Hayvanlarla ilişkiyi yeniden düşünmek için mitoslar
Deniz Gezgin’in 'Hayvan Mitosları', Pinhan Yayıncılık tarafından tekrar basıldı. Kitap, kendi alanında temel kaynak olmayı sürdürürken bir kere daha türümüzün hayvanlarla ilişkisini düşünmeye alan açıyor.
İnsanın hayvanla ve doğadaki diğer türlerle ilişkisine tarihsel açıdan bakmanın önemli araçlarındandır mitoslar. Bu anlatılar üzerinden ilişkiyi tahayyül ederken sanırım en başta aklımızda tutmamız gereken, mitosların insanın zihinsel dünyasının tezahürü olmasıdır. Türümüz doğada kendisine yer açarken, doğal olarak başka türleri kendisine tanıdık hale getirmek zorundaydı. Bunun en önemli yollarından biri de adlandırmaydı. Adlandırma, doğadaki başka varlıklara insanın zihin dünyasında bir yer verirken onları bir çerçeveye, insan merkezli bir bakışa da hapsediyordu çünkü buradaki ilişki genellikle insana faydalı ve zararlı olması üzerinden kuruluyordu. Bu durum, hayvanları ve başka türleri, kendi oluşlarına göre değil insanın yaşam ve geçim biçimlerindeki değişime ve kendi ihtiyaçlarına göre tanımladığı bir konuma yerleştirmenin de önünü açtı. Sonuçta, başka türler hakkındaki anlatıları insan üzerinden, ona egemen konum vererek düşündüren bir bakış açısıyla karşı karşıya kaldık ve bu bana kalırsa, türümüzün başka türlerle bağını eşitsiz kurmanın aracı oldu.
İnsana verilen bu sabit konumu aşındırmanın bir yolu olarak da mitoslar işlevsel olabilir fikrimce çünkü her şeye rağmen mitoslardaki insan yanlı tınıyı göz ardı etmeden şunu da söyleyebiliriz; anlatılan bu binlerce yıllık hikayeler ortak bir geçmişe de göndermede bulunuyor. Genellikle insanı yapan-eden olarak konumladığımız uygarlık anlatılarında belki de gözden kaçmaması gereken yanlardan biri bu. Çünkü türümüzün hikayesine dahil olan başka türlerin bize hatırlattığı bir şey var, o da bu hikaye tek başına bir türe ait değil, birlikte ortaya çıkarılmış bir anlatı var ortada. Hiçbir tür tek başına tarihin sahibi olamaz, hele ki insan türü gibi hayatta kalması başka türlere bu kadar bağımlı bir tür için hikayeyi başka türlü düşünmenin zorunlu olduğunu da kabul etmek zorundayız. Ayrıca, insanın imge ve anlam dünyasında başka varlıkların bu kadar yer etmesinin tek gerekçesi onun kendi edimleri olamaz. Burada söz konusu olan karşılıklı bir etkileşimin varlığıdır. Bu etkileşim bazen korkudan, bazen hayatta kalma çabasından, bazen de karşılıklı yardımlaşmadan beslenir ki bu da konuyu tek yanlı bir bakış açısından tartışmanın her zaman geçerli olmadığının başka bir göstergesidir.
Bunları düşünmeye vesile olan metin, Deniz Gezgin’in genişletilmiş haliyle tekrar basılan, 'Hayvan Mitosları' kitabı. Kısaca bahsettiğimiz gibi mitoslar türümüzün başka varlıklarla ilişkisini başka başka şekillerde düşündürebilen yanlarıyla önemli metinler. Gezgin’in kitabı da bu işlevi yerine getiriyor ve yazarın deyimiyle bu "muammalı" ilişkiyi bir kere daha düşünme imkanı buluyoruz. Bu ilişki "muammalı" çünkü Gezgin’in ifadesiyle, "Bir isim onu taşıyanı ifade ettiği kadar, hatta kimi zaman daha çok, ötekini işaret etmek için var. Öyleyse hayvanlık çatısı altında toplananların hayvan olmayanı görünür kılan ve onu ayırt etme çabasına katılan bir işlevi de olmalı…" Yazarın bu cümlelerini yukarıda bahsettiğimiz "adlandırma" meselesi ile birlikte yorumlayabiliyoruz. Türümüzün bir isim vererek kendi zihnindeki yansımasıyla var ettiği "hayvanlık çatısı", onun hakkında konuşurken kesinleştiremeyeceğimiz bir dili varsaymamız gerektiğini hatırlatıyor çünkü onun hakkındaki bilgimiz onun doğal varlığının ötesinde, insanın ona yüklediği kültürel anlamlarla ilişkileniyor. Bu nedenle mitolojik hikayeleri yorumlarken türlerin kendi oluş süreçlerinden çok türümüzün onu temsil ettiği biçimiyle karşılaştığımızı anımsamamız gerekiyor.
Ancak yine yukarıda kısaca bahsettiğimiz gibi, insan ve hayvan arasındaki ilişki tek yanlı sadece insan üzerinden düşünebileceğimiz, onun her zaman özne olduğu bir ilişkilenme biçimi değil. Bu ortak ortaya çıkarılmış bir tarihin de yansıması bana kalırsa ki Gezgin’in şu cümleleri bunun göstergesi oluyor: "Yeryüzüne hayvanlar şekil verir, suyun üzerine ilk toprağı onlar bulup koyar ve yer ile göğü birbirinden ayırıp yaşama genişlik katarlar. Tanrıların ocağından ateşi çalıp dünyaya getiren de onlardır. Derisini soyup insanı doğuranlar da. Kimi bir halka dilini adını bahşeden, kimsesiz bebekleri emziren, kimi bilgeleri yetiştiren ve bütün günahları yüklenip tanrılar için kurban olan ya da bizzat tanrıya dönüşenler."
BAŞKA BİR İLİŞKİYİ TAHAYYÜL ETMEK
'Hayvan Mitosları' kitabı, bahsettiğimiz gibi insan ve hayvan arasındaki ilişkiyi farklı şekillerde düşünebileceğimiz bir yan taşıyor ve bana kalırsa yaşadığımız zamanda başka türlerle ilişkimizi tekrar tahayyül edebilmemiz açısından da önemli. Özellikle bu ilişkiyi, bir karşılıklı yardımlaşma ve birlikte yaşama ilişkisi olarak yeniden düşünürsek bana kalırsa mitoslara başka açıdan bakarak yerleşik anlatıyı yerinden etme imkanı bulabiliriz. Mesela bunu tahayyül edebileceğimiz anlatılardan birine ağaçkakanda rastlıyoruz. Kitapta yeşil ağaçkakandan bahsedilirken Ovidius’un onlardan "mars kuşu" olarak bahsettiğine dikkat çekiliyor. Söylenceye göre; "Mars’ın çocukları Remus ile Romulus ikizlerinin de yeşil ağaçkakanla bağları vardır. İleride Roma şehrini birlikte kuracak olan meşhur kardeşler doğar doğmaz anneleri Rhea’dan koparılarak Tiberus kıyısında Palatinus tepesine bırakılır. Çünkü Rhea, Mars’ın tecavüzü sonucu hayatta kalmış ve bunun için cezalandırılmıştır. Kaderine terk edilmiş ikiz bebekler, yeni doğum yapmış bir dişi kurdun sütünü emerek ve bir yeşil ağaçkakanın onlara taşıdığı yiyecekler sayesinde hayatta kalmayı başarır…"
Bu hikayeyi iki şekilde yorumlayabiliriz. İnsanı merkeze alır, onun zor durumunda hayvanların işe koşulduğunu bu nedenle ilişkinin faydacı olduğu sonucuna ulaşabiliriz ki bunu düşünmek çok zor olmaz çünkü insan-hayvan ikiliği üzerinden kurulan anlatılar bize böyle bir düşünce izleği sunar. Ancak şunu da düşünemez miyiz, cinsel saldırıya uğradığı halde cezalandırılanın bebeklerine sahip çıkan, onunla yardımlaşma ilişkisi kuran kurt, ağaçkakan ve Rhea’nın yoldaşlığı. Bana kalırsa, böyle bir düşünme insanı sürekli yapan-eden olarak kuran anlatıyı aşındırırken daha önce bahsettiğimiz gibi hayvanla ilişkiyi her zaman insan tarafından kurulan bir fayda ilişkisi olarak düşünmemizin önüne geçebilir. Bu da mitosları her zaman olmasa da türler arası ortak bir geçmişe atıf yapan hikayeler olarak görmemizin yolunu açar ki kitapta ilişkiyi bu şekilde tahayyül edebileceğimiz onlarca anlatı var.
