HDP Diyarbakır Milletvekili Taşçıer: Kimse HDP’nin oylarına göz dikmesin

HDP'li İmam Taşçıer, olası bir kapatma kararının HDP'ye değil, kapatmayı savunanlara zarar vereceğini söyledi. Taşçıer muhalefeti de eleştirdi: “Mesele Kürtler olunca bütün ideolojiler bir oluyor."

Google Haberlere Abone ol

DUVAR- Sedat Peker’in sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımlar günlerdir tartışılıyor ve bazı taşları yerinden oynattığı muhakkak. Ama söyledikleri, en azından şimdilik, daha çok ekonomik çıkar ilişkileri üzerinden gidiyor. Bu arada Peker, bölgede karanlıkta kalmış birçok olay sırasında önemli mevkilerde bulunmuş Mehmet Ağar ve Korkut Eken gibi isimleri de gündeme getirdi Sedat Peker. Ancak bu isimlerin bölgedeki karanlık olaylarda oynadıkları rol ile ilgili bir açıklama yapmadı. Oysa Kürtler, kendilerinin bildiği ve dile getirdikleri olaylarla ilgili bilgileri ‘içeriden’ birinin de telaffuz etmesini bekliyor. Bu karanlık olayların müsebbipleri bir mafya lideri tarafından ifşa edilir mi, bilinmez.

Anayasa Mahkemesi, HDP'nin kapatılması istemiyle hazırlanan iddianameye ilişkin incelemesini tamamlayarak, iddianamenin kabulüne karar verdi. HDP için kapatma kararı verilirse, HDP bileşenleri nasıl bir yol haritası izleyecek?

Deniz Poyraz, İzmir’de HDP il binasında vuruldu. Poyraz’ı katleden tek başına hareket eden bir faşist psikopat mıydı? Bu eylem benzer eylemlerin habercisi olabilir mi?

Türkiye’nin Federe Kürdistan Bölgesi’nde yürüttüğü operasyon devam ediyor. Kürtlerin birliği umut edilirken PKK ile peşmergelerin çatışma olasılığı Kürtler için tedirginliğe neden oluyor.

HDP Diyarbakır Milletvekilleri İmam Taşçıer ile Türkiye’nin ve HDP’nin gündemini konuştuk...

Sedat Peker’in videolarında ifşa ettiği Mehmet Ağar ve Korkut Eken gibi bazı isimler, denilebilir ki Kürtlerin hafızasını tazeledi ve 1990’lı yılları bir kez daha hatırlattı. 90’lı yıllarda siz de saldırıya uğramıştınız. Size ve arkadaşlarınıza saldıranların failleri bulunamamıştı.

21 Haziran 1993’te biz 3 siyasetçi arkadaş, Hamit Pamuk ve İkrami Han ile saldırıya uğradık. Hamit Pamuk SES Diyarbakır temsilcisiydi, Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi’nde sağlıkçıydı. İkrami Han ise Kulp’tan Diyarbakır merkeze göç etmek zorunda bırakılmış bir esnaftı. Biz üçümüz Diyarbakır’ın Emek Caddesi’nde yürürken, arkadan yüzlerce mermiyle saldırıya uğradık. Hamit ve İkrami orada şehit düştü. Ben bütün kurşunları belden yukarı aldım, hala çenemde bir kurşun var. 15 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra ölümden kıl payı kurtuldum. Çenemdeki kurşunu çıkarmak için birkaç kere hastaneye gittim o zamanlar ama ateşim çıktığı ve apse oluştuğu için çıkarılamadı. Kullanılan silah Takarof markaydı. Rus suikastçıların kullandığı silahlardandı. O silahla eylem yapıldı. Tabi ki hala fail bulunamadı. Bizim görgü tanıklarından öğrendiğimiz kadarıyla bize saldıranlar 3 kişiydiler ve üçü de silah kullanmış. Arkadan sıktıkları için biz hiç görmedik onları ama düşünün, üç kişiden ikisi ölüyor, ben yaralanıyorum. Soruşturma üstünkörü bir şekilde yapıldı. Suç Hizbullahçı gruplar ve benzerlerine atıldı, onlar da kabul etmediler ve dava böyle ortada kaldı. Öyle bir süreci yaşadık.

