Hayatta kalmak için sığındığımız obruklar
Özcan Alper, "Karanlık Gece"de iki günlük insanın, milyon senedir var olan bir düzene karşı kendi kanunlarını uygulamak adına asıl sahiplerden daha vahşi olabileceğini pekala güzel anlatmış.
Halil Yörükoğlu
Bir beyazın dişlerinin arasından tüküremeyeceğine inanılan yere taşra denir. Orada inanmak böyledir. Hep birlikte. O tükürüğü yapabilenler iyi bilir, cırt bir ses gelir. Hedefe giden ve akabinde becerildiği için övünülen bir tükürük. Bu sınavlardan o kadar çok ki kolay değil yani taşralı olmak. Emek ve beceri gerektirir. Ha ben de öyle tüküremem ama biliyorum, çok izledim. Ben de bir yerde beyaz sayılırım. Benzim buğday sarı yörük, saçım beyaz, yolum uzun. Üzerine çok yazıldı çizildi tabi ama benim taşra tanımım bu. Basit aslında. Bir eylemi yapanlar ve yapamayanlar var. Yapamayanlara genelde yabancı denir. Orada doğsa da bu böyledir. Ve taşraya bu her şeyi yapabilen kara adamların arasına illa ki bir yabancı gelir. Ya da bir yabancı doğar. Doğmak da bir gelme çeşididir zaten. Ben bu yabancılardan çok gördüm. İmam, öğretmen, memur ya da yoldan geçen. Yabancı yabancıyı bakışından tanır. Belki de hikaye hep budur. Bir yere bir yabancı gelir ve olaylar başlar. Gelen insan içerideki kendine benzeyenle bir olur ve kendi merkezini kurar olaylar bu kez de başka tarafa gider.
"Karanlık Gece", senaristliğini Murat Uyurkulak ve Özcan Alper'in beraber yaptığı bir Özcan Alper filmi. Hatta daha hoş bir tanımla 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Senaryo ve En İyi Film Ödülü alan bir film Alper filmi.
Film, bence, sivri kayaların, obrukların, kızıl çam ormanlarının olduğu bir bölgeye, bir hayalin peşinden giden bir memurun gelmesini anlatıyor. İlla başka cümleleri de var tabii ama benim baktığım yer orası. Hayalleriyle ve bölgenin tarihi örtüşen bu adam, oradaki diğer erkeklerin kendiyle olan mücadelesiyle de baş başa kalıyor ve hikaye başlıyor. Film, bu insanların kendilerine benzemeyen ötekiyle olan sert mücadelesinin anlatılmasıyla devam ediyor. Ve bu film, kendi aralarında birbirlerine hep rakip gözüyle bakan birbirlerine iktidar kurma hevesiyle yanıp tutuşan yerlilerin, dışarıdan gelene karşı nasıl da birlik beraberlik içinde olabildiklerini görmemizle de bitiyor.
Bu filmde giriş-gelişme-sonuç olarak anlatılan hikaye, başka bir konuyla ya da başka bir ölçekle sanat tarihinin hep gündeminde olan bir mücadele. Bu şablonu nereye uygularsan uygula, sadece anlatım dili ve arkadaki görsel değişir. Ki zaten güzellik de burada ortaya çıkar. Özcan Alper’in böyle kadim bir meseleyi, meseleye uygun bir coğrafya üzerinden aktarması ilgi çekici. Çünkü yaşayabilmek için senelerce uğraşan bir hayvan anca bir kuytuya saklanabilir. Ölmemek için obruklarda bekleyen bir delikten nefes alan izleri ayaklarıma büyük gelen çok hayvan tanıyorum ben. Henüz karşılaşmadık ama biliyorum. İnşallah karşılaşmayız çünkü insanlığıma güvenmiyorum.
Bunun yanında, hikayedeki insanların benzerlikleri ve farklılıkları, günlük hayatın her alanında, aşkta meşkte, alemde yürürken, izlerken söylerken sonuna kadar kendini belli ediyor. İnsan kendini bilir neticede. Yanındakini de bilir. Onun yanındakini de. Hadi genelleme yapayım, taşradaki bir insana, herhangi bir farklılık hep ilgi çekici gelir. Eğer o değişik insanda, kendine benzeme meyli yoksa o insan ilk olarak biraz çekinerek de olsa alay konusu olur. Sonra takip eder tepkisini, yeterli sertlikte tepki görmüyorsa bu alay etmenin üzerine gider. Artık o saygı duymadığı bir eğlencedir. Sonra içlerinden biri ruhundaki bir damarla, o tüyü bozukla aykırı ile iletişim kurabilince bu sefer bu insanlar onunla alay edemediği için ikisini bir kefeye koyar ama yine de ötekine saldırmaya devam ederler. İşte bunlar hep benim bildiğim taşra. Belli ki Özcan Alper de benim yakınlarımda. Ne demiştik, insan kendine benzemeyi de benzemeyeni de hemen fark eder.
Filmin başrollerinde Pınar Deniz, Berkay Ateş, Cem Yiğit Üzümoğlu, bölge coğrafyası, rakı alemi, av, hayvan izleri, erkeklik ve niceleri var. Karanlık gecenin lacivert görüntüleri, ışığın tanıdığın yüzüne vurması, sarhoşluk, buz gibi sular, sakallar ve bunların bir kadın karşısında unutuluvermesi de var.
Özcan Alper, iki günlük insanın, milyon senedir var olan bir düzene karşı nasıl da kendi kanunlarını uygulamak adına asıl sahiplerden daha vahşi olabileceğini pekala güzel anlatmış. Bunu güzel yapan tabii sadece konu değil. Anlatımın dili, cümlelerin ağza oturması ve görsellik. Zaman zaman akmasa da genel olarak gayet kendini izlettiren merak ettiren bir film ortaya çıkartmış. Ve manidar bir final ile bu filmi sonlandırmış.
Umarım izleyeni seveni anlayanı çok olur.