HDP fezlekeleriyle şehitlerin bedeli demokrasiye ödetiliyor
El çabukluğuyla savcılığın Pervin Buldan ve Huda Kaya dahil dokuz HDP milletvekili için hazırladığı, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin fezleke önümüzdeki hafta mecliste okunabilir. Yedi yıl önceki Kobane olaylarına ilişkin deliller, tam da ihtiyaç anında hatırlanarak, devreye sokularak on üç şehidin bedeli PKK mensuplarına, yöneticilerine değil HDP’li vekillere ve partinin kendisine ödettirilmiş sayılabilir.
Doğruya, doğru demek gerek. Süleyman Soylu, “Hiç kimse, hiçbir makam ne kadar yüksek olursa olsun hatasız sayılamaz” derken çok haklıydı. Ancak hataları kabul erdemli davranış olduğu gibi hataları sadece muhalifinde görmek de bir o kadar zaaf işareti. Doğruları, yanlışa payanda vurmak için kullanan siyasi aklın götüreceği tek yer çıkmaz sokak. Nitekim şimdi de yine böylece girdiğimiz bir çıkmazda yine birbirimizi çiğnemeyi yüksek siyaset zannettiğimiz günlerdeyiz. 13 şehidimize rahmet, ailelerine sabır, ülkemize başsağlığı dileyerek “suçlu demokrasi miydi?” sorusunu yöneltmek gerek. Özellikle Öznur Çalık, 2015 tarihli telefon görüşmesini, basın açıklamasıyla duyurduğu zaman zannederim sadece benim değil pek çok kişinin aklına takılmıştır, benzeri sorular.
Gara Dağı'na yönelik operasyonun haberleri gündeme düştüğü zaman toplum olarak müjde beklemekteydik. Geçen çarşamba günü için müjde verileceği haberiyle muştulanmıştık. Sonra çarşamba müjdesinden vazgeçildiğini, salı günü yapılan grup toplantısındaki açıklamaları yeterli müjde saymamız gerektiğini anlayıverdik. Derken operasyondan şehit cenazeleri geldiği Malatya Valisi tarafından duyuruldu. Şehitlerin, PKK tarafından kaçırılıp rehin tutulan asker, polis ve istihbaratçılarımız olduğu açıklandı. Derken operasyonun bir yönüyle de rehineleri kurtarma amacı taşıdığı anlaşıldı. Görünüşe bakılırsa sağ salim dönebilseler müjde olarak Cumhurbaşkanı tarafından duyurulacaktı ama cenazeler gelince şehit haberi olarak Vali tarafından açıklandı. Sonrası kıyamet.
Muhalefetin soruları yine ihanet sayılırken muhtemelen iktidar partisi içinden yükselen eleştirilere cevaben de ikircikli açıklamalar gelmeye başladı. Altı yıldır rehineleri kurtarmak için ne yapıldığı soruları ya da hiçbir şey yapılmadığı eleştirilerine karşılık gelecek beyanlar birbirini kovaladı. PKK tarafından kaçırılıp esir tutulan rehineleri kurtarmak için neler yapıldığı anlatılırken bir yandan kaçırma, esir, rehin kelimelerinden hangisinin seçildiğine bakılarak pozisyon alma savaşı devreye sokulup meselenin özü yani on üç canın nasıl öldürüldüğüne dair sorular havada asılı kaldı. Yalnızca mafya diliyle “kafalarına sıkıldığı” bilgisi çakıldı zihnimize. Bir de Devlet Bahçeli’nin, sokak çetesi jargonuyla, Meclis kürsüsünde “azdan az çoktan çok” diyebilme becerisi, terörle mücadele için yeter şart sayıldı. İşte bu minvalde Öznur Çalık rehineleri kurtarmak için neler yapıp nasıl çırpındığını anlatma ihtiyacı duymuş olacak ki, 2015 yılında PKK tarafından kaçırılan Malatyalı şehidimiz Semih Özbey hakkında Pervin Buldan ile konuşmasını açıklayıverdi. Pervin Buldan’ı ve HDP’yi itham için “terörle aranıza neden mesafe koyamıyorsunuz?” sorusuyla “taçlandırdığı” basın açıklaması ilginçti. Özellikle rehin tutulan Semih Özbey’in sağ kurtulması için verilen ortak uğraşın, iki kişiden birine meziyet, diğerine töhmet olarak kayda geçişi, iktidarın Kürt politikasının laf cambazlığı üzerine kurulu oluşuna dair ibretlik örneklerdendi. Altı yıl önce kimlerle görüşüp de serbest bırakılmasını sağlayacağını umarak aradığı kişiye şehit cenazesi geldikten sonra kimlerle konuştuğunu sormak, konuşmanın kendisini suç olarak görmeyi değil başarısızlığın bedelini ödetecek yer arandığını gösterir. Aynı açıklamada Cumhurbaşkanı'nın sözlerine de yer vermiş Öznur Çalık:
"Baba Gürsel Özbey beni aradı. İHD evlatlarını kendilerine kavuşturacaklarını söylemiş fakat Türkiye’de hiçbir sorunla karşılaşmamak için bir teminat istemiş. Ben bu görüşmeyi Sayın Cumhurbaşkanımıza arz ettim. Cumhurbaşkanımız da İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’yu hemen çağırdı, ‘Evlatlarımızı sınıra kadar getirsinler oradan teslim alalım, hiçbir müdahalede bulunmayalım. Yeter ki evlatlarımızı sağ salim ailelerimize teslim edelim' talimatını verdi.” Yapılan açıklama, rehinelerin sağ kurtulması için her türlü çabanın sergilendiğini duyuran bir mazeret beyanı. Ancak bu açıklamalarla iktidar aklanırken gerek Pervin Buldan ve HDP gerekse İHD suçlu ilan edilebiliyor. El çabukluğuyla savcılığın Pervin Buldan ve Huda Kaya dahil dokuz HDP milletvekili için hazırladığı, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin fezleke önümüzdeki hafta mecliste okunabilir. Yedi yıl önceki Kobane olaylarına ilişkin deliller, tam da ihtiyaç anında hatırlanarak, devreye sokularak on üç şehidin bedeli PKK mensuplarına, yöneticilerine değil HDP’li vekillere ve partinin kendisine ödettirilmiş sayılabilir. Kurşunu atan değil o kurşun atılmasın diye çaba harcayan taraflardan iktidar olan, muhalif olana bedel ödettiriyor. Demokrasi bir kere daha yaralanıyor. Vaktiyle çözüm süreci sonlandırılarak, Vahap Coşkun’un deyişiyle “barış, teröre rehin verildi.” Şimdi şehitlerin bedeli demokrasiye ödettiriliyor.
Bir diğer HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu da topluma, insan hakları savunuculuğunun bedeli olacağını öğretmek ister gibi hukuka aykırı olarak kurulan hükümle karşı karşıya bırakıldı. Kocaeli Milletvekili Gergerlioğlu, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesi olarak hak ihlallerine mercek tutup, yüksek sesle ve durmaksızın açıklıyordu. Hem insan hakları savunucusu hem KHK ile ihraç edilmiş bir hekim olarak gözünü yumup, köşesine çekilmemekle suçlu bulunuyor diyebiliriz. Ancak hakkındaki hükmün, yargılandığı dava konusunun, dosya içeriğinin çok ötesinde bir tartışmayla ilişkili olarak hafızalara kazınacak, milletvekilliğinin muhtemelen önümüzdeki salı günü düşürülecek olması. Çıplak arama yapıldığına ilişkin suç duyuruları karşısında Özlem Zengin’in önce “çıplak arama yok” dediği halde son konuşmalarında “ahlaklı kadın, namuslu kadın çıplak aramaya anında itiraz ederdi, bir yıl beklemezdi” sözleriyle kazınacak akıllara, Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi. Şüphesiz Özlem Zengin’in çıplak aramaya “vaktinde itiraz şartı” getirerek, ceza ve tevkif evlerinde tutulan kadınlara ahlak ve namus testi uygulayabilmesi de unutulmayacaktır. Yönetmelikle çıplak aramanın detayları tespit edilirken o “yönetmeliği yazıp yayınlayanlarda ahlak ve namus aranmayacağına dair bir ön kabule mi sahip?” sorusu da benim aklımdan hiç çıkmayacak tabii ki. Olası bir baskın seçime HDP’nin katılması önlenmek mi isteniyor, sorusu da cabası.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
İstifa etmek yerine cambaza baktıranlar 15 Kasım 2024
Kadın ve çocuk cinayetlerinde cezasızlık olgusunun payı 08 Kasım 2024
Kent uzlaşısına kayyım atandı 01 Kasım 2024
Meclis etki ajanlığı teklifini reddetmeli çünkü… 29 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI