HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran: Saray yoksulluğu görmüyor
'Kadın Yoksulluğuna Hayır' kampanyası kapsamında çalışan kadınlarla buluşan HDP'li Ayşe Acar Başaran, “Amacımız yoksulluğu sadece görünür kılmak değil, iktidarı aynı zamanda çözüme zorlamaktır" dedi.
DUVAR - HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, Milletvekilleri Dilan Dirayet Taşdemir ve Oya Ersoy, Kadın Koordinasyonu Üyeleri Feray Mertoğlu, Tülay Koçak, Hazal Karabey, Kadın Meclisi Üyeleri Mukaddes Erdoğdu Çelik ve Bitlis İl Kadın Meclisi üyelerinden oluşan heyet, “Kadınlar İçin Adalet” kampanyasının ikinci etabı olan “Kadın Yoksulluğuna Hayır” buluşmalarını gerçekleştirdiler.
Ege ve İç Anadolu’da sonra Urfa, Adıyaman, Dersim, Ağrı, Iğdır ve Bitlis’in Tatvan ilçesinde çalışan kadınlarla buluşan heyet, çalışan kadınların sorunlarını diledi ve kayıt altına aldı. Heyetin gözlemlerini daha sonra rapor haline getirip çalışan kadınların sorunlarına çözmeye yönelik girişimleri olacak. HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, kadınların karşılaştığı ekonomik ve sosyal sorunların çözülebilmesi için hükümeti zorlayacaklarını söyledi.
Başaran ile “Kadın Yoksulluğuna Hayır” programını, gözlemlerini ve sorunların çözülmesine yönelik önerileri hakkında konuştuk.
'KADINLARIN SORUNLARI PANDEMİYLE ARTTI'
“Kadınlar için adalet” kampanyasının ikinci etabı olan “Kadın yoksulluğuna hayır” buluşmalarını anlatır mısınız? Böyle bir program hazırlamak nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Biz HDP Kadın Meclisi olarak 10 Şubat’ta “Kadınlar İçin Adalet” kampanyasının startını verdik. Kadın ve adalet tarihsel olarak çok yan yana gelmeyen iki tanım. Korona pandemisiyle bu uzaklık daha da görünür bir hale geldi. Bildiğiniz gibi kriz ve savaş süreçlerinde kadına yönelik şiddet artıyor, militarizmin had safhaya çıktığı ve krizlerin yönetilemediği her süreç de cinsiyetçi çıkışlarla sonuçlanıyor. Pandemiyle beraber erkek egemen sistemin yarattığı eşitsizlik ayyuka çıktı, bu süreç kadınlar için zorluğu kat be kat artan bir süreç haline geldi. Yargının erkek egemen yaklaşımından kadınlar her dönem nasibini almaktayken, AKP’nin “makul ve makbul kadın” dayatması, neredeyse kadınları öldürüldükleri için suçlu durumuna getirdi. Mahkeme salonları fail erkeklerin yargılandığı değil, kadına ve çocuğa yönelik suçların aklandığı, neredeyse meşrulaştırıldığı alanlar haline geldi. Buna karşı özgürlük mücadelesi yürüten, 8 Mart’a katılan, 25 Kasım’da kadına yönelik şiddete karşı alanlara çıkan kadınlar ise suçlu kabul edilerek onlarca yıllık cezalarla yargılandı. Dünyanın tümünde kadına yönelik şiddetin artma olasılığına karşı önlemler alınması tartışılırken, burada pandeminin ilk günlerinden İstanbul Sözleşmesi tartışmaya açıldı, mekanizmaları güçlendirmek yerine var olan mekanizmalar işlevsiz hale getirildi. Örtülü af niteliğindeki infaz kanunuyla kadına ve çocuğa karşı suç işleyenler, mafya ve çeteler serbest kalırken kadın mücadelesi yürüten kadınlar cezaevinde ölüme terk edildi. Salınan erkekler daha cezaevinden çıkmadan kadınları tehdit etti, cezaevinden salınınca da kadınlara şiddet uyguladılar, hatta bazılarını katlettiler. Bu adaletsizlikler meselesinin bir boyutuyken aslında görünmeyen adaletsizliklerden önemli bir tanesi de toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve erkek iktidarın yarattığı kadın yoksulluğuydu. Bizler de kampanyanın ikinci etabını “Kadın Yoksulluğuna Hayır, Kadınlar İçin Adalet” sloganıyla sürdürmeyi kararlaştırdık.