Siz tabi saldırıya uğrayan ilk siyasetçiler değildiniz?...

Bu 1923’lerden, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana süregelen uygulamalardır. Bugün de yaşanan aynısıdır. 1924’te yeni bir anayasa yapılıyor. O anayasadan sonra 1925’te İstiklal Mahkemeleri'yle Şeyh Sait ve arkadaşları idam ediliyor. Neden? Çünkü onlara göre Kürt mücadelesi bir yere kadar olur. Onların verdiği sözler var, muhtariyet sözleri var. Sonra anlaşamamışlar Kürtlerle, 1924 anayasasıyla birlikte Kürtlerin inkarı ve asimilasyonu var gündemlerinde. Onun üzerine gelişen ayaklanmada Şeyh Sait ve arkadaşları idam ediliyor. Sonrasında da mecburi iskanlar, sürgünler ve idamlar 40’lı yıllara kadar devam ediyor. Dersim, Koçgiri, Zilan ve Ağrı’dan sonra bir suskunluk dönemi başlıyor çünkü herkes sürgün ediliyor. Kürt hareketinin yükselmeye başladığı 70’li yıllarda komando baskınları başlıyor. Bizden yaşça büyük kime sorarsanız komandolar köylerine gitmiş, bunları çırılçıplak soymuş, köy meydanında baskıya maruz kalmışlar. Devlet eliyle bir terör estirilmiş 1970’lerin başında. 80’li yıllara baktığımızda, yönetilemeyen ülke konumuna getirilen bir Türkiye, darbe ve o darbede yine Kürtler üzerine gelişen bir baskı, zulüm ve onun üzerinden ırkçılık, şovenizm geliştirilerek, rant sağlanmaya başlanmış. Siyasetle de uğraştığım için 80’li yılların rantlarını çok iyi hatırlıyorum. Tahsin Şahinkaya’nın özel aracında eroin işi yapıldığı kendi iddianamelerinde var. Kaçakçılık ve gayri meşru işler yapıldığı ortaya çıktı.

'MESELE KÜRTLER OLUNCA TÜRKİYE'DEKİ BÜTÜN İDEOLOJİLER BİR OLUYOR'

Sedat Peker’in bugün anlattıklarıyla 80’li yıllar arasında bir ortaklık mı kuruyorsunuz?

Bugün Sedat Peker’in anlattıkları ile 80’lerin bir farkı yok. O dönemleri yaşadık, mafya dediğimiz güçler Türkiye’de çoğaldı. Bir politika şeklinde gayri meşru işler yapıldı ama yine Kürtler üzerinde yürütüldü bu kirli işler. Kürt öcü gösterilerek, 'Kürtler ülkeyi bölüyor, parçalıyor' gösterilerek, milliyetçi duyguları bir şekilde hortlattılar, Kürtlere baskı yapıp gayri meşru işleri yapmaya başladılar. Dünyadaki devlet tanımına sığmayan gayrı meşru ilişkiler en rahat 80’li yıllarda yapıldı. Sonra 90’lı yıllar geldi. 17 bin 500 faili meçhul var. 4 bin köy boşaltıldı. 4 milyon Kürt yerinden yurdundan sürüldü. Yine gerekçe Kürt sorunu, yine ona sığınılarak ülke yönetilmeye başlandı. Ve Mehmet Ağarlar, Susurluk olayları ve benzerleri oldu. Zaten Sedat Peker de o dönemin gençlerinden biri.

Susurluk’taki kaza nedeniyle birçok kirli, karanlık ilişki ortaya saçıldı. Ancak Susurluk’taki kaza sonrasında yapılan ifşalar Fırat’ın Doğu yakasına neredeyse hiç geçmedi. Sedat Peker de bazı şeyleri ima ediyor ancak Fırat’ın Doğusu'nda neler oldu, bu konuya gelmedi ve belki hiç gelmeyecek. Ne dersiniz?

