Haysiyetli insanlar arasında
“Mutlu” olan soyadını neden “Irgat” olarak değiştirdiği sorulduğunda “Kişi yalan söylememeli, soyadıyla bile,” diye cevap veriyor Cahit Irgat. Kendi gibi boyun eğmeden yaşayan, özgürlük düşkünü Neyzen Tevfik’le tanışmaları ise savaş düzeninin uygarlığın sonu olacağı saplantısından kurtulmanın zor olduğu zamanlarda olur. Haysiyetli insanların olduğu bir yerde bir aradadırlar.
Okuduğum en etkileyici tanışma hikâyesi Cahit Irgat ile Neyzen Tevfik’inkiydi. Hâlâ öyle. Dönemin şairlerinin, yazarlarının uğrak mekânlarında gerçekleşen bir tanışma olmadığından unutulmaz değil sadece, her ikisinin de şahsiyetinin biricikliğini apaçık ortaya koyan bir yanı olduğu için. Cahit Irgat, kahvehanelerde, meyhanelerde Neyzen Tevfik’i uzaktan uzağa görse de, Bakırköy Akıl Hastanesi’nde birbirlerini tanıyorlar.
İkisi de kendine has şair, sanatçı, isyankâr, uyumsuz, özgürlük düşkünü... İkinci Dünya Savaşı’nın ortaları. “İnsan haysiyetini boğazlayarak, kışın soğuk bir gününde, dilim bağlı, dört duvar arasına koydular beni. En uysal deliler koğuşuydu bu,” diyerek anlatıyor Cahit Irgat.
Herkesin kendi dünyasını yaşadığı, bazılarının sobanın çevresinde toplandığı, bazılarının pencereden dışarıyı seyrettiği, birinin parke taşları saydığı, üç beş kişinin ellerini arkalarına bağlayarak kendi kendine konuştuğu, bir ressamın sayfalara şahlanan at desenleri çizdiği, iki Yahudi hastanın el ele, birbirinden hiç ayrılmadığı bir büyük oda/koğuş. El ele. Bu el ele detayı dağıtıyor.
Cahit Irgat tam tarih vermiyor, “savaşın ortaları” diyor. İçerisi de, dışarısı da acılardan bir yumak. Virginia Woolf intihar etmek üzere belki. Belki de etti. Ya Stefan Zweig ile eşi Lotte! Onlar da birlikte ölüm uykusuna yatacaklar. Sait Faik, “Önündeki Kış” adlı öyküsündeki başkarakteri yazacak. Isıtamadığı bekâr odasında, battaniyenin altından çıkıp dışarıyı, yaşamı arzulamak için uğraşan o öykü kişisini. Savaşın biteceğini ümit eden o öykü kişisini…
Cahit Irgat tam tarih vermiyor, “savaşın ortaları” diyor. Savaş düzeninin uygarlığın sonu olacağı saplantısından kurtulmanın zor olduğu zamanlar. Bakırköy’deyse günler hep aynı. Birbirinin kopyası günlerin birinde hastalar altı sularında yataklarına yatırılmış. “Söz dinleyen uysal hastalar. Kimsesizler, itilip kakılmışlar, hor görülmüşler, çıldırmışlar, yalnızlar.”
Hastabakıcılardan biri “Üstat geldi!” diyor.
Cahit Irgat, “Zilzurnaydı, yıkılmış haldeydi,” dediği Neyzen’i hemen tanıyor.
Nöbetçi doktor soruyor: “Kim getirdi seni üstat, buraya?”
Neyzen Tevfik cevap veriyor. “Kim mi getirdi beni?.. Kendim geldim, tıpış tıpış, ayaklarımla!.. Benim haysiyetimle oynadılar mı, kalkar gelirim buraya!.. Haysiyetli insanlar arasına!.. Burası benim evim!.. Evim burası!.. Evim!..”
Bir boş yatağa yatırıyorlar Neyzen Tevfik’i. Cahit Irgat duvarın tahta bölümüne birkaç çivi çakıp neyini, nısfıyesini, defterini, kalemini sicimle asıyor. Neyzen kendine geldiğinde seviniyor, Cahit Irgat’ın kim olduğunu soruyor. Böylece tanışıyorlar.
Ziyaretçileri geliyor gün aşırı. Abidin Dino, Asaf Halet Çelebi, Saik Faik… Abidin Dino her geldiğinde karakalem portrelerini çiziyor Neyzen’in. Dino, bulunmaz bir yüz, ne kadar çizsem doyamıyorum diyor.
Cahit Irgat, Neyzen’in yarı homurdanır yarı susar halini anlatıyor. Yemekleri beğenmeyişini, küfredişini, aklına estikçe neyini ve nısfiyesini üfleyişini. Hastanedeki düzenin çarpıklığıyla boğuşuyorlar. Kimi zaman Neyzen Tevfik gözdağı vermeyi de ihmal etmiyor: “Getirin elbisemi; çıkar, kaçarım buradan da ha!.. Kimse beni tutamaz!.. Bu dünyadan da kaçarım ha!.. Adam gibi eşit davranın insanlara!..” Irgat da imtiyaz olduğundan bahsediyor. Her sınıftan, her işten çeşit çeşit insan bir arada yaşadıklarını ama “pistonlu”lara ayrı davranıldığına işaret ediyor.
Cahit Irgat, “Gönlünce yaşamalıydı o, dörtgenler, çizgiler içine girmeden, dilediği gibi. Hiç kimseye boyun eğmeden,” dediği Neyzen Tevfik’le böyle tanışıyor. Bu tanışmayı “Tırmarhane bana Neyzen Tevfik’i tanıttı” adlı bir yazısıyla anlatıyor. Bu yazı, Irgat’ın 1930’lardan 1960’lara uzanan sanat yaşamında tanıdığı edebiyat, sahne ve meyhane dostlarını anlattığı yazı dizisinde (Çok Yaşasın Ölüler) yer alıyor. Akşam gazetesinde 1968’de tefrika edilen yazılar otuz sekiz gün sürüyor. Turgut Çeviker’in büyük emeğiyle yazı dizisi ilk defa kitap olarak 2011’de yayımlandı. Çok Yaşasın Ölüler’in eşsizliği Cahit Irgat’ın dostlarını anlatırken kendini de anlatışında saklı. Hayatı dosdoğru ve bükülmeden yaşayan bir şair ve bir tiyatrocu… 1940 Kuşağı şairi, özgürlüklerin katledildiği dönemin inatçı tiyatrocusu. Metin Eloğlu yaptığı söyleşide “Mutlu” olan soyadını neden “Irgat” olarak değiştirdiğini sorduğunda, “Kişi yalan söylememeli, soyadıyla bile,” diyor.
“İçinde; insan kaderine, insan davranışlarındaki sevgisizlik, küçüklük ve alçaklığa isyanla yaşadı. Şiirlerinde bu isyan vardır. Bir de sevgiyle anlaşmanın, barışın hasreti,” diyor Fikret Ürgüp, Cahit Irgat için. Neyzen Tevfik’le dost olmayacaktı da kiminle olacaktı.