Sancar: Tan’ın değerlendirmeleri Bilgen’inkilerle birlikte anılamaz

Ayhan Bilgen'in yaptığı açıklamaları değerlendiren HDP Eşgenel Başkanı Mithat Sancar, parti hukukunun ihlal edilmediğini söyledi. Sancar, "keşke tutuklanmasaydı da değerlendirmelerini Bilgen'e sorabilseydik" dedi.

HDP Eşgenel Başkanı Mithat Sancar.
Google Haberlere Abone ol

DUVAR - HDP Eşgenel Başkanı Mithat Sancar, tutuklanarak yerine kayyım atanan Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen'in eleştirilerinin parti hukukunu ihlal etmek anlamına gelmediğini söyledi. Sancar, Bilgen'i, "parti kurulları yerine doğrudan kamuoyuyla paylaşılması doğru değil" diyerek eleştirdi.

Seçimlerde bir ittif Anasayfa ak yapmadıklarını belirten Sancar, seçmenin bir diyalog kurduğunu söyledi. Mithat Sancar'ın Cumhuriyet gazetesinden İpek Özbey'e yaptığı açıklamalardan bir bölüm şöyle:

CHP’de Muharrem İnce’nin, İYİ Parti’de Aytun Çıray ile Ümit Özdağ’ın ve HDP’de Ayhan Bilgen’in çıkışları zamanlama açısından manidar bulundu. Katılır mısınız?

Bazı gelişmeler bakımından zamanlama, manidar. Bütün bu örnekleri aynı kefeye koymak ve aynı çerçevede değerlendirmek doğru olmaz. Aslında siyasetin zemini uzun süredir sağlam değil. Küçüklü büyüklü sarsıntılar yaşanıyor. Bu sarsıntıların önce AKP’de başladığını da unutmayalım. AKP içinden iki parti çıktı. Muhalefet partilerinin içindeki hareketlenmelerin iktidar tarafından, en hafif tabirle teşvik edildiğini söyleyebiliriz tabii. Bu partilerin yaşadıkları tartışmaların iktidar temsilcileri ve medyası tarafından nasıl kullanıldığını da hep birlikte görüyoruz. Ayhan Bilgen’in söylediklerini ise bunlardan farklı bir yere koyuyorum.

Tahminimce parti içinden seslerin çıkmasını demokratik bulduğunuzu söyleyeceksiniz, ama zamanlamaya takılıyorum hep. Parti disiplini tam da bu noktada gerekmiyor mu?

Parti disiplininin devreye girebileceği yerler elbette var, ancak bunun etkili olmayacağı durumlar da mevcut. Eğer birileri parti içinde kalarak eleştiri yapıyorsa parti hukukuna uygun davranmak durumundadır, çünkü parti içi demokrasi demek, parti hukukunun yok sayılması anlamına gelmez. Bu hukuku belirleyen çeşitli metinler, ilkeler ve gelenekler var. Asıl mesele, parti içinde bir tartışma başlamışsa bunu nasıl yöneteceğinizdir. Parti hukukunu hiçe sayan, bu hukuku çiğneyen bir durum varsa parti disiplinini gündeme getirebilirsiniz, fakat tartışmaları bu yöntemle engellemeniz veya bastırmanız mümkün olmaz. Bu doğru da değil. Benim tercihim zamanlama, tarz, üslup konusundaki değerlendirmeyi esas itibarıyla kamuoyuna bırakmak.

Ayhan Bilgen’in eleştirilerini de böyle mi değerlendiriyorsunuz?

Ayhan Bilgen parti hukukunu ihlal etmiş değildir. Görüşlerini ifade etmiştir. Bu süre zarfında kendisiyle doğrudan diyaloğumuz da oldu; grup başkanvekilimiz ve bir milletvekili arkadaşımız kendisiyle görüştüler. Amacının partiyi daha ileriye taşıyacak bir tartışmaya vesile yaratmak olduğunu söyledi.

Bilgen’in sözlerinin hemen ardından Altan Tan pası aldı ve tartışmayı yürüttü...

