çok sevdiğini, bazı yabancı elçileri burada ağırladığını, kendi elleriyle bitkiler diktiğini öğrenmek benim için sürpriz oldu.
Uzun zamandır bizim coğrafyamıza ait bir bahçe tasarımı olup olmadığını merak ediyordum. İngiliz televizyonlarında izlediğim bahçe programları, bize has bir tasarım olmadığını düşündürüyordu bana. Bu programlardan birini sunan Monty Don’un dünyanın belli başlı bahçecilik ekollerini tanıttığı, İtalyan, Fransız, Japon bahçeleri üzerine programları, ayrıca İslam bahçe kültürünü anlatan Cennet Bahçeleri dizisi, hatta ABD’deki bahçe kültürünü araştırdığı ve kendilerine has bir bahçe ekolüne sahip olup olmadıklarına karar veremediği bir Amerikan Bahçeleri dizisi bile var. Seyrettiğim bu tür programlarda, okuduğum kitaplarda ve gündelik hayatımda Osmanlı, Anadolu veya Türk bahçesi diye bir şeye denk gelmedim. Tarihe karşı meraksızlığımın da bunda payı büyük.
Yukarıda sözünü ettiğim programları ardı ardına seyredince senelerdir rafta bekleyen İstanbul’un 100 Bahçesi kitabı geldi aklıma. Bir şablona denk gelme umuduyla Uğur Aktaş’ın hazırladığı bu kitabı okumaya başladım. Bahçelerde tekrar eden şeylerin altını bir bir çizdim: serviler, havuzlar, etrafı şimşir çevrili çiçek tarhları, bostan, kameriyeler... bir şablon var gibi yok gibi. Sultaniye Bahçesi bölümünde, Fransız Fresne Canaye’nin 1573’ta yazdığı pek de beklemediğim bir tasvir vardı: “Türklerin çiçekleri ne kadar sevdiklerini, onları ellerinde tutarken ya da türbanlarının kıvrımları arasına sıkıştırırken adeta kutsal bir şey gibi davranmalarını hayal etmek bile zordur. Ve padişah, diğerlerinden daha çok hoşuna giden bir ağaç bulunca hemen gölgesine her türden ve kokudan çiçek eker. Ve bahçelerde öylesine bir çeşitlilik vardır ki elinizi uzatmanız akla gelen her tondan karışık bir buket toplamanız için yeterli olacaktır.” Eskiden bu kadar çiçek sever ve bu kadar çeşit meraklısı bir milletken sonra başımıza ne geldi acaba?
Bu kitap İstanbul’un nasıl bir hasbahçeler, bağlar, bostanlar şehri olduğunu, sakinlerinin bitkilerle ve doğayla ilişkilerini anlamak konusunda bana çok yardımcı oldu. Ama arada bir yerde geçen “Türk bahçeleri gibi dağınık değildi” lafı dışında kafamda herhangi bir şablon pek de canlanmadı. Daha sonra aramayı sürdürdüm ve Gülru Necipoğlu’nun tam da aklımdaki sorulara cevap veren bir makalesine denk geldim: “The Suburban Lanscape of Sixteenth Century: Istanbul as a Mirror of Classical Ottoman Garden Culture.” İki kitabın ortak malzemesi çok olsa da Necipoğlu bu malzemeyi “Osmanlı Bahçe Kültürü neye benziyordu?” sorusu üzerinden incelediği için benim önümde başka bir pencere açtı. Kafamda şöyle bir bahçe planı şekillendi: Mütevazı, ahşap, dışarıya açık köşkler, köşklerin hemen yakınında dikdörtgen ya da kare, etrafı kırmızı çitlerle çevrili çiçek bahçeleri, fıskiyeli, balıklı havuzlar, su kanalları, çardaklar, avlular, bağlar, bostanlar, dışarıya doğru açıldıkça etrafın manzarasını görme imkanı sağlayan, bahçeyi içeri kapatmayan neredeyse doğal görünümlü, özellikle rüzgarı kesen servilerle dolu koru tarzı bir park/bahçe, oradan yabani ormanlık alana yumuşak bir geçiş. Fransızların aşırı geometrik ve görkemli, doğayı dize getirmeye ve kendi ihtişamlarını ilan etmeye yarayan bahçelerinden çok farklı, doğayla uyumlu, mütevazı bir temaşa için kurulmuş bahçeler. Hem de Avrupa’da olduğu gibi mimarlar tarafından değil, döneminde son derece itibarlı olan bahçıvanlar tarafından.