Susurluk olayının içinde Sedat Bucak vardı. Sedat Bucak, Susurluk olayının Kürt kanadını bilen kişilerden biriydi. Ama isteyerek Kürt sorununu öne çıkarılmadı çünkü Kürt sorunu öne çıkarılsa çok şey ortaya çıkardı. Faili meçhuller, Yeşiller ve o günleri organize eden güçlerin bağlantıları çıkacaktı ortaya. Ne yaptılar? Göstermelik bir süreç işlettiler. Tabi ki Peker ve benzeri mafyatik yapıların hepsi aslında güçlerini Kürtlere olan baskıdan, o şovenist duygulardan alıyor.

Yani aslında mesele Kürtler ve hakları olunca, Sedat Peker dahil, herkes susuyor mu?

Bakın, 2016’da bizim fezlekelerimiz hazırlanırken, CHP’liler hükümete destek verdi. Kılıçdaroğlu, “Anayasaya aykırıdır ama destek vereceğim” dedi. O gün bu gündür bu işin önü açıldı. Hem Erdoğan’ın Başkanlık Sistemi'nin hem de Kürtlere baskının önünü açtı. Ondan önce 2002’de Deniz Baykal da Erdoğan’ı ilk getiren kişidir. Bugünkü uygulamaların nedenlerinden biri yine CHP ve lideri Kılıçdaroğlu’dur. Bunlar açık söylenmeli. CHP’nin bu yanlışlardan geri adım atabilmesi gerekiyor. Mesele Kürtler olunca Türkiye’deki bütün ideolojiler bir oluyor.

Peki, sizce HDP kapatılır mı? Partinin kapatılması nasıl sonuçlar verir hem HDP hem Türkiye için?

Şu anda ikili bir seçim sistemi var. Cumhurbaşkanlığı dedikleri Başkanlık Sistemi var. Bir kişi seçiliyor. O hükümeti kuruyor. Yürütme onda. Ve hesapsız kitapsız bir yürütme, herkes onun için uğraşıyor. Bir de yetkisiz parlamento var. HDP kapatılırsa, diyelim ki bütün yasaklar uygulanırsa ve hiçbir Kürdü parlamentoya kabul etmezlerse dahi yetkisiz parlamentoya girmemiş oluruz. Fakat Kürtler cumhurbaşkanlığı seçiminde acısını yaşatırlar, partisini kapatan adaya. HDP’liler ona oy vermez. Türk devrimciler, sosyalistler, demokratlar ona oy vermez. Var gücüyle o kazanmasın diye çalışırlar. Bu işin bir boyutu. Biz her zaman Parlamento'da grup kurabilecek potansiyele sahibiz. Parlamento'da olmama gibi bir korkumuz yok. Ama İstanbul ve bütün büyük şehirlerde kaybettirebildiğimizi gösterdik. Kapatan bunu düşünür, düşünmesi gerekiyor. Biz yine de üçüncü yolu tercih ediyoruz. Hiç kimsenin güdümünde kalmadan siyasetimizi demokratik ve Kürt sorunun çözümü üzerine geliştiriyoruz. HDP seçime nasıl girer derseniz alternatifleri çoktur. Sonuna kadar bu hukuksuzluğa karşı direneceğiz. Savunmalarımızı yapacağız, sahayı terk etmeyeceğiz. Parti kapatılırsa eğer, halkla beraber kararımızı vereceğiz ki en büyük hedefimiz onu kapatan iktidara kaybettirmek olacak. Bunu da demokrasi güçleriyle yapmayı düşünüyoruz.

Mevcut hükümet yakın tarihte gerçekleşen parti kapatmaların nasıl sonuçlar verdiğini biliyor olmalı. O halde HDP’yi kapatmaktaki ısrarı nedendir?