Altan Tan’ı Ayhan Bilgen ile aynı çerçevede değerlendiremeyiz. Altan Tan partimizden istifa etmiştir, 2018 seçimlerinde başka partiden aday olmuştur. Altan Tan’ın değerlendirmeleri Ayhan Bilgen’inkilerle birlikte anılamaz. Ayhan Bilgen parti hukukunu ihlal etmeksizin kendi düşüncelerini belirtmiştir. Bu açıklamaların yöntemi, gözaltındayken yapılması, tutuklandıktan sonra sürdürülmesiyle ilgili şüphesiz çekinceler koyabiliriz. Dile getirdiği her eleştiriyi de isabetli bulduğumu söyleyemem; bazı eleştirilerinin dayanaklarını da fazla güçlü bulmuyorum. MYK’de Bilgen’in eleştirileriyle ilgili şöyle bir görüş oluştu: Dile getirdiği görüşler tartışılabilir, ama parti kurulları yerine doğrudan kamuoyuyla paylaşılması doğru değil, çünkü Ayhan Bilgen’in bunları bize iletmesinin önünde engel yok. Elbette farklı konularda görüşlerini kamuoyuna açıklayabilir. Fakat partinin işleyişi, programı ve politikalarıyla ilgili değerlendirmeyi sosyal medya üzerinden değil, doğrudan kurullarımıza iletmek yoluyla yapması daha doğru olur. Nitekim milletvekili arkadaşlarımız kendisiyle görüştüğünde bu konuda mutabık kalındı. Bu, bizim diğer tutuklu arkadaşlarımızla ilgili de esas almayı tercih ettiğimiz çerçevedir.

Eleştiriler üzerinden gidelim o zaman... HDP, tersine Türkiyelileşme yaşıyor mu?

Türkiye partisi olma, Türkiyelileşme, HDP’nin kuruluşundaki temel noktalardan biri. Neden “partinin kuruluşu” diyorum, çünkü 30 yıllık geleneğimiz içerisinde daha önce kurulmuş başka partiler de var. Bu geleneğin büyük bir kısmını devraldık ama biz yeni bir partiyiz. HDP, mesela HADEP veya BDP ile aynı değildir; içerisinde geleneğini devraldığı partilerden elbette unsurlar var; ama farklılaştığı noktalar da.

Türkiyelileşmeye nasıl bağlayacaksınız?

Asıl farklılaştığımız noktaysa şu: Bundan önceki partiler görece daha homojen, Kürt siyasal geleneğine dayalı partilerdi ve bu partiler ihtiyaç dahilinde seçimlerde ittifaklara giriyorlardı. HDP öncesinde geçici ittifaklar ile ilerleyen ilişkiler, HDP ile bileşen hukuku çerçevesinde kalıcı hale geldi. HDP, Türkiye’nin Kürt siyasal geleneği ile sol, sosyalist, demokrat, muhafazakâr demokrat geleneklerini ve bağımsız bireyleri kendi örgütsel yapısının birer unsuru haline getirdi. Türkiyelileşme mevzusunda bu yeni model çok temel bir göstergedir: Türkiye’nin bütün halklarının ve inanç gruplarının kendilerini bizatihi var ettikleri, ülkenin tamamında faaliyet gösteren ve Türkiye’nin tüm sorunlarına çözüm üreten bir parti olmak... Bunlar bizim yola çıkışımızda çok önemli noktalardır.

Mesela biz gazeteciler de aslında size Türkiye’nin başka sorunlarını sormuyoruz. Hepimiz sadece Kürt meselesinde kapınızı çalıyoruz, ama siz de bu algıyı yıkmak için bir çaba içinde misiniz?

