Hekimleri vicdanınıza emanet ediniz!
Pandemide değerleri anlaşıldığı sanılan doktorlara (ki onlar büyük ölçüde kamu hastanelerinin fedakâr hekimleri) hiddet, şiddet, eziyet yetmemiş gibi; hayalkırıklıklarının getirdiği istifalara, göçlere de, esasında kalanlara bile kapıyı gösteren bir sistem bu. Çünkü sistem onları “muhalif” sayıyor artık. Onları sorunları olan, çözümler aranacak, teşvik edilecek, yüreklendirilecek, balkondan değil en tepeden alkışlanacak nitelikli, yetenekli insanlar saymıyor.
Karısını defalarca bıçaklayan serbest kalmış… Cumhurbaşkanı “Alın bu herifi” diyor, alıyorlar yeniden. Nasıl serbest kaldı, muamma; komutalı Adalet’in adı, muamma.
Belçika’da, tanıdığı dört kadını öldüren Türkiye’de kısa sürede serbest kalıp hayatın tadını çıkardığını söylüyor. Hayatın tadı, muamma.
Serbest bırakılmış sabıkalı, Giresun’da hem de koruma altında da olan genç kızı öldürüyor. Korumanın soyadı, muamma.
Serbest kalmış sabıkalı kaçakçı, Şanlıurfa’da iki polisi öldürüyor. İki sözünden, bir atasözünden insanlar içeride tutulurken, hakim muamma; kadı, muamma.
Sistemin işleyişinde muamma çok.
Vicdan, fikir, ifade özgürlüğünü ezmek için hazırolda duran bir mekanizma var; tıkır tıkır işliyor.
Ama katilin, sabıkalının, şiddet müptelasının serbest ve özgür kalabilmesinden ancak yeni büyük bir suçla; bir kadının, bir kızın veya iki polisin katliyle haberdar olunuyor.
O yüzden; pandemide değerleri anlaşıldığı sanılan doktorlara (ki onlar büyük ölçüde kamu hastanelerinin fedakâr hekimleri) hiddet, şiddet, eziyet yetmemiş gibi; hayalkırıklıklarının getirdiği istifalara, göçlere de, esasında kalanlara bile kapıyı gösteren bir sistem bu.
Çünkü sistem onları “muhalif” sayıyor artık. Onları sorunları olan, çözümler aranacak, teşvik edilecek, yüreklendirilecek, balkondan değil en tepeden alkışlanacak nitelikli, yetenekli insanlar saymıyor.
İtiraz eden, karşı çıkan, mesafe koyan “anarşistler” olarak damgalıyor!
Oysa bu ülkenin tarihinde, okullarda anlatılması epeyce ihmal edilmiş tıp tarihi, Türkiye’nin en onurlu sayfaları arasında.
Tarihi sadece ölümler değil, insanları yaşatmak için uğraşanlar üzerinden anlamak, anlatmak gerekiyor…
Ki hayata saygımızın gerçekten bir temeli olsun!
OSMANLI’DAN CUMHURİYETE
Cumhurbaşkanı sanırım Sultan Abdülhamid’i bilhassa sever. Sevmeyenler de bazen doğru bazen yanlış varsayımlarla sevmez.
Ama Saray danışmanlarının bugünlerde en ziyade anlatması gereken; Sultan’ın tıbba, doktorlara, yurtdışında eğitime nasıl sarıldığı olmalı.
Annesi Tirîmüjgan Kadınefendi’nin kendisi 11 yaşındayken ve babası Sultan Abdülmecid’in 38 yaşında (dedesi 2. Mahmud gibi) veremden ölümlerine tanık olmuştur Abdülhamid.
O sıralar Berlin’de Doktor Robert Koch tüberküloz-verem basilini geliştirmiştir. Abdülhamid hemen bir heyet hazırlatır ve Dr. Feyzi Paşa, Dr. Naim, Dr. Hüseyin Hulki, Dr. Ernst von Düring ile Dr. Mikail Horasancıyan veremle mücadele eğitimi için Berlin’e, Koch’a gönderilir.
Aynı dönemde bir heyet de Paris’te kuduzla mücadeleyi zafere dönüştürmekte olan Louis Pasteur’e gider.
Pasteur, Enstitüsü için Avrupa hükümdarlarından destek istemiştir. Abdülhamid de ciddi bir maddi yardım yaparken, yanında Osmanlı doktorlarını eğitmesini de şart koşar.
Tıp hocası Aleksan Çaliki Zoeros Paşa, Dr. Hüseyin Remzi, Veteriner Hüseyin Hüsnü Bey’in Pasteur ile çalışmaları, İstanbul Sirkeci’de dünyanın üçüncü büyük kuduz merkezini doğurur.
Sonraki yıllarda, yine doktor olan torun Pasteur de gelip İstanbul’da canla başla çalışacak, bir sonraki dünya savaşında ise Nazilere karşı Fransız Direnişi’nin baş tabibi olacaktır.
İstiklal Savaşı’na giden yol da doktorlarla açılacaktır bu topraklarda.
Karlsbad ve Viyana’da tedaviden sonra, İstanbul’da da rahatsızlığı doktorların ihtimamıyla giderilir; büyük İspanyol Gribi salgınından çıkar Mustafa Kemal.
16 Mayıs’ta Bandırma Vapuru demir aldığında, herkesten önce gemiye gelmiş olan Tabip Yüzbaşı Behçet Adil Bey hijyen şartlarını sağlamıştır çoktan.
Onun dışında iki doktor daha, Albay İbrahim Tali ve sonra yıllarca Sağlık Bakanı olacak Binbaşı Refik (Saydam) vardır.
Sivas Kongresi’nde, Mustafa Kemal’in en yakınları, hatta Halide Edip bile “Amerikan mandası”nı savunurken, İstanbul’da başkaldırının ateşini yakan Tıbbiye’nin gençlik temsilcisi, tıp öğrencisi Hikmet manda isteklerine isyanı dile getirir. İstiklal Savaşı’nda kendi üzerlerinde aşı deneyecek genç tıbbiyelilerden, doktorlardan olacaktır, ünlü sunucu Orhan Boran’ın babası Hikmet Bey.
İlk Meclis’te de 15 hekim milletvekili olacaktır: Refik Saydam, Suat Soyer, Mehmet Fuat Umay, Asım Sirel, Fikret Onuralp, Rıza Nur, Ali Haydar, Mazhar Germen, Mustafa Elvan Cantekin, Mustafa Şevket Bengisu, Abidin Atak, Tevfik Rüştü Aras, Emin Erkul, Eşref Akman ve Halide Edip’in eşi Adnan Adıvar.
Osmanlı’da olmayan Sıhhiye Bakanlığı kurulur hemen.
Kimi cepheden gelmiştir, kimi doktorsuz cephelere gider. Doktor Eşref, kuduz aşısı için İstanbul’a gidip Dr. Haim Nahum’dan virüslü tavşan alıp döner. Doktor Refik Saydam, Hıfzısıhha’yı kurar.
İstiklal Savaşı bitip İstanbul işgalcilerden barış içinde teslim alındığında, Komutan Refet Bele önce Dr. Hikmet’in okulu Tıbbiye’ye koşar, “Gençler tekmili isyan bu ocakta başladı. Huzurunuzda eğiliyorum” der tıp öğrencilerine.
Doğu Cephesi’nde, çoğu salgın sonucu ölen, 7’si öğrenci 163 tabip subayın adı 1940’larda Erzurum Fevzi Çakmak Hastanesi’ne yazılır. Albay Ataç’ın araştırmasına göre, 124 Müslüman, 19 Rum, 17 Ermeni, 3 Musevi doktor vardır listede.
Bunların hepsi saygı ve minnet geleneğidir.
Bunların hepsi “tacirler”e veya “kendilerini aşağılayanlar”a inat; diğer sağlık çalışanlarıyla birlikte, sadece ölüm kalım mücadelelerinin içinde olmakla kalmayıp canları pahasına hayat vermeye çalışanların hikayesidir.
Bunlar…
Birbirlerinden çok ayrı “sevenler”i olan Sultan Abdülhamid’in de Mustafa Kemal Atatürk’ün de, ülkedeki tüm yoksunluklara, yoksulluklara karşı hekimlere ve tıbba saygılarının kayıtlarıdır.
Bunlar…
Bugünün hoyratlıklarına inat, bu toprakların ilk kadın doktorları Zaruhi Kavalcıyan, Amelia Frisch ve binlerce anne ile bebeği ölümden kurtarmış Safiye Ali’yle başlayıp binlerce kadın doktoru da bu ülkenin “sıhhat ve şefkat” tarihine yazan onurlu bir mücadeledir.
Hekimlere muhtaç olanlar bile bunu anlayamıyorsa, üzücüdür hakikaten. .
Not: Yazının bazı bölümleri “Senin Adın Corona Olsun” kitabımdan