Yine bu açıdan karıncanın mitolojik temsilinde yer verilen anlatıya bakabiliriz. Karınca, çalışkanlığı nedeniyle insanın zihninde olumlu anlamlar taşıyan bir hayvan olarak karşımıza çıkıyor. Onun hikayesinde şu kısım bahsettiklerimizi tekrar düşünmeye vesile oluyor: "Mağrip mitolojisinde karınca, insanların en büyük yol göstericisidir. Hayvanların nasıl evcilleştirileceğini insanlara iyilik elçisi karınca öğretmiştir. Ayrıca bayramlar tertipleyip hayvanları kurban etmeyi anlatan da o olmuştur. İnsanlar karınca sayesinde tarıma geçmiş, ondan tahılları ekip biçmeyi öğrenmişlerdir. Karınca insanlara bir buğday tanesinden bin buğday tanesi üretmeyi, toprağı işlemeyi ve ilk hasadın nasıl yapılacağını göstermiştir. İlk yerleşikler tahılı öğütüp un yapmayı, unu suyla yoğurup hamura çevirmeyi bu hamuru ateşte pişirip ekmek yapmayı karıncadan öğrenmişlerdir."
Bu anlatıda yine hayvan ve insan arasında ikilikler üzerinden kurulan ve genellikle insana merkezi konum veren yerleşik anlatıyı aşındıran bir yan görebiliyoruz. Karıncanın buradaki temsili, insanı ondan öğrenen bir yere yerleştiriyor. Elbette burada "hayvanların kurban edilmesi", "evcilleştirme" gibi uygarlığın sorunlu yanlarının olumlanmasını göz ardı edemeyiz. Ancak bu hikaye de yaşadığımız zamanın koşullarında hayvanla ilişkiyi binlerce yıllık karşılıklı ilişkiler olarak yeniden düşünebilmemiz açısından önemli görünüyor ve türcü anlatıyı aşındırma aracı olarak mitosların işlevsel olabileceğini gösteriyor. Çünkü bu hikaye, insanı her zaman egemen olan yerinden ediyor ve başka türlerden öğrenen konumu yüklüyor bu da sabit anlatıyı tekrar düşünmenin yolunu açıyor.
KESİN OLMAYAN KONUMLAR
Elbette bu hikayelerde şu yanı görmezden gelemeyiz; hayvanlara verilen konum, kültürden kültüre, anlatıdan anlatıya değişiklik gösteriyor. Tıpkı tarihi insan odaklı ele alan metinlerde insana sabit bir konum veremeyeceğimiz gibi, hayvana da veremiyoruz. Karga, akbaba gibi hayvanlar çoğunlukla ölümle ilişkilendiriliyor veya uğursuzluk alameti olarak görülebiliyor örneğin ama her zaman aynı anlama gelmediklerine de tanık oluyoruz. Mesela: "Çin mitolojisinde güneşin doğmasını sağlayan kargadır. İnanışa göre karga her sabah güneşi bir ağacın tepesine taşımaktadır…" Hem türümüz hem de doğadaki diğer varlıklar için güneşin önemi düşünüldüğünde karganın yaşam için kıymetli bir hayvan olarak temsil edilişini görüyoruz burada. Akbabanın temsilinin de her zaman olumsuz olmadığına sıklıkla rastlanıyor mitoslarda, Zerdüştlüğün kutsal kitabında ölülerin gömülmesi yasaklandığı için ölüleri günahlarından "arındıran" bir görev yüklenir akbabaya. Anlatıya göre; "Kulelere bırakılan ölülerin başına üşüşen akbabalar kısa sürede ölüyü tüm dünyevi kirlerinden arındırır." Başka metinlerde de şöyle bahsediliyor akbabadan, "Çin mitolojisinde akbaba motifi sıklıkla" işlenmiş ve "Mısır’da akbaba tanrıçalarla birlikte anılmıştır."