İçindeyiz tabii ki. Sağlık politikalardan örnek verebiliriz. Pandeminin ilk üç ayında yayımladığımız çok sayıda rapor var. Bu konuda pek çok çalışma yürüttük, halen de yürütüyoruz. Keza ekonomi için de aynısını söyleyebiliriz. Son derece ayrıntılı bir bütçe programı hazırladık ve geçen hafta bu programı kamuoyuyla paylaştık. Eksiklerimiz elbette olabilir, ama biz bu çalışmaları düzenli bir biçimde yürütüyoruz. Fakat ne dersek diyelim bu çalışmalar maalesef gündeme gelmiyor. Bunu anlamıyor da değilim. HDP özellikle iki nedenle öne çıkmıyor… Bize göre bu ülkenin en can alıcı sorunu Kürt sorunudur. Kürt sorununun demokratik çözümünü, HDP kadar önüne hedef olarak koymuş bir başka parti yok. Bu nedenle bizimle en fazla bu konunun konuşulması anlaşılır bir durum. Ama şüphesiz tercihimiz, bu konunun kriminalizasyon yöntemiyle değil, çözüm önerilerimizi ifade edebildiğimiz barışçıl bir ortamda tartışılması… Türkiye’nin diğer meseleleriyle ilgilenmediğimizi söylemek haksızlık.

Bilgen de şöyle diyor: “Şimdi daha net görüyorum. Kürtlerin siyaset yapma tarzı değişmedikçe devletin Kürt siyaseti değişmiyor. Devletin Kürt siyaseti değişmedikçe Kürtlerin siyaset biçimi, kalıpları ve tarzı değişmiyor. Bu kısırdöngüden çıkışın yolu sahici ittifaklardır” diyor. Nasıl değerlendirirsiniz?

Bu ifade bana soyut geliyor. Ayhan Bilgen arkadaşımız keşke burada olsaydı, tutuklanmasaydı da ben de kendisine neyi kastettiğini sorabilseydim. Bu iddiaları bu şekliyle yorumlamayı faydalı bulmuyorum.

“Sahici ittifak” diyor...

Sahici ittifakın ne olduğunu da bilmiyorum. Bir ittifak politikamız var, çeşitli ittifaklar da deniyoruz, üstelik bana göre bunlar sahicidir de. Hatırlarsanız eş genel başkan seçildikten sonra ilk röportajımı size vermiştim ve o zamandan beri ittifak programımızı adım adım geliştiriyoruz. Biz, “demokrasi ittifakı”nı toplumsal bir zeminde kurmaya çabalıyoruz. Bu gidişattan rahatsız, derdi adalet, demokrasi, eşitlik, barış olan çevrelerin birlikte hareket etmenin bir yolunu bulabilmesi gerektiğini düşünüyoruz ve biz bu yolları inşa etmek için çalışıyoruz. Partilerle ittifak meselesi, seçime yönelik bir meseledir. Bütün muhalefet partileriyle diyaloğa hazırız. Önşart koşulmamasından başka da bir önşartımız da yok. Yani tek şartımız önşartsızlıktır. 

Pervin Buldan’ın kongrede muhalefete yaptığı “samimiyet” çağrısına geliyoruz bu noktada aslında. Bilgen’in sözü de buna bir cevap gibi... “Hem müdahaleden bahsedip hem Kandil ve İmralı için pozisyon belirlemeye çalışmak, kendi pozisyonunun gereğini yapmamakla ilgili bir handikaptır.” dedi. HDP, Kandil ve İmralı için pozisyon mu belirliyor?

Doğrusu Ayhan Bilgen’in tam olarak ne demek istediğini bu cümlelerden hareketle çıkaramıyorum. HDP’nin İmralı ve Kandil’e göre pozisyon belirlediğini söylemek haksızlıktır. İktidar bunu, bizi ve siyasal ortamı terörize etmek için zaten yapıyor. İyi niyetli yaklaşımlarda bu kadar muğlak bir ifadenin problem yarattığı kanaatindeyim. Kongreden bu yana pek çok program açıkladık. Bunların hepsi bu parti binasında, parti yönetimindeki arkadaşlarımızla yüz yüze hazırlandı.

Kandil ve İmralı’da değil diyorsunuz?

Elbette.

Açık konuşalım: Bugün Türkiye’de HDP kilit bir parti ama kimse sizinle açıktan ittifak yapmıyor, yapamıyor. Kandil ve İmralı etiketiyle ilgili değil mi bu?

