Hayatın vardiyası Karabük
Bir şehir düşünün; bir fabrikanın kurulmasıyla binlerce insanın kaderini değiştiren bir şehir... Dumanlı kentin puslu çocuklarının yaşadığı bir şehir... Kardemir başka bir yere kurulsaydı ne ben bu yazıyı yazacaktım ne de siz bu satırları okuyacaktınız. Hatta Karabük diye bir il bile olmayacaktı.
“Altlarında araba, ceplerinde bol para
Her zaman karı kızla, oh oh burjuva
Yine deplasmanlarda, yine deplasmanlarda”
Karabük deyince çoğu insanın aklına önce Kardemir gelir ama benim aklıma önce üniversite zamanındaki ev arkadaşım Nermin, sonra da nedense Kardemir Karabükspor geliyor. “Dumanlı kentin puslu çocukları”nın takımı, şehrin “mavi ateşi”, yeri geldiğinde “Hayatın vardiyası Karabük” yazılı pankart açan yeri geldiğinde de “Direne direne kazanacağız” tezahüratı yapan tribünler... Hatta yazıyı yazmadan önce telefonla konuştuğum Nermin hatırlattı; siz de hatırlar mısınız bilmem, 2010 yılının 1 Mayıs’ında Emenike’li Kardemir Karabükspor A Futbol Takımı’nın Taksim’e çıkışını... Hemen o günkü haberlere baktım. Üzerlerinde formalar, başlarında işçi baretleriyle gelmişlerdi; ellerinde de demokrasi, barış, iş, ekmek, özgürlük taleplerinin olduğu dövizler... O zaman kendisine mikrofonları uzatan gazetecilere Emenike’nin açıklaması şöyle olmuş: “Saha dışında ve Karabük dışında büyük bir kitle önünde bu alkışı anlayabilmiş değilim. Bizi mi alkışladılar, fabrika işçilerini mi bilmiyorum.”
Nereden nereye... Bunu hem ülke hem de Karabükspor için söylüyorum. Bir zamanlar Süper Lig’de başarılarından söz ettiren, UEFA Avrupa Ligi’nde Türkiye’yi temsil eden Kardemir Karabükspor’un şu an hiçbir ligde faal takımı bulunmuyor. Hatta eski başkan Tamer Canyurt’un iddiasına göre; kupalarını bile kulüp başkanı Mehmet Yüksel alıp Ankara’ya götürmüş.
SEVGİLİ KARAGÜMRÜKLÜLER!
Karabük, ilk zamanlar Safranbolu’ya bağlı bir bucakken 1953’te Zonguldak’ın ilçesi olmuş. Dönemin başbakanı Tansu Çiller’in “Sevgili Karagümrüklüler sizi il yapacağım” sözü sonrasında da 1995 yılında il yapılmış ve bu kez Safranbolu, Karabük’e bağlanmış. Hemen “A Karagümrük değil, Karabük; yanlış yazmış” demeyin. Sorun bende değil; yaşıtlarım ve benden büyükler Tansu Çiller’in bu tür gaflarını eminim hatırlayacaktır.
Adını üzerinde yaşadığı coğrafi ortamdan, “kara çalılık yer” anlamına gelen “kara” ve “bük” sözcüklerinin birleşmesinden alan Karabük’e gidenleri, ilk olarak il olmasını sağlayan Kardemir karşılıyor. Ve artık şehirle özdeşleşmiş ağır metal ve gaz kokusu... Bir de şehre çöken gri hava... Yıllar önce Karabük’ün havasının daha da kirli olduğu söylense de şimdiki hâli de pek iç açıcı değil maalesef. Ne diyordu Karabükspor taraftarları kendilerine: “Dumanlı kentin puslu çocukları.”
KARDEMİR’İN ATEŞİ
Ankara-Zonguldak demiryolu üzerinde küçük bir istasyon iken Karabük’ün tüm kaderi, 1939’da Karabük Demir Çelik Fabrikaları’nın (Kardemir) faaliyete geçmesiyle değişmiş. Buna paralel olarak nüfus yoğunluğu artmış günden güne. Çoğu Trakya’dan olmak üzere binlerce işçi gelmiş şehre. Karabük biraz da halkı olmayan il gibi. Kime sorsanız anası, babası bir yerlerden göçmüş. Hatta birkaç nesil geçmişse bile kendisine “Karabüklüyüm” diyen bulmanız zor. “Nerelisin?” diye sorun “Aslen şuralıyım” cevabını alma ihtimaliniz çok yüksek.
BU YEDİ HANE, SEKİZ OLMASIN?!