Biliyorlar. Sekiz-dokuz parti kapatıldı. Ama daha güçlü olarak bugünlere gelindi. Herhalde 'Kürt meselesini kökten çözeriz' diye düşünüyorlar. Bu hayali bir düşüncedir. İktidarın başı Erdoğan, halktan kopmuş ve gerçeklerin farkında değil. Ondan dolayı bu kadar ısrarcılar. MHP baskı yapıyor diyorlar ama AKP, MHP ile aynı düşünüyor. MHP’nin baskılarına boyun eğme değil, bir düşünce birliği var. Erdoğan farklı bir tip, pragmatist bir yapısı da var. Binali Yıldırım Diyarbakır’da Kürdistan sözcüğünü kullanarak Kürtlere bir mesaj vermeye çalıştı. Öcalan’la görüş yasağı varken bir akademisyeni İmralı’da görüştürdü. Etkisi olmayan Osman Öcalan’ı dahi televizyona çıkardı. Bu da şunu gösteriyor ki Erdoğan ülkeyi yönetme realitesinden kopmuştur. Kararlarını başkalarının yönlendirmesiyle aldığını gösteriyor. Türkiye’yi yöneten bir irade bugün Erdoğan’ın yaptıklarını yapmaz. Ne yapar? Kürt meselesini çözmeye çalışır.

'ZİHNİYETİN FARKINDA DEĞİLLER'

HDP’nin kapatılmasıyla ilgili CHP ve diğer muhalefet partilerinin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Muhalefet, başka bir muhalefet partisinin oylarına ve tabanına göz dikmişse, kendi sonunu hazırlıyordur. Şu anda muhalefetin yaptığı bu maalesef. HDP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi'ne yapılan ilk başvuruda CHP’nin 25 milletvekili Kürt illerine ziyaretler yaptı. Bu başvuruda yine geldiler, gezdiler. CHP sanki kapatılacak HDP’nin oylarına göz dikmiş ve sessiz kalıyor. Oysa bugün HDP’yi kapatan yarın CHP’yi de kapatır. Bu zihniyetin farkında değiller.

CHP, son yıllarda olmadığı kadar hareketli görünüyor bölgede. Şırnak’ta partiye katılım töreni gerçekleşti, Diyarbakır ilçelerinde kongreler yapıldı mesela. Bu hareketliliği CHP’nin Kürt oylarında gözü var şeklinde mi yorumluyorsunuz?

CHP’nin Kürt oylarında gözü var. HDP kapatılırsa insanlar partisini kapatana oy vermeyecek de CHP’ye oy verecek algısı var. CHP niye tabela partisi oldu Kürt illerinde, nedenini iyi bilmeli. AKP de öyle olacak. CHP’nin Kürt illerinde tabela partisi olmasının tek nedeni 1989’da Paris Kürt Konferansı’na katılan Kürt vekillerin CHP’den ihracıdır. Kürtler buna tepki göstererek CHP’ye oy vermedi. Şimdi bunu Erdoğan yapıyor. Kürtler, Erdoğan’a da oy vermeyecek, CHP gibi Erdoğan’ı da tabela partisi yapacak. Kürtlerde bir Kürde yapılan baskı bütün Kürtlere yapılan baskı gibi algılanır. Kürtlerin yapısı böyledir. Kürtler bugünkü baskılardan zarar görüyor. Esnafı, işçisi, memuru, köylüsü zarar görüyor. AKP ve Erdoğan iktidara “Kürt sorunu benim sorunumdur, ben bu sorunu çözerim” söylemiyle geldi. Barış süreci dediğimiz 2013-2015 yılları arasındaki diyaloglar nedeniyle Kürtler bir şekilde Erdoğan’laydı. Şimdi öyle değil, Kürt sorunu tüm Kürtleri kapsayacak bir şekilde gelişti. Bir dil ve kültürün inkarı, asimilasyon politikası dışında bir şey görmüyor Kürtler. Bu ayırımı gören Kürtler bir sonraki seçimde AKP’ye de oy vermeyecek, CHP’ye hiç vermeyecek. Hiçbir parti Kürt oylarından nemalanamayacak.