Özellikle de meyhane olarak işletilen bahçeler etrafında oluşan kültür, burada şiirlerin yazılıp okunması, sohbetler edilmesi, neredeyse kültür merkezi gibi kullanılması çok hoş bir ayrıntıydı. Bir başka ayrıntıysa imparatorluğun her yerinden İstanbul’a değişik çiçek ve ağaç türlerinin taşınması, bunları dört gözle bekleyen bitkiseverler olmasıydı.
Yine bu yazıdan, 16. yüzyıldan itibaren kendini bulan, Necipoğlu’na göre İslam bahçelerine değil Roma-Bizans villa geleneğine dayanan, doğalla hemhal olmuş, biçimi fazla önemsemeyen bahçecilik kültürünün, başka imparatorlukların gösterişli formel bahçeleri karşısında sönük bulunarak 18. yüzyılda terk edildiğini öğrendim. O günden sonra dışarıdan mimarlar, peyzaj mimarları getirilmiş ve Batı tarzı bir bahçeciliğe geçiş yapılarak kendimize has bahçe kültürümüz geliştirilmek yerine bertaraf edilmiş. Dolayısıyla şu anda bir Türk/Anadolu bahçesinden bahsedemiyoruz, süreklilik kopmuş, yaklaşım unutulmuş.
Halbuki bahçe tasarımı son derece önemli bir şeydir. Dünyanın en güzel bitkilerini bile gelişigüzel bir şekilde ekseniz göze hoş görünmez. Bitkileri tasarım gösterir. İlk kez küçük bir bahçemiz olduğunda hem İngiliz televizyonlarında gösterilen bahçe programlarını seyretmeye başlamıştım hem de Gülnar Onay’ın Bir Bahçe Kuruyorum kitabı yeni çıkmıştı. Benim için yol gösterici oldu, sonra kendisi başka kıymetli kitaplar yazmaya devam etti, ben de o kitabı bir başka bahçıvana hediye ettim. Hatta bu dostumuz kitabı öyle şevkle okumuş ve yıpratmıştı ki bize geri vermeye utanmıştı.
Çoğu şey gibi bahçe de düşünmekle ilgilidir. Üzerinde düşünürseniz, araştırırsanız sizin için başka bir şeye dönüşür. Psikolog bir arkadaşım bir keresinde bahçeyle uğraşmanın huzur bulmak için iyi olduğunu ama insanın hayatında tutku da olması gerektiğini söylemişti. Çoğu kişi gibi o da bahçeciliği bir emeklilik uğraşı olarak görüyordu. Halbuki bahçe dünyanın her yerinde asırlardır tam bir tutku nesnesi olagelmiştir. Lale soğanını dünyanın en pahalı metası haline getiren, egzotik memleketlere orkide avı seferleri düzenleten, sürekli çaprazlamalar ve aşılamalarla yeni türler bulmaya ömürleri verdirten hep bu tutkudur.
Tutkumuzu ete kemiğe büründüren bahçe tasarımı konusunda bilgi edinmek için bol miktarda yabancı kaynak bulabilirsiniz. Aslında hemen hemen evimizi dekore etmek gibi bir şey. Neyi nereye koyarsak daha güzel durur, hangi bitki nerede yerini bulur? Bahçeyi seviye seviye düşünebiliriz. En yüksek orman ağaçları, biraz daha kısa boylu meyve ağaçları, süs çalıları, yemişler, çokyıllık otsu bitkiler, tek yıllık otsu bitkiler...
