HDP Temsilcisi Çimen: Avrupa, HDP'den edindiği bilgilere daha çok güveniyor
HDP Avrupa Temsilcisi Devriş Çimen, “Avrupa, muhalif basın veya HDP’den edindiği bilgilere daha çok güveniyor. HDP burada bir çeşit doğru enformasyon kaynağı oluyor“ diyor.
KÖLN - Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) geçen yılın aralık ayında eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş başta olmak üzere tüm siyasi tutukluların siyaseten cezalandırıldıklarını ifade eden kararını açıkladı. Akabinde Avrupa Parlamentosu, 590 milletvekilli 21 Ocak’taki Genel Kurul toplantısında 'Türkiye'deki insan hakları, Demirtaş ve diğer siyasi tutukluların durumu' konulu oturum düzenlendi. Oturumda yine Selahattin Demirtaş başta olmak üzere Türkiye’de siyasi tutukluların serbest bırakılması ve temel haklara saygı gösterilmesini isteyen bir karar tasarısını kabul etti. Son olarak HDP’nin kapatılması gündeme geldiğinde ve Kobanê davası ile beraber Avrupa’dan çok sayıda siyasetçi ve parlamenterden HDP’yle dayanışma ve destek mesajları geldi.
Avrupa Parlamentosu ve kamuoyu Türkiye’de HDP’nin seçilmişlerine yönelik tutuklamalara ve baskılara açık bir biçimde karşı çıkarken, AB ülkelerinin hükümet başkanları ve AB’nin yönetimi ise AK Parti hükümeti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmelerinde bu konuları gündeme getirmemeyi tercih ediyor. 2019 sonundan itibaren HDP Avrupa Temsilcisi olarak görev yapan Devriş Çimen’le bu çelişki ve tutarsızlıkları, HDP’nin Avrupa’da görünür olmaya başlayan faaliyetlerini, Avrupa siyasetinin ve parlamenterlerinin HDP ile nasıl bir ilişki kurduklarını konuştuk.
'KÖTÜ OLAN TÜRKİYE'NİN DURUMU'
HDP Avrupa (HDP Europe) son zamanlarda Avrupa’da daha görünür oldu. Bu yeni bir strateji mi?
HDP Avrupa’nın daha bir görünürlük kazanmasının sebebi Türkiye’deki otoriter rejimin geliştirmiş olduğu siyasetidir. 2015’ten bu yana aralıksız devam eden savaş ve sistematik baskılar devrede. O zamandan bu yana HDP’de 20 binden fazla gözaltı yaşandı ve bunlardan en az 10 bini tutuklandı. Belli sürelerden sonra serbest kalanlar olsa da, hala aralarında parlamenter, belediye eş başkanları, PM üyeleri, il ve ilçe yöneticilerinin de olduğu 4 bin HDP üyesi tutuklu. Böylesi bir zeminde Avrupa’da HDP’nin daha aktif bir kamuoyu çalışması açığa çıkıyor. Zaten devletin tüm kurumları ile saldırı geliştiren Erdoğan rejiminin temel hedefi de HDP’yi işlevsiz bırakmaktır. Bu durumda biz de Avrupa’daki imkân ve olanakları daha fazla değerlendirmek zorundayız. Olup bitenleri AB, Avrupa Parlamentosu, siyasetin ve kamuoyunun gündemine taşımaya çalışıyoruz.
Türkiye’de basının yüzde 95’e varan büyük bir oranı Erdoğan rejimi tarafından kontrol ediliyor. Buradan gelen bilgileri bu nedenle Avrupalılar güvenilir bulmuyor. Avrupa, muhalif basın veya HDP’den edindiği bilgilere daha çok güveniyor. HDP burada bir çeşit doğru enformasyon kaynağı oluyor. Avrupa kamuoyu Türkiye’de yaşananları değerlendirirken, HDP’nin yorumunu önemsiyor. Dolayısıyla Avrupa Temsiciliği olarak, HDP dış ilişkiler komisyonu ile koordineli bir çalışma yürüterek, gelişen ilgiye cevap olmaya çabalıyoruz. Fakat bu durumda oluşan ilgi, iyi olan HDP’nin çalışması değil kötü olan Türkiye’nin durumudur. Türkiye’deki iktidar kötü olunca ister istemez böyle bir sonuç da ortaya çıkıyor. Herkesin tepkisini toplayan bir otoriter rejim var. Halklar, inanç toplulukları, kadınlar, üniversiteliler, akademisyenler, avukatlar, gençler neredeyse Türkiye’deki birçok kesim, mevcut rejimin mağduru haline geldi. Dolayısıyla dışarıdan insanlar Türkiye’de ne oluyor diye anlamaya çalışıyor. Cevapların bir kısmını HDP’de bulabiliyorlar. Diğer taraftan HDP ile kongre, konferans, kampanyalar vb. çalışmalar bağlamında, temasta olan onlarca parti, yüzlerce parlamenter, siyasetçi, akademisyen ve aydın var. Bu kesimlere bilgi akışı sağlıyoruz, tartışıyoruz ve görüşüyoruz. Tabii HDP paradigmasından yola çıkarak bilgi aktarıyoruz. Dolayısıyla sadece baskılardan mağdur olan bir siyasi parti ile dayanışma içerisinde değiller. HDP’nin siyasi felsefesi ve dayandığı siyasi gelenek birçok siyasi parti, siyasetçi ve hareket için umut kaynağıdır. Türkiye’de yaşayan farklı inanç toplulukları ve halklar için özgür ve demokratik bir zeminde yaşayabilmeleri için, demokratik ulus çözümü için mücadele ediyor. Bu paradigmasal ifade hem dikkatleri üzerine çekiyor hem de desteği hak ediyor.
'KÜRT DOSLUK GRUBU ÖNEMLİ BİR DUYARLILIK İÇİNDE'
Avrupa Parlamentosu ile iletişiminiz ne durumda? Ortak çalıştığınız parlamenterler var mı?
HDP Avrupa Temsilciliği olarak AP’de ilişkide olduğumuz birçok milletvekilleri var. Ancak takdir edersiniz ki 700’den fazla milletvekilinin olduğu parlamentoda hepsine ulaşmak hem zor hem de ihtiyaç değil. 2019 seçimlerinden sonra Avrupa Parlamentosu'nda bulunan üç farklı fraksiyondan vekillerin oluşturduğu Kürt Dostluk Grubu var ki, önemli bir duyarlılık içindeler. Dostluk Grubu, değişik fraksiyonlardan ilgili olan bir parlamenterlerin yanı sıra, AP Dışilişki Komitesi üyeleri ile iletişim ve çalışmalarımız oluyor. Onların ilgili oldukları konularda ve yine yaşanan gelişmelerle bağlantılı kolaylaştırıcı çalışmalarımız oluyor. Olup bitenleri aktarıyor ve tartışıyoruz. Tabii önce de ifade ettiğim gibi, enformasyon burada çok önemlidir. Bunun için de site, sosyal medya ve değişik enformasyon olanakları kullanırken, ilgili olanlar Türkiye’de nelerin yaşandığını, HDP’ye yönelik baskılar nasıl geliştiğini, yaşanan şiddet, savaş politikaları ve tüm bunlar karşısında nelerin yapılması gerektiğini öğrenebiliyor. Ama çalışmalarımızı sadece Avrupa Parlamentosu ile sınırlı tutmuyoruz. AB’de olan ülkeler, o ülkelerdeki siyasi partilere, parlamenterlere, kamuoyuna, dostlara ulaşmaya çalışıyoruz. HDP’nin temsil ettiği siyasete ve mücadele azmine yoğun bir ilgi var. Geçen Basklı bir parlamenter ifade etmişti: “Söz konusu HDP, Kürtler olunca sağ ve sol birleşebiliyor.”
Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye siyaseti nasıl konuşuluyor? Gözlemlerinizden ve birebir katıldığınız toplantılardan yola çıkarak anlatabilir misiniz?
Son yıllarda Erdoğan rejiminin kullandığı “Yeni Türkiye” ifadesi var. Bu ifadenin açılımı tekçi, milliyetçi, İslamcı, gaspçı, tek adam sistemine dayalı bir paradigmaya dayanıyor. Tüm çabaları bunu kurumsallaştırmaktır. Bizim ifade ettiğimiz Demokratik Türkiye ise demokrasiyi, çoğulculuğu, halkların ve inanç toplulukların özgürlüğünü, kadın özgürlüğünü, ekolojiyi temel alıyor. Biz bunun için mücadele ediyor ve bu mücadelenin sonucunda da ağır bedeller ödüyoruz. Bugün 4 bin üyenin cezaevinde olması suç işlemiş olduklarından değil, dünya görüşlerinin toplum tarafından benimsenmenin yaratacağı daha büyük örgütlülüğün önüne geçebilmek içindir. 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP yüzde 13 ile parlamentoya girince, 80 milletvekili arasında bahsettiğimiz ve yok sayılan, engellenen farklı halk, inanç ve siyasi hareketlerden temsilciler vardı. Bir nevi küçük bir Demokratik Türkiye fotoğrafıydı. Ayrıca o zamanlar Türkiye’nin demokratikleşmesi için PKK ve Abdullah Öcalan ile yürütülen diyalog ve çözüm sürecini de durdurmuşlardı. Yaşanan sorun ve sonrasındaki sistematik baskı ve şiddet de demokratikleşmekten yaşadıkları korkudur. O zamanki gelişmelerden sonra ya Türkiye’de demokratikleşmenin yolu açılacaktı ya da kaos tercih edilecekti. Tercih kaostan yana yapıldı. Bugünün "Yeni Türkiye"si kaos, baskı, tecrit, esaret ve karanlığın ifadesidir. Kürtlere karşı düşmanlık temelinde yürütülen politikalarını hem içeride hem de dışarıda geliştirdi. Şehirler yerle bir edildi. Suriye’den devşirdiği çeteleri diplomasisinin en temel aracı olarak kullandı ve kullanmaya devam ediyor. “Yeni Türkiye” olarak bahsettiğimiz bu karanlık tablonun şekil bulma halidir. Bu durumda dış muhatapları da rahatsızlar ve artık bıktırıcı bir pozisyondalar. Sadece son 4 aydır Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye hep olumsuz bir aktör olarak gündemdedir. Türkiye halkları, toplumu bunu hak etmiyor. Fakat Erdoğan’ın siyasetine destek verince veya sessiz kalınca da maalesef böyle bir tablo ortaya çıkıyor. Gerçekten bir demokratikleşme isteniyorsa, ki bu zorunludur, o zaman toplum, değişik siyasi kesimler, muhalefet özgürlük için de mücadele etmelidir.
‘KOBANÊ DİRENİŞİ İNSANLIĞIN HAFIZASINDA ÇOK ÖNEMLİ BİR YERDE DURUYOR’
Hem HDP’nin kapatılmasının istenmesi hem de Kobanê davası Avrupa Parlamentosu’nda nasıl tartışıldı?
Aralık 2020’de AİHM’nin Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması yönünde aldığı bir karar vardı. 21 Ocak’ta Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu'nda "Türkiye'deki insan hakları, Demirtaş ve diğer siyasi tutukluların durumu" konulu oturum düzenlendi. Oturumda, Selahattin Demirtaş başta olmak üzere Türkiye’de siyasi tutsakların serbest bırakılmasını ve temel haklara saygı gösterilmesini isteyen bir karar tasarısı 590 oyla kabul edildi. AİHM kararını uygulamaya çağırdı. 11 Mart 2021 günü, AP’nin 'Suriye çatışması-Ayaklanmanın ardından 10 yıl sonra' başlıklı karar tasarısında Türkiye uluslararası hukuk çiğneyen, savaş suçu işleyen bir güç olarak tanımlandı ve Suriye’den çekilmeye çağrıldı. Çok geçmeden, 17 Mart günü Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılması ve HDP’ye yönelik kapatma davası ve birkaç gün sonra da, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararıyla gündemdeydi Türkiye. Yine 25-26 Mart’ta ise AB liderler zirvesinde, özellikle Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konusunda yaptıkları provokatörlük olarak ifade edildi.