HDP kapatılırsa oyları başka bir partiye gitmesin diye ne yapacak?

HDP seçime girmeye çalışacak ama kapatılırsa oylar hiçbir yere gitmeyecek. Bilirsiniz, okuma - yazması olmayan Kürt anneleri bağımsız adaylarına, çizgileri sayarak veya oy pusulasını iple ölçerek oy verdi. Diyarbakır’da 10 vekilden 6’sını büyük bir mühendislikle çıkardı. Yani o kadar partisine bağlıdır. O gün HDP nereye yönlendirirse, HDP ve bileşenleri oraya oy verecek. Kürtler başka yere gitmeyecek. Diğer partiler Kürt oylarına boşuna göz dikmesinler.

Eski bakan Mehdi Eker ve milletvekili Oya Eronat’ın da katıldığı bir törenle Diyarbakır’ın bir köyünde HDP’li bin kişinin AKP’ye geçtiği söylendi. Siz Diyarbakır milletvekili oluğunuz için soruyorum: Daha önce gittiniz mi bu köye? HDP’den AK Parti’ye sahiden kitlesel bir katılım oldu mu?

Köyün nüfusu 850 kişi toplamda, 900 kişi bile değil. İzleyebildiğimiz görüntülerde çoluk çocuk görünüyordu, ellerine bayraklar verilmişti. Gülünecek bir durum. Biz orada yüzde 80 oy aldık. HDP’ye oy vermiş bir şahıs ya sandık başına gitmez ya da başka partiye oy vermez. Gittiğim, bildiğim bir köy, AKP’ye oy vermez. Bu kadar abartılı bir şekilde propaganda yapıyorlar ama yok öyle bir şey. Bakın 6 yıldır vekilim, bir hafta önce esnaf ziyareti yaptım. İnanın son yaptığım ziyarete halkın ilgisi 7 Haziran’dan önceki ilgiden daha fazlaydı. Çünkü halk haksızlığa, hukuksuzluğa tahammül edemiyor. Kürt halkı iş - aş diye bir şey istemedi hiçbir siyasetçiden. Huzur olsun, barış sağlansın, benim çocuklarım dağa gitmesin, ölmesin, cezaevine girmesin. Bunu istiyorlar. Oğlum fabrikaya girsin ya da işsizim bana iş verin talebi ile bize gelmiyorlar, hükümete de gitmiyorlar. Yeter ki barış ortamı sağlansın istiyorlar. Bu da Kürt meselesinin çözümünden geçiyor.

Kürt sorunu çözülürse diğer sorunlar daha kolay çözülür diye mi düşünüyorlar?

Kürt meselesi yüzyıldır devam eden bir süreç ve bugün bastırılırsa yarın yeniden ortaya çıkacaktır. Silah zoruyla, baskıyla çözülemedi Kürt meselesi. Şeyh Sait’in, diğer liderlerin idamına rağmen bu sorun şiddetle çözülemedi. Bazen bastırıldı fakat bugün bastırılamıyor da. Artık gelişen teknoloji, haberleşme araçlarıyla gelinen durumda bastırılacak gibi de değildir. Ortadoğu’da hesabı olan ülkeler Kürtler olmadan at koşturamaz, bunu bütün dünya ülkeleri biliyor.

Dünya ülkeleri demişken: Kürtler dünyada iyi diplomasi yapabiliyor mu?

Diplomaside perde arkası olabilir ama görünürde zayıf olduğu söylenebilir.

Sedat Peker’in açıklamaları dünyanın başka ülkesinde olsa hükümet çoktan düşmüş olurdu ya da hiç değilse adı geçen siyasetçiler istifa etmiş olurdu. Ama mevcut hükümet hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Böyle ne kadar devam eder sizce?