Fabrikanın açılmasından hızlı bir değişim geçiren Karabük’te şehirleşme de işçilere dönük olmuş baştan. Her ne kadar bir ermişten “Bu yedi hane, sekiz olmasın” bedduasını aldığı söylense de fabrikanın kuruluşunu takip eden yıllarda bölgede fabrika yaşamına uygun ve çalışanlarını memnun edecek yaşam alanlarının yapımına başlanmış. Tabii tüm konut ve sosyal alanlar, tam aynı disiplinde olmasa da tıpkı askeriye gibi çalışanların hiyerarşisine ve statüsüne uygun olarak inşa edilmiş. Yenişehir’deki lojmanların yanı sıra işçi lokali, memurlar kulübü, mühendisler kulübü, gençlik lokali, spor sahaları, tenis kortu, yüzme havuzu gibi birçok imkâna sahipmiş. İşçi lokali demişken burada bir parantez açmalıyım sanırım. Eskiden işçi lokali, tam da adına yaraşır bir lokalmiş. Özellikle 1989 yılında işçilerin 139 gün süren grevi boyunca işçi lokali, hem emekçilerin kendi arasında hem de şehrin onlara desteğinin merkezi olmuş. Yazının başında size bahsettiğim arkadaşım Nermin, o dönemde nasıl ekonomik zorluklar yaşadıklarını ama esnafın işçi ailelerine nasıl destek verdiğini, işçi lokaline insanların bir poşet de olsa evinden sebze ve meyve taşıdığını, bir de çocuklara ne kadar garip gelse de babalarının nasıl sakal bıraktığını dün gibi hatırlayanlardan.
ENİŞTE FABRİKASI
Bu arada Kardemir’in halk arasındaki lakabı eskiden “enişte fabrikası”ymış. Zira ülkenin dört bir yanından buraya çalışmaya gelenler, özellikle de genç ve bekâr mühendisler, şehrin kızlarıyla evlenmeye başlayınca sırayla Karabük halkına enişte olmuşlar.
Yurt dışından ya da büyük şehirlerden gelen mühendislerin şehre bir diğer etkisi de sosyal yaşam biçiminde olmuş. Öyle ki kentin yaşlıları hâlen geçmişte düzenlenen baloları, geceleri, konserleri, film gecelerini peri masalı gibi anlatıyor. Tabii şimdilerde “elitizm” gibi görülen bu kültür, zamanla işçilere de sirayet etmiş. Bu tür aktivitelere katılmak, bir dönem Karabüklüler için rutin bir olayken yukarıda kurduğum cümleyi tekrar kuracağım: Nereden nereye...
ÖZELLEŞTİRMEYLE GELEN DEĞİŞİM
Size bizzat Karabük Valiliği’nin sayfasından bir alıntı yapacağım: “Karabük Demir-Çelik Fabrikaları’nın ekonomik açıdan en güçlü olduğu dönemler sosyal hayatın en canlı olduğu dönemlerdir. Tamamen kamu sermayesinin inşa edip donattığı Karabük’te sosyal hayat fabrikanın ekonomik krize girmesi ve özellikle özelleştirilmesinden sonra âdeta durma noktasına gelmiş ve Karabük ölü toprağı serpilmiş bir şehir olarak nitelendirilmeye başlanmıştır.”
Yukarıda bahsettiğim Yenişehir’deki tenis kortu yıkılmış ve yerine park yapılmış; bir zamanlar müzik dinleyip bilardo oynamak için gidilen, 1970’lerde ise devrimci gençlerin buluşma noktası hâline gelen gençlik lokali ise 1980 darbesinde sonra kapatılmış.
ARTIK ÖĞRENCİ ŞEHRİ
1941 yılında 3 bin 120; 1977 yılında 14 bin 755 kişinin istihdam edildiği fabrikada, şu an 4 bin 111 personel bulunuyor. Şehrin baskın kitlesi ise artık işçiler değil, öğrenciler.
2007 yılında kurulan üniversite, bu kez Karabük’ün sosyal hayatını değiştirmeye başlamış. 2021 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerine göre, Karabük merkez ilçe nüfusu 135 bin 351. Karabük Üniversitesi’ndeki öğrenci sayısı ise 56 bin. Bunların 11 bini uluslararası programlarla gelen, 11 binin 5 bini de Afrika’dan gelen öğrenciler. Bu nedenlerle Karabük, hem öğrenci yoğunluğunun en fazla olduğu hem de kozmopolit bir şehir hâline gelmiş (“En” kelimesini kullanınca şu bilgileri de vermeden geçemeyeceğim. Karabük, aynı zamanda hem nüfusuna oranla en çok borsa yatırımcısının bulunduğu hem de yüzölçümüne oranla Türkiye’nin en çok yeşilliğe sahip olan şehirmiş).