'İKTİDAR KADINI AİLE KURUMUNUN İÇİNE KAPATTI'
İktidarın her geçen gün daha da kötüye giden ekonomik politikaları, bir grup sermayedarın kazancını daha da bollaştırırken; toprağı, denizi rant için altın tepside sunarken halkı daha da yoksullaştırdı. Yoksulluk sebebiyle insanların tek tek değil, toplu olarak intihar ettiği bir noktaya gelinen bir süreçte kadınlar açısından bu yoksulluk iki kat daha fazla derinleşmiş durumda. Kadınlar açısından artık sadece yoksulluk değil, yoksulluğun kadınlaşması söz konusu. AKP, iktidara geldiği ilk günden bu yana kadınları birey olarak görmek yerine aile kurumu içinde tanımlayan ve bu yaklaşıma denk istihdam sağlayan bir politika üretti. Bu nedenle de kadınların istihdama katılımını desteklemek bir yana, toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren sosyal yardım politikalarıyla kadınları aile içerisinde tutarak kadınlara engelli, yaşlı ve çocuk bakımını dayattı. Kadınlar çoğu zaman güvencesiz, kayıt dışı ve merdiven altı işletmelerde ya da işlerde çalışmak zorunda bırakıldı, çalışma alanlarından tamamen izole edildi. Zaten zor olan çalışma koşulları pandemiyle beraber daha da zor bir hale geldi, kadınlar var olan bu işlerden de ayrılmak zorunda kaldı ya da işlerine yaşamlarını riske atarak devam etmek zorunda kaldı.
Pandemi sürecinde işten çıkarmalar yasak olmasına rağmen Kod 29 garabetinden en fazla kadınlar etkilendi. İşte tam da bu nedenlerle en yakıcı gündem olan şiddet ve cinayetlerin yanında kadınların yaşamında büyük etkisi olan yoksulluğun nedeni, bunu ortaya çıkaran politikaların tespitiyle çözüm yollarının bulunması, kadınların yaşamları açısından elzem bir konu olarak önümüzde duruyor.
'SARAY ÇADIRLARDAKİ YOKSULLUĞU GÖRMÜYOR'
Nasıl bir program izlediniz? Hangi kentlerde hangi iş alanlarında çalışan kadınlarla buluştunuz?
Bugüne kadar Ege, İç Anadolu ve bölge illerinde tarlalarda, yaylalarda, fabrikalarda, seralarda çalışan kadınlarla, müzisyen olup pandemi nedeniyle çalışamaz duruma gelen kadınlarla, seyyar satıcılık yapan ve evlerde emek veren kadınlarla bir araya geldik. Salonlarda toplanmak yerine çalışma alanlarına, çalışma alanı yaşam alanı haline gelen mevsimlik tarım işçilerinin yaşadığı çadır alanlarına gittik. Onların anlattığı, bizim ise dinleyen konumunda olduğumuz bir çalışma biçimi yürütüyoruz. Çünkü hükümetin anlattığı, propagandasını yaptığı hayal dünyasının yanında bir de yakıcı hakikatlerin görünür olması, buna dair politika üretilmesi en elzem mesele. Bunun en iyi örneği Ankara’da yaptığımız çalışmaydı. Ankara’nın Bala ilçesinde, yani Meclis’e ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na birkaç kilometre uzaklıkta görülen manzara bile hükümetin politikaları sonucunda ortaya çıkan yoksulluğun en keskin fotoğrafı olarak karşımızda duruyor. Ülkenin bir ucundan ekmeğini kazanmak için gelen mevsimlik işçiler çadırlarda yaşıyor. Çadırlarda elektrik yok, su için kilometrelerce yol kat etmek gerekiyor, çocuklar internete ve tablete ulaşamadıkları için eğitim alamıyorlar. Yaşadıkları yere bu kadar yakın bir yerde bile var olan yoksulluğu görmeyen, görmek istemeyenlerin; kendi konforlu alanlarından halka “Nerede aç var? Nankörler” diyenlerin yüzüne hakikatin fotoğrafını çarpmak için önümüzdeki günlerde de Çukurova ve Marmara bölgelerindeki illerde olacağız. Her kesimden kadınla bir araya gelmeye, kadınların yaşadıklarını dinlemeye; kadın yoksulluğunu, emeğin sömürüsünü görünür kılmaya devam edeceğiz. Tabi amacımız sadece görünür kılmak değil, toplumun en büyük muhalefet gücü olan biz kadınların dayanışma ve örgütlü gücüyle iktidarı aynı zamanda yoksulluğa karşı çözüme zorlamak olacaktır.
'KADINLAR 24 SAAT ÇALIŞIYOR'
Gittiğiniz şehirlerde kadınları çalıştıkları alanlarda ziyaret ettiniz. Neler gördünüz? Kadınların çalışma koşullarıyla ilgili izleniminiz nedir? Sigortalı çalışma imkanları var mı? Emeklerinin karşılığını alabiliyorlar mı mesela?
En doğudan en batıya koşulların birbirine benzediği aşikar bir durum. Ege’de çilek tarlasında çalışan kadınlarla bir araya geldiğimizde kadınlardan duyduklarımız ile Bitlis’te tarım işçisi kadınların yaşadıkları neredeyse aynı.
Kadınlar çalıştıkları yerlerde çoğu zaman güvencesiz olarak çalışıyorlar. Sabahın erken saatlerinde tarlalara gelen kadınlar yaklaşık 12 saat sonucunda 70 ila 100 TL arasında bir ücret alıyorlar. Ancak hiçbir kadının sigortası yok, bazısı eşinin sigortasından yararlanıyor, bazısı bir süre bireysel olarak sigortasını yatırmaya çalışmış, ama çoğunun sigortası yok. Kadınlar açısından mesai sadece dışarıda çalıştıkları süreyle sınırlı da değil üstelik. Eve gittiklerinde ya da yaşam alanı olarak kullandıkları çadırlara gittiklerinde yemek, çamaşır, temizlik, çocuk ve yaşlı bakımıyla ilgilenmek zorunda kalıyorlar ve bu durumda mesaileri neredeyse 24 saate tekabül ediyor. Kadınların çalıştıkları hiçbir yerde emeklerinin karşılıklarını almaları söz konusu olmuyor. Zaten emekleri sonucunda aldıkları ücret çoğu zaman erkekler tarafından kendilerinden alınıyor. Kadınların hiçbir mülkü olmamış zaten.
‘VELİLER ÜRKÜYOR, TÜRKÇE İSİMLE SESLENELİM Mİ’ DEMİŞLER
Sadece ekonomik politikalar da değil üstelik, işçi kadınlar iktidarın birçok politikasından direkt olarak zarar görüyor. Mesela Ege’den sonraki ilk basın toplantımızda dile getirdiğimiz bir durum vardı. Genç bir Kürt kadın, Ege Üniversitesi’nde Çocuk Gelişimi bitirmiş, ama midye temizliyor. Nedenini sorduğumuzda kendi alanındaki işlerde torpilin işlediğini söyledi. Bulabildiği tek işte de işveren “Veliler isminden ürküyor, Türkçe bir isimle seslenelim mi?” demiş, bunun üzerine genç kadın işi bırakmış. Elleri parçalanana kadar midye temizliyor, ama ailesinin yanında mutlu olduğunu söylüyor.