İktidar Sedat Peker’den kaynaklı kendi içinde bir erozyona uğruyor. Bakıyorsun onları en iyi savunan gazeteci cemiyetten atılıyor. İstifa edenler var. Hükümette de savunmaya geçiş var. İktidar her ne kadar görmezden, duymazdan geliyorsa da bu aslında savunmada olduğunu gösteriyor. İçişleri Bakanı’nın da açıklamaları savunma şeklindeydi. Mesela Demirören’in yaptığı şeyler ortaya çıkıyor. Halk bunları görüyor. Hükümet ne kadar görmezden gelse de bu sonun başlangıcıdır diyebiliriz. Sedat Peker’in anlattıkları bizim yıllarca anlattıklarımızdan farklı bir şey değil. HDP siyasetçileri ve farklı çevreler her zaman söylemiştir. Ama iktidarın içinde farklı bir kokuşmuşluk, çürümüşlük başlamış ki artık onların içinden birinin söylemesi toplumda farklı bir etki yaratıyor. Sedat Peker milyonları aşan bir oranla izleniyor ve söylediklerinin doğru olduğuna inananların sayısı yüzde 75’lerin üzerinde görülüyor. Düşünün, hükümete oy veren yüzde 25 de Sedat Peker’in doğru söylediğine inanıyor.

Peki Sedat Peker açıklamalar yapıyor ama HDP ve muhalefet partileri yeterince gündeme getirebiliyor mu?

Ana muhalefet partisi bu konuda çok aktif değil, biraz daha mesafeli yaklaşıyor. Olur ki onun da bu ilişkilerle bir bağı vardır. Sedat Peker, işte geçen gün Deniz Baykal’ın dahil olduğu olayları anlattı. Benzer nedenlerle Sedat Peker’in söylediklerine mesafeli yaklaşıyor muhalefet. Bizler zaten her zaman söylüyoruz. Sedat Peker’in dediklerinin ötesini kamuoyuna açıklıyoruz. Sedat Peker, işin gerçeği çok fazla şey söylemiyor, çünkü bizim bildiklerimizin dışında bir şey söylemiyor. Mehmet Ağar, Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan’ın eşinin ölümünden sorumlu İçişleri Bakanı'ydı. Yaşadık bunları. Benim hala çenemde kurşun var. Mehmet Ağar o dönemin önde gelenlerinden bir tanesiydi. Biz zaten bunları yaşadık, görüyoruz. Kürtler biliyor, önemli olan Türkiye kamuoyunun bunu daha iyi bilmesi. CHP’nin ve diğer partilerin bu konuda daha duyarlı olmaları gerekiyor. Dediklerinin üzerine gitmeleri gerekiyor. Tabi ki Sedat Peker’in bu paraları nerden getirdiğini de sormak gerekiyor.

HDP İzmir il binasında parti çalışanı Deniz Poyraz katledildi. Bu eylemi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu eylem, benzer başka eylemlerin işaretidir diyebilir miyiz?

Son yıllarda HDP ve Kürtler ötekileştirildi, düşmanlaştırıldı basında, Meclis'te, kamuoyunda. Parti il binalarının kapısında çadırlar kuruldu. HDP’nin terörün merkezi şeklinde lanse edilmesi ister istemez toplumda algı oluşturmasına neden oluyor ki düşmanlık, ırkçılık ve faşist düşünceler harekete geçiyor. Bunlar da organize olup HDP’ye saldırıyor. Ben bu cinayetin sıradan değil, organize olduğunu düşünüyorum. Devletin içindeki değişik güçlerin bu organizasyonun içinde olduğu herkes tarafından biliniyor. Bu katilin kafasına göre sabah kalkıp HDP’li öldüreceğim demesi mümkün değil. Deniz’in öldürülmesi planlı, programlıdır. Son altı yılda televizyonlarda, dergilerde, gazetelerde, hükümetin açıklamalarından gördüğü HDP’nin düşman olduğudur ve cinayet, yaratılan bu algının sonucudur ve organizedir.