Ağaçların yerini birbirinin ışığını engellemeyecek ve görmek istediğimiz manzarayı kapatmayacak şekilde belirlemek gerekir. Çalılarıysa bahçede istediğimiz biçimi oluşturmak için kullanabiliriz. Bir bahçe planı içinde şu gibi unsurlar olabilir: sera, havuz, yollar, kompost kutusu, çiçek tarhları, sebze tarhları, bordürler, çardaklar, oturma alanları. Arazinin krokisi üzerine bu unsurları büyüklüklerine göre yerleştirebilirsiniz.
Çoğu bahçe tasarımcısı bahçede “odalar” oluşturmak gerektiğini söyler. Yani bahçeyi bir evin odaları gibi belli kısımlara bölüp bütün bahçenin tek bir kerede görülmesini engellemek. Bu tür bir bölümleme için bahçe yapıları ya da içinde süs çalılarının yer aldığı yüksek bordürler, çitler ve ağaçlar kullanılabilir. Bahçenin bütünü bir kerede görülmediğinde içinde yürürken her seferinde yeni bir sürprizle karşılaşırsınız. Mesela çit bitkisi olarak ekilmiş mazıların arkasında aniden bir çiçek bahçesi ya da kokulu yapraklarına dokunmak isteyeceğimiz şifalı ot bahçesi çıkar karşımıza. İki yanı bitkilerle kaplı uzun bir koridorun sonunda görünen bir bank bizi kendine doğru çeker. Kıvrımlı patikalarda yürürken suyun sesini duyarız ve bir çardağın içinden geçtikten sonra aniden karşımızda güzel bir su bitkileri havuzu belirir. Bahçe, sırlarını yavaş yavaş açığa çıkarır. Bu şekilde bahçeyi olduğundan daha büyük algılarız ve içinde çok daha uzun zaman geçirebiliriz.
Bahçenin üç boyutlu bir tablo gibi düşünülmesi gerekir. Bitkilerin şekilleri, renkleri ve her mevsim nasıl göründükleri önemlidir. Yaprağını döken bitkilerle her dem yeşil bitkilerin birlikte ekilmesi bahçenin kışın çırılçıplak kalmasına engel olur. Ağaçların etrafında ya da arasında, bahçe odalarını birbirinden ayırmak için bordürler oluşturabiliriz. Bunun basit bir kuralı var, uzundan kısaya doğru sıralamak, yaprak ve çiçeklerin renk ve şekillerinin uyumlu ya da zıt olmasına dikkat etmek. Bunu yapabilmek için de bitkilerle ilgili bazı temel bilgilere ihtiyacımız var:
- En fazla ne kadar en ve boy yaparlar?
- Su istekleri nasıldır? (Suyu daha çok sevenler birlikte, daha az sevenler daha kuru bir yere birlikte ekilebilir)
- Toprak istekleri nasıldır? (Asitli mi, alkali mi, kumlu mu, killi mi?)
- Işık istekleri nasıldır? (Güneş mi, gölge mi severler?)
- Dayanabilecekleri en düşük sıcaklık nedir?
Her bitki her yerde yetişmez. Bazıları fakir ve kuru topraklara mükemmelen uyum sağlarken bazıları nemli ve bol besinli toprak tercih eder. Sevdiğiniz ve bahçenizde olmasını istediğiniz bitkilerin bir listesini yapabilir, ekmek istediğiniz yere uygun olup olmadıklarını araştırabilirsiniz. Böyle bir ön araştırma para ve daha önemlisi zaman kaybına engel olur, hem de bitkilerinizi tanımış, ihtiyaçlarını öğrenmiş olursunuz. Mesela ekmek istediğiniz çokyıllık bitkilerin ne zaman çiçek açtıklarını bilirseniz ya aynı tarh içine farklı zamanlarda çiçek açan bitkileri ekerek sürekli bir hareket oluşturabilir ya da hepsi aynı anda açan bitkilerle çarpıcı bir etki yaratabilirsiniz. Kızgözü (coreopsis), civanperçemi, güngüzeli (hemerocallis), şimdi çok değişik çeşitleri bulunan süs otları, yaprak biçimi ya da rengi cazip küçük çalılar, güzel bir kompozisyon içinde birarada ekilirse her bahar kendi yerinde büyüyüveren ve sizi fazla uğraştırmayan bir tarha sahip olursunuz. Bitkilerin daha uzun çiçeklenmesi için tohuma bırakılmaması, çiçeklerin geçtikçe kesilmesi gerekir.