Yine Aydın’da çilek tarlasında genç bir kadının eşi Van Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyım ile işinden ediliyor. Tüm çabalara rağmen işine iade edilmiyor. Bunun üzerine Aydın’a göç ediyorlar. Kadın çilek tarlasında çalışıyor, eşi Marmaris’te. İki küçük çocuklarını bırakacakları yer yok. Kadın çocuklarını evde bırakıp tarlaya gelmek zorunda kalıyor.
Adıyaman’da tütün işçisi bir kadın edebiyat öğretmenliğini birinci sınıftan terk etmek zorunda kalmış, ikinci bir üniversiteye başlamış ancak geçim sıkıntısından dolayı eğitimini yarıda bırakmış.
'KADINLAR ÇÖZÜM İSTİYOR'
Böyle bir sürü örnek var. Genç kadınlar iş bulamadıkları için çareyi günlük çalışan işlerde bulabiliyor. Devletin kayyım politikasından eğitim politikasına her yaklaşımı doğrudan kadınları etkiliyor.
Buluştuğumuz her kadın sadece ses olmamızı değil, çözüm de istiyorlar. İşte biz de tam da bu nedenle, iktidarın yoksullaştırma politikalarını her alanda dile getirerek, iktidarı çözüme zorlamak amacımız. Bu elbette ki tek başımıza yapacağımız bir çalışma değildir. Örgütlü kadın mücadelesi ve dayanışmamızla kadınları bu çürümüş ve yoksulluğa mahkum eden sistemden kurtarabiliriz.
Ve gittiğimiz, gördüğümüz kadınlar bu durumun fazlasıyla farkında ama iktidardan, ülkedeki ekonomik gidişattan ümitleri yok, kendileri ile ilgili umutları köklü bir değişimin kadın dayanışmasıyla olacağı yönünde.
'KADININ YOKSULLUĞU GÜNDEMİMİZDE OLACAK'
Bu çalışma ne kadar sürecek ve hangi bölgeleri kapsıyor?
Gittiğimiz yerde gördüğümüz önemli bir şey de aslında kadınlara bu biçimde temasın ne kadar az olduğu, kadınların kendini anlatmaya ve sorunlarının çözümü için adım atılmasına ne kadar ihtiyaç duyduğuydu. Bunun yanında iktidardan beklentinin neredeyse sıfır olduğu söylenebilir, kadınların asıl değişim beklentisinin kadın dayanışmasında olduğu bir kez daha görmüş olduk. Çünkü devlet erkanı gitmiş galoşlarla, takım elbiselerle elinde çapayla poz vermiş, seçim sürecinde gidip vaatlerde bulunmuş, seçimler gelip geçmiş ama dertler olduğu yerde duruyor. Hatta gün geçtikçe daha da artıyor. Çalışmanın ilk etabında bütün bölgelerden planlama çıkarma gibi bir yaklaşımımız var. Tabi ki bu çalışma bir süre dahilinde, ancak şimdiden belirlediğimiz bir süre yok. Ama bu çalışmanın biçim değiştirmiş hali devam edecek. Çünkü kadın yoksulluğu dünün ve bugünün sorunu olmadığı gibi, bugünden yarına çabucak da çözülemez. Bu konu politik olarak Kadın Meclisimizin her dönem gündeminde olmaya devam edecek.
Programın sonunda bir rapor hazırlamak ya da benzeri bir çalışmanız olacak mı?
Bu çalışmanın ilk etabının sonunda gözlem, sorun ve çözüm önerilerimizin olacağı geniş çerçeveli bir rapor açıklayacağız. Mecliste, basında sık sık gündemleştiriyoruz, kadınların sözlerini dile getiriyoruz, ancak ayrıca ilgili bakanlıklara soracağımız sorularla ve yerellerdeki çalışmalarla mümkün olduğunca destekleyeceğiz çalışmamızı. Ve çabamız, kadınlara dayatılmak istenen bu yoksulluk ortadan tamamen kalkana kadar devam edecek.