Üniversite, yine şehrin konutlaşmasında ve ekonomisinde büyük bir değişim yaratmış: Bir artı bir evler, artan kiralar, ardı ardına açılan kafeler ve alışveriş mekânları... Ama tabii bu kafeler daha rahat takılmak ya da eğlenmek isteyen gençlere pek hitap etmiyor. Daha “hareketli” yerlere gitmek isteyen öğrencilerin, çalışanların ve hatta Karabüklülerin ilk adresi ise il merkezine çok yakın olan Safranbolu.
BUYUR ABİSİNİN!
Türkiye’de hemen her şehrin bir kurtuluş günü vardır. Karabük’ün yok! Karabük’ün kuruluş günü kutlanıyor. Türkiye’nin “k” harfiyle başlayan birçok ilinde olduğu gibi burada da şehrin adı genelde “g” ile söyleniyor. Yani Karabük değil, Garabük!
En meşhur kelimesi de “Abisinin”. Bakkala gittiniz, sipariş vereceksiniz, birine bir şey sordunuz karşınızdaki erkekse size illa ki “Abisinin” diyerek cevap veriyor.
Bir de tarihî ya da turistik bir şeyi yok ama bana en ilginç gelen şeylerden biri de asansörleri. Eskiden mahalleri birbirine yüzlerce basamak bağlarken şimdi birçoğunun yanında elli metreyi geçen asansör bulunuyor.
Unutmadan siz hiç daha önce “hoy söylemek” diye bir şey duydunuz mu? Karabük’ün köylerinde orak biçme esnasında kadınların uzun hava tarzında söylediği, yöreye özgü türküye “hoy” adı veriliyor. Bir veya iki kadın tarafından okunmaya başlanan türkü, diğer kadınlar tarafından da beraber ve koro hâlinde tekrar edilerek söyleniyor. Bu geleneğe “hoy söylemek” deniliyor. Hoy Türküsü’nün ilk iki satırını yazacağım size:
“Ekincüğüm döşek gibi
Ne duruyon eşek gibi”
HADRIANAPOLIS ANTİK KENTİ
Hadrianapolis Antik Kenti Budaklar, Büyükyaylalar, Çaylı ve Beytarla köylerini kapsıyor. Budaklar köyünün Hacı Ahmetler Mahallesi’nde kentin kalıntıları yoğunlaşırken, bu mevki “Viranşehir” olarak adlandırılıyor. Kentin Roma Dönemi mimari kalıntıları sınırlıyken Erken Bizans Dönemi kalıntıları ise yoğun. Kent içinde üç adet Erken Bizans kilise kalıntısı var. Bunlardan ikisi kaçak kazılar sonucu açılmış. Bunun dışında bir sarnıç kalıntısı hala tonozları ile ayakta. 2003 tarihinden itibaren yapılan çalışmalarda, kilisede dört önemli mozaik bulunmuş. Kadın, erkek, hayvan ve meyve figürlerinin yer aldığı mozaiklerin önemli bir özelliği üzerlerinde Hıristiyan inancına göre cennetteki dört nehir “Phison”, “Geon”, “Euphrates” (Fırat) ve “Tigris” (Dicle)’in personifikasyonun ve adlarının yer alması. Bu tür bir kompozisyona Anadolu’da henüz rastlanılmamış.
DAĞLAR, TEPELER, YAYLALAR, MAĞARALAR
Karabük merkezde çok gezecek bir yer yok ama çevresi doğa aktiviteleri için oldukça ideal. Dağ bayır isterseniz Keltepe (2.000 m), Eskipazar’da Hodulca Dağı (1.700 m), Eflani’de Tepe Dağ (1.043 m), Ovacık’ta Kıraç Tepesi (1.400 m), Safranbolu’da Sarıçiçek Tepesi (1.750 m) ve Yenice’de Keçikıran Tepesi (1.400 m) bulunuyor. Keltepe’de bir de kayak merkezi bulunuyor.
İl sınırları içinde çok sayıda yayla var. Sorkun, Uluyayla, Sarıçiçek Göktepe, Bodoroğlu, Dede ve Avdan yaylaları genellikle turizm amaçlı kullanılıyor; yayla şenlikleri düzenleniyor ve birçok doğa yürüyüşü rotasına sahip.
Karabük’te büyük doğal göl ise bulunmuyor. Belki Ovacık’ın kuzeyinde Şamlar köyü yakınlarındaki Karagöl adlı krater gölü ilginizi çekebilir.
Doğal göl yok ama çok sayıda mağara var. Bunların başında, karstik oluşumlu Bulak (Mencilis) geliyor. Eskiden liselilerin piknik yapmaya gittiği bu mağaralar, artık turistleri ağırlıyor. Mencilis Mağarası, tam altı buçuk kilometre ama sadece 380 metrelik kısmında yürüyüş parkuru var. Hâlen hidrolojik olarak aktif bir mağara...
DOĞAYA TEPEDEN BAKIŞ
Karabük’ün doğasıyla meşhur ilçelerinden olan Yenice’de bulunan seyir terası, insanlara muhteşem manzaralar sunuyor. İlçenin hâkim tepelerinden birinin üzerine inşa edilen Yenice Seyir Terası, Yenice Kent Ormanı’nın hemen yanında yer alıyor ki bu sayede kent manzarası dışında insanlar orman manzarası izleme fırsatı da yakalıyor. Terasın olduğu alanda konaklama da dâhil birçok olanak mevcut. Şeker Kanyonu ise kanyoning, kaya tırmanışı, rafting, birçok doğa sporuna elverişli bir alan. Bizden size bir tüyo, gidebilirseniz uç noktasında gizli ve ufak bir şelalesi de var. Çevresi yürüyüş, bisiklet turu ya da çadırlı kamp yapmak isteyenler tarafından da tercih ediliyor.
Ufak ufak Safranbolu’ya doğru geçelim mi? Bölgede bulunan kanyonlar arasında özel bir yeri olan Tokatlı Kanyonu, Safranbolu’da. Hızar Çayı’nın yatağındaki kireç taşı tabakalarının binlerce yılda aşınması sonucunda oluşmuş Sincap, at, kaz gibi hayvanları görebileceğiniz; paintball, at binme gibi deneyimleri yaşayabileceğiniz; yaklaşık dokuz kilometrelik yürüyüş parkuru ile doğanın keyfini çıkarabileceğiniz bir yer. Üzerinde İncekaya Su Kemeri ve cam teras bulunuyor. Mimari değer taşıyan ve ilk inşa tarihi tartışmalı İncekaya Su Kemeri, 116 metre uzunluğunda ve yerden yaklaşık 60 metre yükseklikte.
TABAKHANELERDEN TURİZME; SAFRANBOLU
“Tabakhaneye bok yetiştirmek” deyiminin Safranbolu’dan çıktığını biliyor muydunuz? Belki kimisi anlamını da bilmiyordur. Şimdi çok farklı yöntemler kullanılıyor olsa da derilerin tabaklama işlemi için eskiden dışkıya ihtiyaç duyulurmuş. Bu nedenle de insanlar topladıkları köpek dışkılarını, tezekleri hızlıca tabakhanelere ulaştırırmış. İşte şimdinin turizm cenneti Safranbolu’da tabakhane çokmuş. Etrafta koşturanlara böyle seslene seslene bu deyim, tüm Türkiye’ye yayılmış ve günümüze kadar gelmiş.
Tezeği dışkıyı bir kenara bırakalım ve bu kentin güzelliklerine bakalım. Safranbolu’ya adını “safran” çiçeği veriyor. Hâl böyle olunca da safran lokumu meşhur.
Safranbolu’nun en ilgi çeken yanı 18 ve 19. yüzyıl başlarında yapılmış ve sayısı 2 bini bulan geleneksel Türk evleri. Bu evlerin bir bölümü “şehir” diye bilinen kışlık olarak kullanılan, bir bölümü de “bağlar” diye bilinen ve yazlık olarak kullanılan kesiminde. Tabii o zamanlar bu evler, sadece ev iken UNESCO tarafından 1994 yılında Dünya Miras Listesi’ne alınması, hem kent turizmini ateşlemiş hem de ilin sosyal hayatına canlılık getirmiş. Safranbolu Kent Tarih Müzesi’nde, Safranbolu’nun günlük yaşamından örnekler görebilirsiniz.
Kaya mezarları, höyükler, Cinci Hanı ve Hamamı, Köprülü Mehmet Paşa Camii, İzzet Mehmet Paşa Camii, Yemeniciler Arastası, saat kulesi Safranbolu’daki en önemli tarihî yapılar... 17’inci yüzyılın ortasında kent merkezinde inşa edilen Cinci Hanı’nın büyüklüğü, kentin kervan yolundaki işlevini kanıtlayan önemli bir örnek. Han ilk yapıldığı yıllarda altmış üç oda ve deve ahırlarından oluşmaktaymış. Geçmişte demircilik, bakırcılık, semercilik, dikicilik, saraçlık, ayakkabıcılık gibi işlenmiş eşya üretimine dönük iş kolları, Lonca düzenine uygun olarak hanın etrafında ayrı ayrı sokaklarda ancak bir arada yer tutmuş. Bugün dahi adını taşıdıkları sanat koluna göre bu sokaklarda, az da olsa bu işi yapan esnafa rastlamak mümkün. Yemeniciler Arastası ise “yemeni” denilen ayakkabının yapıldığı eski lonca çarşısı. Şehri en iyi kuş bakışı olarak Hıdırlık Tepesi’nden görebilirsiniz.