Muhalefet partileri başsağlığı dileğinde bulundular. Cinayetin perde arkasının aydınlanması ve benzer cinayetlerin meydana gelmemesi için bu başsağlığı dileklerini yeterli buldunuz mu?

Ana muhalefet partisi lideri başta olmak üzere Türkiye’nin bütün siyasi parti liderleri HDP’nin İzmir il binasına gelip Eş Genel Başkanlarımıza ve partililerimize taziye ziyaretlerinde bulunmalıydı. Telefonla arayarak değil, tepkilerini cinayetin işlendiği yere bizzat gelerek göstermeleri gerekiyordu. Devamında kamuoyunun bu cinayeti sürekli gündeme getirip mahkum etmesi gerekirdi. Fakat maalesef beklendiği gibi olmadı.

Neden olmadı?

Türkiye’nin gerçekliğine baktığımız zaman 1925’ten 80’li, 90’lı yıllara kadar aynı olaylar yaşandı. Yine kimse bir tepki göstermedi. Deniz Baykal, 90’lı yıllarda parti başkanı olarak Lice’ye gidemedi. Yine de tepkilerini dile getiremediler. Geçen sene 19 Mayıs’ta Samsun’da HDP’nin dışında tüm partiler birlikte fotoğraf çektirdiler. Doğu Perinçek’in partisi, MHP, CHP, BBP, Saadet Partisi ve AKP gidip orada boy gösterdi. Ama HDP o fotoğrafta yoktu. Sanki HDP Türkiye partisi değil, Kürtler Türkiye vatandaşı değil gibi bir duygu içinde yaşıyorlar. Kürtlerin Türkiye vatandaşı olarak görmemek duygusu, Kürtleri öldürme noktasında rahatlık veriyor.

‘MERMİ SIKMA, UZLAŞ’

Türkiye’nin Federe Kürdistan Bölgesine yönelik başlatılan operasyonu ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Türkiye çok sıkışık bir süreç yaşıyor. Bu sıkışmışlığı da Kürtler üzerinden aşmaya çalışıyor. Dikkat ederseniz bundan 6 ay önce çevresindeki bütün devletlerle savaş halindeydi. Yunanistan, Libya, Kıbrıs ve Ermenistan’la bir savaş halindeydi Türkiye. Hepsiyle savaşmaktan vazgeçmeye hazır, Kürtler hariç. Kürt sorununu nasıl çözerim diye değil, ben Kürtleri nasıl yok ederim diye düşünüyor. Fakat yeni olmayan şeyi deniyor, sürekli denediğini tekrarlıyor. Kürt sorunu Türkiye’de her şeyin önüne geçmiş. İnsan hakları ve ekonominin önüne geçmiş. Tüm Kürt illerinde TÜİK verilerine göre işsizlik yüzde 30’un üzerinde. İşsizliği çözmüyor. Pandemi sürecindeki çalışmalarda dünyanın sondan 4 ülkesi olduk. Onu çözemiyor ama Kürtlere gelince Erdoğan ‘bir mermi fiyatının kaç lira olduğunu biliyor musunuz’ diye soruyor. Sıkma mermi, uzlaşacaksın. Sen mermiyi sıkarken kendi vatandaşına sıkıyorsun. Vatandaşa karşı sorumlu olman gerekiyor. Vatandaş sorunu çözmeye hazırdır. Biz yaptığımız bütün konuşmalarda 'Kürt sorunu demokratik yol ve yöntemler ve müzakerelerle Meclis'te çözülmelidir' diyoruz. Ama hiçbir şekilde bu konuşulmuyor. Altı yıldır Meclis'teyim. Meclis'teki bütün konuşmalar dönüp dolaşıyor Kürtlere geliyor. O kadar sıradanlaşmış ki bütün televizyon programlarında HDP’siz HDP tartışılıyor ve HDP’ye hakaretler ediliyor. Kimse demiyor, sen bunu niye yapıyorsun. Hesap sorulmuyor, öyle bir ülkede yaşıyoruz.

