YAZARLAR

Helalleşme dinamikleri ve devlet popülizmi

Kılıçdaroğlu’nun yolculuğu, ne kadar eksik ya da yanlış içerirse içersin Türkiye’de bir demokratik gelecek tahayyülü açısından kritik önem taşıyan bir gelişmedir. Devletin (esas devlet olarak) tarihinde ilk defa popülist bir hamlenin eşiğinde olduğunun göstergesidir.

Ernest Renan’ın 1882 tarihli Qu’est-ce qu’une nation? (Ulus Nedir?) başlıklı konferans metninde savunduğu teze göre uluslaşma, ortak bir geçmişe ilişkin bir hafıza oluşturmak kadar ‘hatta daha da fazla’, kolektif bir unutma fiilini gerektirir. Ulusal birleşmeyi zedeleme riski taşıyan tarihsel olgular, kurgulanmakta olan kolektif geçmiş anlatısından dışlanır ve toplu halde unutulur. Millî edebiyat, örgün eğitim, özellikle de tarih müfredatı, bu kolektif unutma fiilinin aslî aygıtları olacaktır.

Türkiye’de millî kimliğin yüz küsur yıllık serüveni boyunca, Renan’ın tezi fazlasıyla yürürlüğe konmuş görünüyor. Ama yine Türkiye deneyimi gösteriyor ki kolektif unutma, milliyetçiliğe kattığı güç kadar millî kimliğin en zayıf noktasını da işaretliyor. Zaman bize, kolektif unutma fiilinin Charles Baudelaire’in deyişiyle, geçmişin hayaletleri tarafından çarpılma tehlikesiyle kol kola yürüdüğünü gösterdi.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun çıktığını ilan ettiği helalleşme yolculuğu, hem olumlu hem de olumsuz algı kümeleri içinde farklı biçimlerde yorumlandı, yorumlanmaya devam ediyor. Olası bir iktidar değişimi halinde devri sabık yaratılmayacağı garantisi, ilk akla gelen yorum oldu. İşlenen suçların cezasız bırakılma ihtimaline karşı itirazlar yükseldi. Ardından, Kılıçdaroğlu’nun 1942 varlık vergisi olayından başlayarak Roboski katliamına kadar süren bir ‘resmî suçlar’ listesi ile durumu açıklığa kavuşturma hamlesi yaptığı görüldü. Bu durumda da yine hem olumlu hem de olumsuz algı kümeleri içinde üç temel itirazın belirginleştiğine tanık olduk.

Birinci itiraz CHP içinden geldi. Kılıçdaroğlu’nun listesindeki birçok vaka, CHP’nin faili olmadığı, hatta birçoğunda parti ya da seçmen kitlesi olarak mağdur konumda olduğu hadiselerdir. O halde CHP genel başkanının bunların sorumluluğu üzerinden bir siyasî hat oluşturma çabası abesle iştigaldir. İkinci itiraz, listenin kronolojik başlangıç tarihinin CHP’nin, cumhuriyetin ve millî kimlik oluşum sürecinin en kritik dönemini dışlamasına karşı yükseldi. Gerçekten de başlangıç tarihi tartışmalı olmakla birlikte Kılıçdaroğlu’nun kronolojisindeki başlangıç tarihi olan 1942 yılına kadarki süreç, tam da Renan tarzı bir kolektif unutuşa davet edildiğimiz döneme tekabül ediyor. Ermeni ‘tehciri’ başta olmak üzere, yine Renan’ın deyişiyle, ulus olma sürecinin içerdiği bütün ‘vahşetin’ çekirdeğini oluşturuyor. Üçüncü itiraz, helalleşme teriminin kendisiyle ilgili. Mağdurlar, haklı olarak yüzleşme ve hesaplaşma terimlerinin daha uygun olduğunu savunuyorlar. Başka bir kesim ise, helalleşmenin dinsel bir kavram olmasından hareketle laik dile yakışmadığını vurguluyor.

Bu itirazların hepsini akılda tutarak bir ‘helalleşmeyi okuma kılavuzu’ oluşturmak mümkün. Kılıçdaroğlu’nun yolculuğu, biri dar ya da konjonktürel biri de geniş ya da tarihsel iki okumaya müsait. Dar okumaya tâbi tutulduğunda, yine Kılıçdaroğlu’nun daha önceki iki beyanına eklemlenmesi doğru olur. Birincisi, ‘Kürt sorununu çözeceğiz; HDP’yi muhatap alacağız’ beyanıdır. Bunun ardından gelen ‘Kandil'i dümdüz edeceğiz’ mealindeki beyanın ise bir resmî mecburiyet ifadesi olarak okunması doğru olur. Bu çerçeveden bakıldığında, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme yolculuğu ile ‘ikinci Kürt açılımı’ sürecinin startını verdiği görülecektir. Nitekim, Selahattin Demirtaş’ın başını çektiği ana-akım zindan basını, helalleşme hamlesini haklı bir umutla karşılamıştır. Kılıçdaroğlu’nun an itibariyle ‘bölgede’ temaslarda bulunuyor olması da rastlantı olmasa gerek.

Geniş ya da tarihsel bir okumanın çerçevesini de aslında bu Kürt açılımı ihtimali belirliyor. Buna Erdoğan önderliğinde girişilen birinci açılım sürecinde de tanık olduk. Özetle, Kürt sorunu Türkiye için Pandora kutusudur; açıldığı anda mesele Kürt sorunu ile sınırlı kalmaz. O kutu, millet olmak adına hep birlikte unutmaya davet edildiğimiz hatta zorlandığımız bütün kolektif sırların saklandığı, toplumun kolektif psişesini ihtiva eden kutudur çünkü. Carl Gustav Jung’dan ödünç alarak ifade etmek gerekirse, Türklük arketipini belirleyen kolektif bilinçdışıdır. Kutunun muhtevasını Kılıçdaroğlu kısmen ifade etmiş bulunuyor. Etmedikleri açısından, Koçgiri ile açılıp Dersim katliamı ile kapanış yapan Kürt isyanları tarihine ya da ‘vatandaş Türkçe konuş!’ kampanyasına bakmak doğru bir başlangıç olacaktır.

Geniş tarihsel okumanın anahtarı, CHP-devlet geleneği ilişkisi üzerinden düşünmek olacaktır. 2013-2015 arasında gerçekleşen birinci Kürt açılımı sürecinde başlıca iddia Erdoğan önderliğindeki AKP’nin devlet olduğuydu. Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla Kemalist devlet yıkılmış, Kemalizmin tarihsel mağduru siyasal İslamcılar artık devlet adına davranma hakkını kazanmışlardı ve bir başka temel mağdur olan Kürt toplumuyla birlikte bir gelecek inşa etme iradesi gösteriyorlardı. Yaşananlar, bunun mümkün olmadığını gösterdi. ‘Devlet’ tahliye olarak geri döndü ve açılımdan vazgeçmesi şartıyla Erdoğan’a destek verdi. Devlet dediğimiz, İttihatçılık ve Kemalizm olarak özetlenebilecek bir hat olarak tanımlanabilir. Erdoğan’la barışmış olabilir ama öz evladının o olmadığının da bilincindedir. Erdoğan ve siyasal İslam, ne kadar bir parti devleti kurmaya çalışırsa çalışsın ‘devletin üvey evladı’ olarak kalmaya mahkumdur. Öz evlat ise CHP’dir.

İşte şimdi helalleşme önerisi ile sahneye çıkan o öz evlattır. Kılıçdaroğlu’nun yolculuğu, ne kadar eksik ya da yanlış içerirse içersin Türkiye’de bir demokratik gelecek tahayyülü açısından kritik önem taşıyan bir gelişmedir. Devletin (esas devlet olarak) tarihinde ilk defa popülist bir hamlenin eşiğinde olduğunun göstergesidir. Charles Baudelaire’in tabiriyle, Kılıçdaroğlu’nun kimliği itibarıyla o travmatik hayaletlerin içinden geliyor olması da ayrıca önemlidir.

Ernest Renan’a dönelim: Anlaşılan o ki ulus devletler çağı post-modern koşullar altında kapanış sürecine girmiş bulunuyor. Bu dönemeçte artık unutma yerine hatırlama ve kolektif hafıza giderek daha önem kazanacak. Helalleşme, modernite öncesi bir terim olması hasebiyle unutulmuş olması tercih edilen dinsel/geleneksel bir kavramdır; ama bugün yüzleşme ve hesaplaşma başta olmak üzere birçok kavramın karşılığını veremediği bir zenginlik içerdiği de inkâr edilemez hale gelmiş bulunuyor. Baudelaire’in sözünü ettiği hayaletler tarafından çarpılma tehlikesini ebediyen savuşturma peşinde olanlar için artık Renan’ın emirlerine itaatsizlik ederek hatırlamaya başlamanın zamanıdır.


Zafer Yörük Kimdir?

Londra Üniversitesi’nde iktisat ve siyaset bilimi dallarında lisans eğitiminin ardından Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde ideoloji ve söylem analizi dalında yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Londra, Erbil ve İzmir’de siyaset bilimi ve medya/iletişim alanlarında çeşitli üniversitelerin akademik kadrosu içinde yer aldı. Akademik çalışma alanları; post-yapısalcı kuram, psikanaliz ve kimlik siyasetidir. Türkiye ve Orta Doğu siyaseti üzerine akademik yayınları vardır. Halen Duvar English ve Medya News internet yayınlarında ve Yeni Yaşam gazetesinde köşe yazmaktadır.