Ben Safranbolu’yu çok seviyorum. Tamam, evleri, doğası vs. güzel ama ben orayı en çok, iki sevdiğim insanla Nermin’le ve babam gibi sevdiğim Ali (Büyükyiğit) abiyle gittiğim için, beni gülümseten anıları yaşattığı için seviyorum. Bu arada Kardemir olmasaydı ve Karabük il olmasaydı Nermin nerede doğar, nerede büyürdü acaba? Üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gelir ve yine benim ev arkadaşım olur muydu? Ne dersin Nermin?
YÖRÜK KÖYÜ
Tamam tamam, saçmalamayı kesiyorum ve devam ediyorum. Yörük Köyü, Safranbolu’nun küçük bir modeli... Gerçek bir Türkmen köyü olması sebebiyle 1997 yılında kentsel sit alanı içerisine dâhil edilerek Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altına alınmış. Evler neredeyse bitişik nizam inşa edilmiş. Anadolu köylerinde genellikle görülen ev kümelenmesi yerine ana cadde boyunca yapılanmışlar. Sipahioğlu Gezi Evi, Yörük Köyü’ndeki anıtsal nitelikli evlerden biri.
SIRCALI KIZ EFSANESİ
Beni bilenler, bu yazıda bir eksiklik hissetmiştir: Şehir efsanesi! O zaman eksikliği tamamlayalım ve yazıyı “Sırcalı Kız” efsanesi ile bitirelim:
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, ülkenin birinde üç kızı olan bir padişah yaşarmış. En küçük kızı çaresi olmayan bir hastalığa yakalanmış. Vücudunun her tarafı çıban olmuş. Padişah bu küçük kızını dağa bırakmış. Zavallı kız, hava kararmaya başlayınca korkmuş, üşümüş, ağlamış, çaresizlik içinde bir ağaca çıkmış. Tesadüf bu ya başka bir ülkenin padişahının oğlunun yolu oradan geçiyormuş. Atını sularken suyun yüzüne kızın görüntüsü vurmuş. Birde bakmış ki çok güzel bir kız. Padişahın oğlu, kızı atının terkisine atmış evine götürmüş. Kızın yüzü çok güzelmiş ama bütün vücudu çıbanmış. Kızı kimseye göstermeden ahıra götürmüş ve boğazına kadar kemreye (tezek) gömmüş. “Tezeği dışkıyı bir kenara bırakalım” dedik ama bakın konu gene tezeğe geldi. Orada üç gün mü, beş gün mü durmuş bilinmez sonunda çıkmış. Bir de ne görsün kızın hastalığından eser kalmamış. Hemen evlenmiş tabii bu kızla. Onların da üç kızı olmuş. Birisine “Ne İdim”, ikincisine “Ne Oldum”, üçüncüye de “Ne Olacam” adını koymuşlar.
Ne demişler, “İntikam soğuk yenilen bir yemektir”! Padişahın oğlu, bir gün eşinin anne ve babasını sarayına davet etmiş. Akşam yemekler yendikten sonra annesi kızlarına iş buyurmuş: “Ne idim bir su getiriver”, “Ne Oldum bir kahve yapıver”, “Ne Olacam şunu yapıver” derken davetliler şaşırmış. Padişah sebebini sormuş. Tanıyamadığı kızı başlamış anlatmaya: “Vakti zamanında ben bir padişah kızıydım. Çaresiz hastalığa yakalandım. Anam, babam beni dağlara bıraktı. Beni padişahın oğlu buldu, iyileştirdi. Evlenip mesut olduk. Kızlarımızın adını çektiğimiz acıları unutamadığımız için Ne İdim Ne Oldum Ne Olacam koyduk.” Kızın anası ve babası yaptıkları hatayı anlamışlar, utanmışlar, özür dilemişler. Sonunda hepsi bir arada mutlu bir hayat yaşamış.
NOT: Fotoğraflar Karabük Valiliği, Karabük ve Safranbolu belediyeleri, Karabük İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden alınmıştır.
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI