Hem Hamas hem İsrail ağır suçlar işlediler
Gazze savaşında kaybedenlerden biri de uluslararası değerler sistemidir. Tüm olan bitenden sonra, “Ey İsrail”in yanısıra “Ey Hamas” diye haykırmadıkça haklı zemin üzerinde durmak artık mümkün değil.
7 Ekim Cumartesi sabahı Hamas savaşçılarının füze atışları eşliğinde Gazze’nin etrafındaki esaret duvarını yıkarak başlattıkları kanlı saldırı çok yönlü bir insanlık trajedisine dönüştü.
Bu savaşın en büyük kaybedeni elbette iki taraftaki sivillerdir. İlk gün Hamas, sonraki günlerde ise İsrail, binlerce masum sivili acımasızca katlederek vahim insanlık ve savaş suçları işlediler. Hamas, cinayetlerini sosyal medyadan yayınlamaktan sadistçe zevk alırken, İsrail günlerdir kameraların önünde çocuk, kadın, yaşlı demeden Gazzeli sivillerin üzerine bomba yağdırıyor, onları su, elektrik, gıda, ilaç gibi yaşamsal gereksinimlerinden mahrum bırakarak topluca boğmaya çalışıyor. İsrail bombardımanlarına karşı Hamas’ın fırlattığı füzeler cılız kalıyor. Siviller Hamas’ın hiç umurunda değil, İsrail’i sonu gelmeyecek kanlı bir sokak savaşına çekmeye çalışıyor. Önümüzdeki günlerde kara harekatının başlamasıyla ve savaşa başka aktörlerin katılmasıyla akan kanın çok daha fazla artma olasılığı endişe yaratıyor.
Hamas’ın çocuk, kadın, yaşlı dinlemeden silahsız İsrailli sivilleri evlerinde, festival alanlarında acımasızca katletmesinin hukuktaki karşılığı cinayet ve terördür. Hiçbir gerekçe bu katliamı Filistinlilerin yıllardır maruz kaldığı işgal, baskı ve aşağılanmanın yarattığı öfkenin dışa vurumu olarak haklı ve meşru kılamaz. Hamas’ın eylemleri özünde IŞİD’in eylemlerinden farklı değil. Bu örgütün derdinin Filistin davasından ziyade, bir din savaşı başlatmak olduğu aslında saldırıya verdiği “El Aksa Tufanı” adından kolayca anlaşılıyor. İslamın en kutsal üçüncü mabedine yapılan tecavüzlerin Hamas’ı Filistinlilerin her gün uğradığı zulüm ve haksızlıklardan daha fazla rahatsız ettiği kuşkusuz. Ama Hamas İslam dünyasına bayrak sallayıp onu yanına çekebileceğini zannediyorsa aldanıyor. Şu ana kadar Lübnan’daki Hizbullah dışında bu bataklığa bulaşan hiçbir İslami devlet veya aktör olmadı. Lübnan’dan İsrail’e dron saldırılarında bulunan Hizbullah dahi her şeye rağmen temkinli hareket ediyor. İran da en azından bu aşamada savaşa müdahale edecek gibi durmuyor. Ne ABD, ne de İsrail, İran’ı Hamas’ın saldırılarının arkasında yer almakla suçlamadı. İdeolojik saplantı nedeniyle yaşamsal bir hata yapan Hamas’ın bir direniş örgütü olarak artık hiçbir meşruiyeti kalmadı. Hamas bundan sonra muhataplarına virüs bulaştıran toksik bir örgüt muamelesi görecektir. Bu yüzden başta Türkiye olmak üzere, ilgili tüm ülkeler eli kanlı Hamas’la ilişkilerine son vermeli, varsa desteklerini kesmelidir. Aksi takdirde Hamas’ın elindeki masum sivil kanı onlara da bulaşacaktır.