En son 26 Nisan Kobanê davası nedeniyle AP’deki parlamenterlerin çoğu ile Avrupa’daki onlarca parti, hareket ve kurum bilgilendirildi. Herkes anladı ki, bu hukuki değil, siyasi talimat ile uydurulmuş bir tür intikam davasıdır. Dolayısıyla Kobanê davası denilen davanın hem Kobanê direnişini kriminalize etmek hem de HDP’yi daha da köşeye sıkıştırma amaçlı olduğu anlaşıldı. Sadece Avrupa’da değil, dünyanın değişik yerlerinden siyaset ve kamuoyunun bu davaya karşı yoğun bir tepkisi oluştu. Öncesinde birçok siyasi parti lideri ve yine AP’daki Kürt Dostluk Grubu’nun ortak bir çağrısı vardı. Davanın siyasi olduğunu, buna izin vermeyeceklerini, HDP ile dayanışmalarını sürdüreceklerini açıkladılar. Hatırlanacağı gibi 2014’t beş kıtada, 60’dan fazla ülkede Kobanê’yle bağlantılı dayanışma ve sahiplenme eylemleri gerçekleşmişti. Kobanê direnişi bugün insanlık hafızasında çok olumlu bir noktada duruyor. Şimdi altı yıl sonra kalkıp o görkemli direnişi gölgelemeye kalkarsan, insanlık onuru seni bir kez daha mahkum eder. Sanırım bu kurmaca davayı alelacele perde arkasında hazırlatanlar, siyasetçiler tarihten bihaberdirler. Hakikat çarpıtılmaya gelmeyecek kadar yalındır. Tarihe ve insanlığa mal olmuş olayları, hele hele Kobanê gibi bir direniş dava konusu yapılmaya kalkışırlarsa, dünya kamuoyunun da söyleyeceği, tutunacağı bir tavrı olur.
Dava sürecinde sizce tepki daha da büyür ve AB Komisyonu Başkanı’na ve Konsey Başkanı’na kadar yansır mı? Gerçi daha geçen ay Ankara’yı ziyaret ettiler ama Kobanê davasına dair bizzat destek açıklaması yaparlar mı?
Kobanê’de iyilik ile kötülük arasındaki yaşanan savaşta iyilik galip gelerek tarihe mal oldu. Kobanê davasını iyilikten yana olan tüm kesimler izlemeye, dayanışmasını göstermeye devam edecekler. AB kurumları bunun içinde olurlar mı bilemiyoruz. Çünkü AB’nin bütünlüklü bir politikası görülmüyor. Avrupa Parlamentosu bu konuda çok ciddi bir tepki ifade ederken, AB Komisyon Başkanı ve AB Konseyi Başkanı bambaşka bir politika yürütüyor. Unutmamak gerekiyor ki, AB ekonomik bir oluşumdur. Bu kurumlar tarafından siyaset ekonomik açılımı için çoğu zaman araçsallaştırılmaktadır. Bahsettiğim gibi, AP’da 590 vekil Selahattin Demirtaş’ın ve bütün siyasilerin serbest bırakılması gerektiği yönünde karar alıyor ama iki AB lideri Türkiye’ye gidip bundan bahsetmiyor bile. O zaman parlamentoya liderler şekli bakıyorlar diye düşünüyor insan. Bu tuhaf bir çıkar çelişkinin yansımasıdır. Erdoğan rejiminin bütün anti demokratik uygulamalarına bir tür prim veriyorlar. Meşruiyetini yitirmiş bir rejimi gidip muhatap aldığında ona yeniden meşruiyet atfediyorsun. Bunu sadece AB içerisindeki kimi ülkeler -özelikle Almanya - Erdoğan rejiminin çökmemesi için ona daima siyasi, ekonomik ve askeri destek sunuyor. Bu 2016’da Mülteci Anlaşması olarak bildiğimiz anlaşmadan bugüne kadar böyle süregeldi.