HDP’yle ilgili değerlendirmeler yapılırken iktidar temsilcilerinin, medyasının açıklamaları ve yorumlarını esas almak büyük yanlışlıktır. Bizimle diyalog kurmak en sağlıklı yoldur. Bu diyaloğu, bizim her konuda haklı olduğumuzu iddia edeceğimiz bir yol olarak da görmüyoruz. Böyle bir diyalog oluşmadığında sonuç şuna varıyor: İktidar bir çerçeve yaratıyor ve HDP’yi bu çerçeve dışında tartıştırmak istemiyor. Muhalefet de maalesef bu çerçeveye mahkûm oluyor.

Muhalefetten ne bekliyorsunuz?

Daha cesur olmalarını bekliyoruz. Eğer bu iktidarın ülkeyi felakete götürdüğünü düşünüyorsak bu gidişatı durduracak adımları daha cesurca atmalıyız. İktidarın birçok politikasına karşı çıkıp üstelik de çok sert tepki gösterip HDP’yle ilgili söylediklerini sorgusuz kabul etmek ya da kabul eder gibi bir tavır sergilemek büyük bir çelişkidir. Aslında herkes de biliyor ki siyasal ve sosyolojik açıdan HDP ve Kürtler olmadan Türkiye’de demokratik bir dönüşüm mümkün değil. Bizim istediğimiz tam da demokratik bir dönüşümdür. Bunun için bütün gücümüzle çalışıyoruz ve diğer partilerle çalışmaya da hazırız. “HDP’yle yan yana görünürsek, iktidarın açık hedefi haline geliriz” diye düşünenlere hatırlatmak isterim: İktidar yerel seçimlerden önce bütün muhalefeti terörist ilan etti. Üstelik bu yöntemi siyasal olarak tıkandığında bütün iktidarlar kullandı. Terör söylemiyle toplumu rehin almak ve muhalefeti kilitlemek siyasal tarihimizin acı bir gerçeği.

Halkta karşılığı var mı?

İktidarın bu politikasının halkta karşılık gördüğü tespiti, ciddi anlamda sorunludur. 2013-2015 yılları arasındaki çözüme yönelik politikaların nasıl destek aldığını hep beraber gördük. O dönem Akil İnsanlar Heyeti mensubuydum ve süreci halkın içinde yürütenlerdendim. Bu politikalara verilen destek yüzde 80’lere varmıştı. Demek ki silahların sustuğu, demokratik siyaset aracılığıyla çözüm arayışının söz konusu olduğu durumda halkın desteği güçlü bir biçimde alınabiliyor.

Sizin üzerinize düşen?

Bizim siyasal çözüm ve barış için güçlü bir toplumsal hareket inşa etmemiz ve bunu sistematik bir program haline getirmemiz gerekiyor. Bütün muhalefet partilerine çağrı yaptığımız 1 Eylül deklarasyonumuzun en önemli hedeflerinden biri buydu.

Muhalefet partilerinden cevap geldi mi?

Doğrudan bir cevap geldiğini söylememem, ama bu çağrılarımızın kayda alındığını düşünüyorum.

Onları anlayabiliyor musunuz; siyasetin, oy almak, kendi tabanına konuşmak gibi bir gerçeği de var..

Ben bunu anlıyorum diyemem, çünkü siyasal çözüm ve barış için sunduğumuz yöntemlerin alternatifsiz olduğunu iddia etmiyoruz. Siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisi o kadar geniş malzemelerle dolu ki... Şu soruyu sormak gerekiyor: Acaba tabanın katılaşması, kendi ezber ve önyargılarından mı, yoksa parti yönetimlerinin bu konudaki politikalarının tabanı bir şekilde dondurmasından mı kaynaklanıyor? Ben açık söylüyorum, parti tabanları siyasal çözüm konusunda partilerin yönetimlerinden daha ileridedir. Elimizde çok açık bir deneyim var; 31 Mart seçimleri... Eğer ortaya kabul edilebilir bir demokratikleşme hedefi ve bir siyasal diyalog perspektifi konuyorsa toplumsal tabanın buna hızla olumlu cevap verebileceğini gördük. Bu toplumsal hakikati partilerin yönetimleri daha fazla dikkate alırlarsa kendilerini de dönüştürecek bir mecra daha kolay yaratılır, buna kendimizi de dahil ediyorum. Temas dönüştürür, esasen temas devrimci bir eylemdir.