Ama ortada bir gerçek daha var. Seküler El Fetih’in Gazze’den silinmesinde, eli kanlı Hamas’ın orada faşist bir hegemonya kurmasında İsrail’in çok yönlü suçu var. İsrail’in Hamas’ı, aynı ABD’nin El Kaide’yi başlarda kullandığı gibi, El Fetih’e karşı destekleyip kullandığı artık sır değil. İsrail’in Arafat’la imzaladığı Oslo anlaşmalarının gereğini yerine getirmeyip, El Fetih’in kolunu kanadını kırarak Hamas’ın önünü açtığı çok açık. Ama Hamas cini bir kere şişeden çıktıktan sonra yerine sokmak imkansız hale geldi. Arafat’tan sonra gelen Mahmut Abbas’ın başkanlığındaki Filistin Ulusal Yönetimi’nin (FUY) tuttuğu işbirlikçi yol nedeniyle Hamas iyice Filistin davasının gerçek mücahiti kimliğine büründü. Filistin davasının üzerine Hamas’ın gölgesinin düşmesi en çok kutuplaşmadan beslenen ırkçı Netanyahu’nun ve onun aşırı sağcı müttefiklerinin işine yaradı. Bu duruma sevinen bir başka kesim de siyasi İslamcı yönetimler oldu. Onlar da Hamas’ın koruyucusu kisvesine bürünerek İslam aleminde prim yapmaya çalıştılar.
HER İKİ TARAFTA DA YENİ SİYASİ AKTÖRLERE İHTİYAÇ VAR
Savaşın tozu dumanı çekildikten sonra her iki kesimde de sağlıklı bir muhasebe yapılabilmesi çok şüpheli bir olasılık. Ancak bundan sonra ne İsrail ne de Filistin tarafında mevcut siyasi aktörlerle ilerlenebilir. Maalesef her iki tarafta da halklarına barış vadedecek yeni siyasi aktörlerin ortaya çıkabileceğine dair umut ışıkları gözükmüyor. Hamas kendi insanını siper yapıp intihar savaşına hazırlanırken, aklıselim sahibi insanlardan oluşacak seküler ve demokratik bir hareketin Filistin toplumu içinden çıkması şu anda çok zor bir ihtimal. Ama böyle bir önderliği bağrından çıkarmadıkça Filistinlilerin içine düştükleri çukurdan çıkmaları imkansız.
İsrail’de ise ülkedeki tüm seküler ve demokratik birikime rağmen, Filistin sorununun güç kullanılarak çözüleceğine inananlar siyasi spektrumun her iki tarafına da hakimler. İsrail’de muhalefet partilerinin katılımı ile kurulan savaş kabinesi işlerin Netanyahu’ya bırakılmayacak kadar ciddiyet kazandığını ortaya koymuş olabilir. Ama aynı zamanda muhalefetin de Netanyahu gibi savaşa teşne olduğunu gösterdi. İsrail elindeki üstün askeri güçle Gazze’yi yerle bir edebilir, Hamas’ı yok edebilir veya Filistin halkını Sina çöllerine sürgüne gönderebilir. Ama bunu yaptığı takdirde şu anda işlediği insanlık ve şavaş suçlarının daha katmerlisini işlemiş olur. Museviler tarihe hem soykırıma uğrayan, hem soykırım yapan ilk ulus olarak geçerler. Aynı zamanda en kısa zamanda Hamas’ın yerine ondan daha kanlı bir örgütle karşılaşmaları da mukadder. Rüzgar eken her zaman fırtına biçmiştir.
Bu yüzden olağanüstü iç değişimler yaşanmazsa, her iki toplum da bu savaştan büyük kayıplarla çıkacak.
ULUSLARARASI DEĞERLER SİSTEMİ YARA ALDI
Bu savaşta hem Hamas hem İsrail savaş ve insanlık suçları işlediler. Bu suçu kim önce işledi, kim sonra işledi, kim daha az, kim daha çok işledi sorularının hiç önemi yok. Ukrayna savaşında Putin yönetimi sivil halka karşı suç işlediğinde Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) Savcılığı harekete geçmiş, Putin ve bazı Kremlin askeri ve sivil yöneticileri hakkında iddianameler hazırlayarak yakalama kararları çıkarmıştı. Bakalım ICC savcısı Karim Khan Hamas ve İsrail liderleri için de aynı şeyi yapacak mı? Çünkü her ikisi de sivillere karşı suç işlediler. Bunu yapabilirse ICC’nin uluslararası saygınlığı artar. Yapmadığı takdirde savaşın bir kaybedeni de ICC olur.