'AÇIKLASINLAR BU ENSTRÜMANLARIN NE OLDUĞUNU DA BİLELİM'
AB liderler zirvesinin son iki toplantısının temel gündemlerinden birisi de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleri ile ilgiliydi. Yaptırım uygulayacağız, sert önlemler alacağız vb kamuoyunu yanıltıyorlar. Hatta havuç-sopa siyaseti ile Türkiye rejimi üzerinde etkilerini örgütlüyorlar. “Türkiye böyle devam ederse elimizdeki enstrümanları kullanacağız” diyorlar. Doğrusu merak ediyoruz, açıklasınlar bu enstrümanların ne olduğunu, kamuoyu da biz de bilelim. Fakat bunları söyledikten hemen sonra Erdoğan’ın ayağına kadar giden iki AB lideri var. Bu, kötülükler içerisinde boğulan bu rejime can simidi atmak gibidir. Bu çok ikiyüzlüce bir siyasettir. Avrupa’daki demokratik kamuoyu, basın ve siyasetteki çok önemli bir kesim bunu görüyor, eleştiriyor ve kabul etmiyor. Fakat bu üst mercilerde bu rejime karşı bir siyasete dönüşmüyor. Tersine demokrasi ve halkların haklarının gaspı pahasına, Erdoğan rejimi ile karşılıklı, ilkesiz bir siyaset geliştiriyorlar. Bu rejimin savaş ve şiddet politikalarına destek veriliyor ki, yakın bir zaman önce İtalyan Başbakanı Draghi, AB Erdoğan politikalarını özetler nitelikteydi: “Adını koyalım, bu 'diktatör' diyebileceğimiz kişilere ihtiyacımız da var.” Demek ki, ne olduğunu çok iyi biliyorlar fakat “Diktatör” ile ilişkiyi ihtiyaç üzerinden kuruyorlar. Koltuk verilmedi, diplomatik nezaketsizlik vb açıklamalarla, ustaca kurgulanan tiyatroyu sahnelediler. Buradan bir yaptırım çıkmaz, tersine savaş politikalarına desteğe dönüşüyor. Yaptırım olarak da Türkiye toplumunu cezalandıracak kararlar alsınlar demiyoruz. Bu karanlık rejime desteğin kesilmesini istiyoruz. Bu olmayınca Erdoğan ve Bahçeli ittifakı içeride ve dışarıda bildiği savaş siyasetini uyguluyor. AB “Diktatör” üzerinden ihtiyacını giderirken, bu siyaset bizlerin, halkların, Kürtlerin canına mal oluyor. Dışarıda böyle iken, Türkiye içerisinde 'Kürtler haklarına, özgürlüğüne kavuşmasın' üzerine kurulan denklem herkesin mutsuzluğunu ve bu karanlık tablo içerisinde yaşamasını beraberinde getiriyor. Bu durumu ne bu rejim sürdürebilir ne de AB ikiyüzlü politikasıyla sessiz kalarak onay verebilir. Çözüm geçmiş ile yüzleşmek, geçmişin tüm kötülüklerini kendi siyasetinde kurumsallaştırmaya çalışan rejimden kurtulmak ve demokratik bir Türkiye’ye hızla geçiş yapıp, özgürlükleri anayasal çerçeveye oturtup ve toplumun demokrasiyi ve özgürlüklerin sahibi yapmaktan geçiyor. Herkes için yaşanılır demokratik bir Türkiye böyle olabilir.