HDP’yi kapatma girişimi bekliyor musunuz?

Doğrusu bu konu, bizim bekleyip beklemememizle açıklanacak bir mesele değil. Kapatma davası nasıl açılır? Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçer, Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açılır. İktidarın yargı üzerindeki kontrolünü ve etkisini biliyoruz. Eğer iktidar isterse kapatma davası açtırır, istemezse açtırmaz.

Bir B planınız var mı?

Her seçeneğe hazırlıklı olmak gerekir. Biz gereken hazırlıkları yapıyoruz. Tabanımızın da demokrasi talebi olan bütün insanların da rahat olmasını isteriz. HDP, demokratik dönüşüm mücadelesinden bir an bile vazgeçmeyecek, her şarta göre bir yol buluruz.

İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, 31 Mart’ta HDP ile İYİ Parti’nin örtülü ittifak yaptığını söyledi, yaptınız mı?

Hayır, doğru değil. Biz, kimseyle oturup pazarlık yapmadık. Belediye başkan adayı paylaşımı, belediye meclis üyeliği paylaşımı vb. üzerine konuşmadık. Bizim bir stratejimiz vardı. Bu stratejimize göre davrandık. Asıl diyalog tabanlarda oldu.

Geçen gün bir açıklama yaptınız, “AKP’nin milliyetçi, Ergenekoncu, Susurlukçu ve ulusalcı bir koalisyona dayandığını” söylediniz. Ergenekon kumpası bu ülkede hassas bir konu... Dolayısıyla tepki gösterenler oldu...

Benim Ergenekon davasını kastetmediğim çok açık. Bunu anlatmaya gerek bile duymam. Adını anmak istemediğim kişilerin o davalar sırasında gözaltına alınmasına, yargılanmasına hoca olarak da yazar olarak da en net tepkileri vermiş biriyim. Bu davalarda artık başka hedeflerin devreye girdiğini gördüğüm anda yazdığım çok sayıda yazı var. Ancak Türkiye’de faili meçhullerden köy yakmalara ve köy bombalamalara, asit kuyularından helikopterli işkencelere varana kadar pek çok insanlık suçunun işlendiği de bir gerçek. Bunları kimin yaptığını, bu suçların hangi örgütlenmeler ve mekanizmalar içerisinde işlendiğini  açığa çıkarmak insanlık açısından asgari bir talep ve gerekliliktir. O dönemin sorumlularının epeyce bir kısmının bu iktidar döneminde aktif görevlerde tutulduğu da bu suçlarla ilgili açılmış davaların tek tek sonuçsuz bırakıldığı da biliniyor. Benim “Ergenekon” derken asıl kastettiğim buydu. Yoksa daha sonra kumpasa dönüşen, cemaat yargısının kendi hesapları için devreye soktuğu yargılamalar değil... Şimdi ben herkesten adalet adına samimiyet bekliyorum. Aynı hassasiyetleri KCK davaları için bekliyorum. 15 Temmuz sonrası Cumhurbaşkanlığı sitesinde kumpas davaları sıralanırken Balyoz ve Ergenekon davalarının yanında KCK davası da yazılıydı.

Öyle mi?

Evet, bunu da herkes biliyor aslında. Selahattin Demirtaş davası da dahil pek çok eski yöneticimiz ve milletvekilimizle ilgili davaların neredeyse tamamının cemaat yargısınca yürütüldüğü de biliniyor. Kobani protestoları gerekçesiyle yürütülen operasyonların da birer kumpas olduğunu görmek lazım. Olaylardan 6 yıl sonra böyle operasyonlar düzenleniyorsa bunun geçmişteki kumpas davalarını yürüten zihniyetten ve onların kullandığı yöntemlerden farkı ne? Buna neden itiraz edilmiyor?