Ağaç, ağaççık ve büyük çalıları ekerken aralarında birkaç sene sonra büyüdüklerinde kaplayacakları alan kadar mesafe bırakın. Çoğu çalı üç senede epey büyür, beş on senede nihai büyüklüğüne ulaşır. Çukurları mümkünse biraz geniş kazıp toprağı yumuşatın ve bir miktar yanmış hayvan gübresi ya da organik gübre karıştırın. Ektikten sonra etraflarına yuvarlak bir sulama hendeği yapmak suyun doğrudan köklere gitmesini, etrafa dağılmamasını sağlar. Toprak içinde hava boşluğu kalmaması için derhal bolca sulayın. Kökler boşluktan hoşlanmaz, uzanabilecekleri toprak arar.
Bahçeniz için bir plan tasarlamaya başladığınızda çok farklı bahçecilik yaklaşımları olduğunu göreceksiniz. Bahçe tasarımı programları seyrederek, internette farklı bahçeleri inceleyerek kendinize en uygun yaklaşımı seçebilirsiniz. Kitaplardan ya da videolardan bahçe yapılarının çoğunun nasıl yapıldığını öğrenebilirsiniz. Biz kendi kendimize bir çardak yaptık. Şimdi de bir su bitkileri havuzu yapmaya hazırlanıyoruz. Yapım süreci biraz meşakkatli olsa da bittikten sonra insanın kendi elinden çıkmış bir yapı çok daha büyük zevk veriyor. Bir taş duvar, kıvrılan bir yol, bir kuru dere yatağı, teraslanmış bir çiçek bahçesi, düşünerek oluşturulmuş bir sebze bahçesi alacağınız keyfi çok daha fazla arttırır. Bahçeyi, özellikle büyükse, her şeyiyle bir kerede oluşturulacak bir mekan değil, evin yakın çevresinden başlayarak yavaş yavaş geliştirilecek bir alan olarak görmek, yıllara yaymak iş yükünü azaltır.
Tarihimizde asla bir bahçe fikrimiz olmadığını düşünürken son yaptığım okumalarla bir zamanlar epey canlı bir bahçe kültürümüz olduğunu görmek beni geçmişe bağladı. İstanbul’un her yerine yayılmış hasbahçelerde, içkisini içip müziğini dinleyerek sefa süren padişah imgesi bana fetih yapan savaşçı padişah imgesinden daha cazip geldi. Özellikle Kanuni’nin bu bahçeleri çok sevdiğini, bazı yabancı elçileri burada ağırladığını, kendi elleriyle bitkiler diktiğini öğrenmek benim için sürpriz oldu. Mahremiyetinde sevgililerin buluştuğu, alemlerin yapıldığı, şiirlerin okunduğu, yeni gelen bitki türleriyle süslenen bahçeler, dipdiri yaşayan bir kültür hissi verdi. Bahçelere, bostanlara, mesirelere, çiçeklere duyulan sevgi, şu anda doğaya karşı şahit olduğumuz sevgisizliğin ve hoyratlığın sonradan öğrenildiğini, yani unutulabileceğini düşündürdü. Eğitimle unutturulan şey eğitimle hatırlatılabilir. Güzel bir bahçenin içinde bulunmak, hele o bahçeyi sıfırdan kurmak, bizimle işbirliği yaparak büyümesini seyretmek ve tasarladığımız şeyin çok üzerinde bir güzellikle cevap verdiğini görmek eşsiz bir histir. Bir kere yaşandığında insan vazgeçmek istemez.