‘TOPRAKLARININ İŞGALİNE KARŞI ÇIKMALI’

Güney hükümetinin çatışmalar karşısında tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

1916’dan itibaren, Kürdistan dört parçaya bölündükten sonra, Kürtlerin hep bir birlik sorunu oldu. Onları parçalayan sistemdeki devletler sürekli bir araya gelip Kürtlerin parçalanmasına yönelik siyaset geliştirdiler. Bu dört ülke her zaman kendi aralarında diyalog içinde ve Kürtler kendi içerisinde parçalı yaşadılar. Bunu en net şekilde Güney Kürdistan dediğimiz bölgede gördük. Parçalı durum nedeniyle çok kanlı geçti. Talabani-Barzani arasındaki savaşları biliyoruz. En son 1994 yılında 4 bine yakın Kürt peşmergesi karşılıklı birbirini vurdu. Öyle bir süreç işliyor maalesef. Parçalanmışlık hali diğer devletlerin yönlendirilmesiyle oluyor. Ne zaman Kürt mücadelesi yükselse, bir yere gelse, bir parçadaki biri diğer ülkedeki işgalci zihniyetle bir araya gelerek, bunu zayıflatıyor. 2013 yılında Kürt Ulusal Birliği Konferansı toplantısında Hewler’de Barzani’nin başkanlığında toplandık. Ben de vardım. O toplantıda bütün Kürt örgütlenmelerinden şahsiyetler vardı. Mesut Barzani, Celal Talabani ve Abdullah Öcalan’a kendi ıslak imzasıyla davetiye yolladı. Biri cezaevinde biri de hasta olduğu için katılamadılar. Toplantı onun makamında yapıldı. Bütün Kürt örgütleri ve partileri orada bir birlik mesajı verdi. Yani Kürtler arasında normalde bir sıkıntı yok. Birlik istiyorlar. Ve ben de komisyona seçildim 4 ay süren çalışmamızda da bunu gördük. Ama sonuçta yine sözü geçen devletler ya da uluslararası devletler müdahale ettiler, bunun önüne geçildi, durduruldu. Çalışma ne kadar durduysa da Kürt halkı ve o günkü idarecileri ile bugünküler dahil ulusal birlikten yana. Ama işte Güney’de savaşın yoğunlaşması ve belli bir seviyeye gelmesiyle beraber bu emperyal devletler hem Kürt topraklarını işgal ediyor hem de başka Kürt örgütleriyle bir araya gelip, Kürt partilerini, örgütlerini, silahlı örgütlerini karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Biz Kürtler olarak kesinlikle buna taraf olmamalıyız. Hangi şekilde, ne olursa olsun savaş olmamalı. Kürtler arasında bir diyalog mutlaka gelişmeli, uluslararası güçler devreye girmeli, Kürtler devreye girmelidir. Çünkü Kürtler arası bir savaşta kaybedecek olan yine Kürtler olacaktır.

Federe Kürdistan hükümeti, Türkiye’nin ve belki başka ülkelerin baskısı nedeniyle mi çatışmaların olduğu bölgeye peşmerge güçlerini yığdı?

Düşünün, Kürdistan bölgesinin toprakları işgal ediliyor, Türkiye 16 kilometre içerdeyse ve ses çıkarmıyorsan burada bir sıkıntı vardır. İnsan hiçbir şey yapmazsa kendi topraklarının işgaline karşı gelir. PKK bugün oraya gitmemiş ki PKK 30 yıldır oradadır. Bugün oraya gitmiş olsaydı yeni gitmiş derdik. Ama 30 yıldır oradadır. Kendi anlaşmaları, kendi hukukları var. PKK oradan Türkiye’ye karşı savaşıyorsa, Türkiye’nin kendi sınırda önlemini alması gerekiyor. Oranın toprağını, köylülerini bombalayarak, ormanlarını yakarak işgal ederek olmaz.