Konu insan haklarına geldiğine göre, Gazze savaşında en büyük kaybedenlerden biri de uluslararası değerler sistemi olmuştur. Bir kez daha ortaya çıktı ki, insanlık, geleceğin üzerine inşa edileceği değerlere saygı göstermekten çok uzak. Bu, özellikle İsrail’i destekleyenler bakımından geçerli bir durum. Meğer (!) uluslararası değerler sistemi İsrail’e karşı işlemiyormuş. Ukrayna’da değerlere dayalı bir uluslararası sistemin varlığından bahseden Batı dünyası bir anda İsrail’in yanında yer alarak, rengini bir kez daha belli etti. Elbette savaşın ilk günü Hamas militanlarının gerçekleştirdikleri kanlı katliamlar en şiddetli şekilde kınanmalı, Hamas için cezalardan ceza beğenilmeli. Ancak hiçbir şey, katliamla ilgisi olmayan Filistin halkının yıllardır maruz kaldığı haksızlıkların üzerini örtemez. Yıllardır Filistinli sivillerin katledilmelerine ses çıkarmayan Batılı ülkelerin bir anda koro halinde İsrail’in safında yer almaları ve Gazze’de işlenen suçlar hakkında aynı tondan eleştiride bulunmamaları, tarih kitaplarına geçecek nitelikte ibretlik bir durum. Hele ABD’nin İsrail’e destek için savaş filosu eşliğinde uçak gemisi göndermesi, askeri malzeme ve para yardımında bulunması, insana adaletin bu mu dünya sorusunu sorduruyor. ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in savaşın en kanlı bir anında gittiği İsrail’de Musevi kimliğini açıklayarak dokunaklı bir dille ülkesinin her şart altında İsrail’in yanında yer alacağını vurgulaması, ABD’yi gerçekte arkadan arkaya Yahudilerin idare ettiklerini iddia eden faşist teorileri haklı çıkaracak cinsten. ABD bundan sonra hangi yüzle İsrail-Filistin sorununa arabuluculuk edecek, göreceğiz.
TÜM SİYASİ AKTÖRLER GAZZE’DE KAYBETTİLER
Savaş yüzünden Arap-İsrail tarihi uzlaşmasını hedefleyen, ABD’nin arkasında olduğu İbrahim Anlaşmalar sistemi de ağır bir darbe aldı. Suudi Arabistan İsrail’le sürdürdüğü normalleşme görüşmelerini dondurduğunu açıkladı. Çin’in Körfez Ülkeleri-Suudi Arabistan-İsrail-Yunanistan üzerinden Avrupa’ya açmak istediği Akdeniz koridoru da darbe aldı. Bu proje başka bir bahara kaldı. Mevcut zaviyeden bakılınca her iki girişimin uzun zaman oksijen çadırında kalacağı öngörülebilir.
Savaşta bir başka kaybeden Arap dünyası oldu. Bu savaş bir kez daha Arapların bir arada hareket etmelerinin mümkün olmadığını gösterdi. Arap ülkeleri belki halklarının gözünü boyamak için toplantılar yapıp kimsenin itibar etmeyeceği bildiriler yayınlayabilirler ama bunlar Filistin halkının acılarını gidermeye çare olmaz. Kaddafi’nin bir zamanlar ülkesinde her yere yazdırdığı “Vahde Arabiye” (Arap Birliği) şiarının boş bir hayalden ibaret olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
Rusya’dan söz etmeye ise hiç gerek yok. Ukrayna’da her türlü savaş ve insanlık suçunu işleyen Rusya’nın etik değerler bakımından Hamas-İsrail savaşında barış havarisi girişimde bulunması mümkün değil. Rusya zaten kaybedenler safında.
Yukarıda da belirtmeye çalıştık, bundan böyle kanlı Hamas’ın yanında yer alacak tüm yönetimler tarihin kaybedenler safında yer alacaklar. Tüm olan bitenlerden sonra, “Ey İsrail”in yanısıra “Ey Hamas” diye haykırmadıkça haklı zemin üzerinde durmak artık mümkün değil.
* Emekli Büyükelçi