Yine imge olarak kafamızda olumsuz olan akreple ilgili bir anlatıda, "kendine fazlasıyla güveni olan Orion, avcı tanrıça Artemis’e tecavüz etmeye kalkışınca tanrıça, onun üzerine akrep salarak onu öldürtmüştür. Görevini başarıyla yerine getiren akrep bundan sonra Tanrıça tarafından bir takımyıldızı olmakla mükafatlandırılmıştır." Bu anlatılarda da gördüğümüz gibi türümüzün anlam dünyasında hayvanların konumu her zaman olumlu olmadığı gibi sadece olumsuz da değil. Binlerce yıllık ortak geçmişte bir tür diğerine farklı şekillerde yansımış ve müşterek bir tarihsel hikayeyi birlikte yazmışlar.
HAYVAN HİKAYELERİNDEN ÖĞRENİRİZ
Mitoslar binlerce yıllık hikayeler olsa da bize konu edindikleri meselelerden öğrenme imkanı verirler ki bu şimdilerde de sürüyor. Bu durum elbette hayvan mitosları için de geçerli. Çünkü türümüzün; "dünyayı sırtında taşıdığı düşünülen" ve bilgeliğiyle nam salmış kaplumbağadan, dişisini etkilemek için "ön kanatlarını birbirine sürterek" aşk şarkısını söyleyen ağustosböceğinden, "tufanı yaratan tanrı ile insanlar arasında barışı sağlayan bir elçi olarak düşünülen" ve bu nedenle "çağlar boyunca barışın evrensel simgesi olan" güvercinden, "alçakgönüllülüğün temsili" olan eşekten ve daha nice hayvandan öğrendiği ve öğrenmeye devam edeceği çok şey var.
Bu açıdan mitoslar, kapitalizmin "şeyler" kategorisinde bazen imaj nesnesi, bazen tabakta yemek, bazen sadece ambalajda ürün olarak kurulan hayvanlarla ilişkiyi tekrar tahayyül etmenin imkânı olarak işlevsel olabilir. Günümüz başka politikasından da payını alarak düşmanlaştırılan türlerle tarihsel ilişkimizi yeniden düşünmek, şimdide onların öteki konumunu aşındırmanın aracı olabilir. Evet, bu metinler insanın gözünden oluşmuş, çoğunlukla onun faydasını temel almıştır ancak yukarıda da örneklediğimiz gibi, bütünsel olarak sadece türümüzü esas alan tarihsel bir ilişkiyi temsil etmiyorlar. Bu açıdan her okunduğunda bize farklı bir bakış sunmayı başarıyorlar.
Deniz Gezgin’in 'Hayvan Mitosları', Pinhan Yayıncılık tarafından tekrar basıldı. Kitap, kendi alanında temel kaynak olmayı sürdürürken bir kere daha türümüzün hayvanlarla ilişkisini düşünmeye alan açıyor. Bu ilişki başta da bahsettiğimiz gibi "muammalı" bir ilişki, mitoslar bu nedenle apaçık sonuçlara ulaşabileceğimiz metinler değil bu da aslında bu metinleri geniş bir çerçevede yorumlamaya imkân veriyor ve başka türlerle ilişkimizi görebildiğimiz en eski metinler olmaları açısından kıymetlerini sürdürüyorlar.
Deniz Gezgin’in işaret ettiği gibi: "Mitoslardaki hayvanların peşinden kat edilecek yol, bizi dosdoğru hayvanların dünyasına çıkarmasa da bizim onlara ve onların bize ne yaptığına açıkça bakma imkânı tanır. Eşitlik ve ortaklığın keşfi için mitlerin düğümlerini çözüp ipin ucunu serbest hayvanlara bırakmak neden şimdi olmasın?"
Emek Erez Kimdir?
Çeşitli gazete, dergi ve online sitelerde, kültür-sanat alanında on beş yıldır yazılar yazıyor.
Platonov yazıları: Umutlu zamanlar, edebiyat, emek ve trajedi 24 Mayıs 2024
Güç bir kişide toplanırsa 17 Mayıs 2024
‘Umutsuz Karakterler’: Sınıfsal hezeyanlar, ayrıcalık kaybı endişesi 03 Mayıs 2024
Umuttan başlamak, ıstıraplı bir umuttan 19 Nisan 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI