Hem Müslüman Hem Feminist: Ailenin değil rabbimizin kuluyuz
Gazeteci Nebiye Arı ile yönetmenliğini yaptığı "Hem Müslüman Hem Feminist" belgeselini konuştuk. Arı, "Müslüman kadınların kadın-erkek eşitlik mücadelesi, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi vermelerinin nasıl bir şey olduğu, hayatlarında nereye tekabül ettiği, İslami feminizmi nasıl anlamlandırdıkları, neden ihtiyaç duyduklarını anlatmak istedim" dedi.
DUVAR - Gazeteci Nebiye Arı’nın hazırladığı ve 12 Aralık’ta korona virüsü salgını nedeniyle ilk gösterimini online yapan “Hem Müslüman Hem Feminist” belgeseli, Müslüman feministlerin Türkiye’deki yolculuğunu anlatıyor.
Project Zoom desteğiyle hayata geçirilen proje kapsamındaki belgeselin kadrosunda Necla Abide Ölçer, Mualla Gülnaz Kavuncu, Berrin Sönmez, Feyza Akınerdem, Selma Şirin, Rumeysa Çamdereli, Zeynep Uçar, Derya Çok, Ayşe Yıldırım, Bahar Kılınç, Sıla Türköne ve Rumeysa Nur Kara yer alıyor.
Gazeteci Agit Akgöl ve sanat yönetmeni asistanı Mevlüde Ecem Öksüz’ün kameramanlığını yürüttüğü belgeselin yönetmeni Nebiye Arı’yla “Hem Müslüman Hem Feminist” belgeselini ve Müslüman feministleri konuştuk.
Belgeselden kısaca bahsedebilir misiniz? Proje nasıl şekillendi?
Açıkçası bir yıldır belgesel ya da haber dizisi olarak böyle bir şey yapmayı düşünüyordum. Ama hem bir yandan çalışıyordum bir yandan da bunun için maddi imkânım yoktu. Sonra Project Zoom’un duyurusunu gördüm, hikâye anlatıcılarına ve gazetecilere bir fon, hibe veriyorlardı. Ben de tam istediğim şeyi bulduğumu düşündüm ve öylece oraya başvurmuş oldum.
Son yıllarda Türkiye’de İslami feminizmin yükselişinden bahsedebiliriz, çok görünür olmaya başladı. Ben de geldiğim mahalle ya da kendi hayat tecrübemden yola çıkarak Müslüman kadınların din içerisinde kendilerine bir mücadele alanı oluşturduğunu ve eşitlik talebiyle bazı şeyleri yeniden yorumlamaya giriştiklerini anlatmak istedim.
Aslında bu yeni bir şey değil, dünyada da var. Dünyada İslami feminizmin daha oturmuş tartışmaları, başka ülkelerde Müslüman feministlerin oluşturduğu gruplar var. Türkiye’de de 90’larda ilk defa kendisine Müslüman feminist diyen Konca Kuriş vardı. Ondan bugüne, 2010’lara hatta 2020’lere kadar çok bahsedemiyorduk ama son zamanlarda kendisine Müslüman feminist diyen kadınların sayısı arttı. Ben de onların hikâyesini anlatmaya çalıştım. Bu bir başlangıç hikâyesi aslında, yani şu an yeni yeni oturan bir şey var. Oturmuş, büyük tartışmaların yaşandığı bir şeyden bahsedemeyiz İslami feminizmin Türkiye’deki yolculuğu açısından. Yeni yeni başlayan ve bu tartışmaların da zamanla daha çok oturacağı, belki ayrılıklara bile sebep olacağı bir şeyden bahsediyoruz. Bunun hikâyesini anlatmak istedim, kadınların kendi ağzından. Böylece başlamış olduk.
Bu çalışma için nasıl bir fikirle yola çıktınız? Çekim süreci nasıldı?
Pandemi bizi biraz zorladı. Ben görüşmecilerin çekim alanlarını oluşturmalarını daha çok kendilerine bıraktım. Kendilerini nasıl rahat hissediyorlarsa ya da çekimi nerede yapmamızı isterlerse orada yapacağımızı belirttim. Biraz daha fazla vakit geçirmeyi hesaplıyorduk a ma pandemi bunun biraz önüne geçti. Belki toplamda üç saate yayılabilecek zamanlar harcadık, kimisi için farklılaştı bu süreçler ama pandeminin olması bizi biraz kısıtlamış oldu. Kendi sağlığımız açısından da endişe ettiğimiz oldu çünkü pandeminin yoğun ve yükselişte olduğu şehirlere, Diyarbakır’a, Mersin’e, Ankara’ya gittik geldik.
Tüm çekimi telefonlarla yaptık. Pandemiden dolayı maskelerin olması biraz etkiledi. Belgeselin içinde de bir kısımda maskelerin olduğu görülüyor. Ama bir yandan da tarihi bir şeydi, sonuçta var olan bir kriz var. O da belgeselin içinde bir şekilde görünmüş oldu.
Onun dışında, kadınların hikâyelerini ayrı ayrı biliyordum, dinliyordum. Belli, spesifik sorular üzerine hepsini birden dinlemenin benim kafamda da ortak bir dünya oluşmasına, hikâyenin tamamlayıcılığına doğru giden bir yanı oldu. Tartışmaları karşı karşıya koyabileceğim bir iş olmuş oldu. Benim de öğrendiğim şeyler oldu bu çekim süreçlerinde. Açıkçası farklı düşündüğüm mevzular vardı, kadınları dinledikçe bunlar daha şekillenmiş, oturmuş oldu.
‘TÜRKİYE GÜNDEMİ KADINLARI OLUMSUZ BİR YERDE TUTUYOR’
Filmde birçok isim düşüncelerini aktarıyor. Bu isimler neye göre seçildi, kadınlarla bu konuyu konuşmak nasıldı?
İslami feminizm alanında söz üreten, aktivizm yapan ve isimleri bu alanda belli olan kadınları tercih etmeye çalıştım. Gruplar özelinde de çalıştım. Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi, ilk grup olarak İslami feminizm alanında çalışan, okumalar yapan gruptu. Daha sonra Reçel blog, İslami feminizm diye bastırarak söylemese de, çalışmaları, oradaki yazılar kadınların daha çok konuşmasına sebep oldu. Ardından İslami feminizm üzerine teoriler yazdıkları yazılar da yayınlanmaya başladı; özel olanın çoğu Müslüman kadınların hayatında kamuya açık bir şekilde konuşulmuyordu ama Reçel blog bunu yapmış oldu. Bunların varlığının bu hikâyede temel noktalar olduğunu, bu çalışmalarının bir yere götürdüğünü düşündüğüm için onlara yer vermek istedim. Havle Derneği de Türkiye’deki ilk Müslüman feminist dernek.
Türkiye’deki İslami feminist hareketin omurgasında daha çok gençler var, bunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Ama oraya gelene kadar onların yolunu açan, Konca Kuriş’ten bu yana, o tartışmaları yürüten Müslüman kadınlar kimlerdi? Bunun için de mesela Mualla Gülnaz Kavuncu’yu ve Berrin Sönmez’i tercih ettim. Onlar da ilk hikâyenin öncesini anlatan, o tartışmaların neden bugüne bu şekilde taşındığını gösteren hikâyenin tamamlayıcı unsurlarıydı.
Onun dışında bağımsız birkaç kişi de vardı. Emek Adalet Platformu’nun kadın grubu vardı. Onların farkı da karma bir grupta bir kadın mücadelesi vermeleri. Hem içeride hem dışarıda veriyorlar aynı mücadeleyi ve İslami feminizm üzerinden bir şeyler üretmeye, çalışmaya devam ediyorlar. Bu konuda mücadele eden başka isimler de vardı aklımda ancak zamanı uyduramadığımız için çekim yapamadık. Çünkü benim de üç aylık bir çekim sürem vardı, o süreç içerisinde tüm çekimleri tamamlamam gerekiyordu. Ben yine de hikâyenin tamamını neredeyse anlatabilecek bir kadro oluşturdum kafamda, hatta o kadro genişledi de.
Bu kadınları dinlemek çok heyecan verici bir şey. Her gittiğim yerde sadece görüşmecilerimle değil başka kadınlarla da görüştüğüm oldu, önceden tanıdığım ya da yeni tanıştığım. Onların da projeyi heyecan verici bulması beni teşvik etti. Bir de ilk defa Müslüman kesimden kadınların mücadelesine dair bir belgesel çekiliyor. Genelde hep tez yazılıyor, bu kadınlar da yazılan tezlerin hiçbirini görmüyor çoğu zaman çünkü tez yazanlar geliyorlar, konuşmaları alıyorlar ve ondan sonra bir irtibat kurmuyorlar. Biz burada bir gösterim yaptık; kadınların bir kısmı geldi, onlara sorular soruldu, cevap verdiler ve ortaya çıkan şeyi de gördüler. O kadınlarla konuştukça mücadele gücü ve umut duygularına kapıldım. Çünkü sıcak gündem, Türkiye gündemi bizi sürekli aşağı çeken, kadınların öldürülmesinin çetelesinin tutulduğu haberler yapılan bir gündem. Bu gerçekten de mücadele azmi veren ya da geleceğe dair umutla bakmamızı sağlayan bir şey değil. Bizi sürekli duygulu olarak ve olumsuz bir yerde tutuyor. O yüzden kadınlarla konuştukça, onların mücadele gücü bana da umut aşıladı ve hikâyeyi pozitif bir yere taşımış oldum.
‘MÜSLÜMAN FEMİNİSTLERİN İSLAMİ FEMİNİZME NEDEN İHTİYAÇ DUYDUKLARINI ANLATMAK İSTEDİM’
Siz izleyiciye ne anlatmak istediniz?
Müslüman kadınların kadın-erkek eşitlik mücadelesi, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi vermelerinin nasıl bir şey olduğu, hayatlarında nereye tekabül ettiği, İslami feminizmi nasıl anlamlandırdıkları, neden ihtiyaç duyduklarını anlatmak istedim.
Herkesin hem Müslüman hem feminist olamaz dediği ve bunun Müslüman feministlerin sayısından çok olduğu bir dönemde “Müslüman feministler ne diyor?”, bunu sormak, cevabını almak, onların kendilerine nasıl bir yol çizdiklerini görmek gerekiyordu. Böyle bir amacım vardı ve Türkiye’de İslami feminizmin hikâyesini anlatacağım diye yola çıktım.
Kadınlar bir yandan Türkiye’de yaşayıp bir yandan da din üstüne baskılanıyorlar. Tüm kadınlar din üzerinden baskılanıyor şu anda ama Müslüman kadınlar ona inandıkları için daha fazla baskılanıyor. Birçok kadın kendisini sorguluyor o anlamda, “madem inandığım şey böyle bir şey söylüyor o zaman ben yanlışım” diye ya da “o zaman inandığım şey yanlış” diye düşünüyorlar. İki türlü de içinden çıkılamaz bir duygu durumuna kavuşuyorlar ve ben bu sorgulamaları yaşayan Müslüman genç kadınların, en azından cevap arayan başka insanların neler düşündüğünü görmelerini istedim. Onlar için de bir umut ya da bir çıkış yolu gösterebileceğime inandım. Gösterimlerde gelen yorumlardan da anladığım kadarıyla az da olsa başarıya ulaştım. Çünkü Müslüman genç kadınlar gelip hem fikirlerini hem de belgeselden duydukları heyecanı paylaştılar.
Gelen tepkiler nasıldı, olumsuz dönüşler oldu mu?
Belgeseli daha hiç yayınlamadan Twitter’dan bir troll saldırısı oldu. Baya 1-2 gün uğraştırmışlardı beni. Çok fazla olumsuz yorum yapan olmuştu. ‘Hem Müslüman hem feminist olmaz grubu’ diyeyim, onlar sürekli olumsuz yorum yapmıştı. Belki belgeseli izlemedikleri için, belki de görmezden geldikleri için.
Küçük küçük teknik aksaklıklar bağlamında olumsuz yorum yapanlar oldu. Gösterimlerde, neden Müslüman feminist erkek yok diye isyan edenler de oldu. Bazı erkek izleyiciler mesela sıkılmış, öyle yorumlar geldi.
Çok kısaydı bu gerçekten tam anlaşılamıyordu diyenler vardı. Ben sadece bir hikâye anlattım ama onun içinde bir sürü başka hikâye de var. Çünkü bu belgeselin önünü de çekmek gerekir. Türkiye’de Müslüman kadın hareketini anlatan bir belgesel de çekmek istiyorum ama oradaki kadınların hepsini, İslami feminizm dairesi altında anlatamayacağım için başka belgeselde anlatmam lazım. Ya da başörtüsü meselesi, daha iyi bir belgesele çekilip her yönüyle daha ayrıntılı bir şekilde konuşulabilir ama bu belgeselde onu o kadar ayrıntılı anlatamazdım çünkü anlatacağımız konu sapmış olurdu. Konu içinde ufak ufak değindiğim ama çok da açmadığım noktalar vardı, bunun sebebi de konunun İslami feminizm olması ve onun altında bu başlıkların konuşulması. Onunla bağlantılı ama her yönüyle de işlenemeyecek kadar geniş konular.
Bu olumsuz yorumların yanında o kadar fazla olumlu yorum vardı ki onlar beni bu işe devam etme yolunda biraz daha heveslendirdiler.
Gösterimler devam edecek mi?
Uluslararası festivallere başvurmak biraz maliyetli. Yani ben fondan ona dair bir bütçe ayırmamıştım. Belki de böyle bir başlıkla kabul etmeyeceklerdi, bilmiyorum. Onun için uluslararası festivallere katılmak şu an için pahalı geliyor. Ama Patreon’da da bir şey oluşturdum, oradan destek gelirse uluslararası festivallere de göndermeye çalışacağım. Ama şu an ulusal festivallere, olabilenlere açık olanlara başvurmaya çalışıyorum. Zaten o sebeple belgeseli şu an herkese açık şekilde yayınlayamıyorum.
Bunların dışında şu an planladığım bir gösterim yok, üç tane gösterim yaptım. Çok istek olursa dördüncüyü de yaparım tabii. Belgeselin daha fazla kişiye ulaşması için ne gerekiyorsa onu yapmaya devam edeceğim.
‘KADINLARA ALLAH MI YOKSA ERKEKLER Mİ DAHA ÇOK YÜKÜMLÜLÜK YÜKLÜYOR?’
Müslüman feminist tanımına neden ihtiyaç duyuluyor peki? Müslüman feministler nasıl ilerleyecekler?
Belgeselde kadınlar bunu çok basit bir şekilde anlattılar. Ben de onların cevapları üzerinden bir şeyler söyleyebilirim. Mesela Selma Şirin, “Sonuçta bu konuda erkeklerle mücadele ediyoruz ve bir cami hocasına gittiğimde ben ona seküler femizmin dilinden ‘ataerkil bir şekilde konuşuyorsun, senin eril dilin böyle yapıyor’ desem ne anlayacak bu dilden, yani ben ona nasıl anlatabilirim. Benim ona Müslümanlık dilinden bir şeyler anlatmam gerekiyor. Onun için de ben bu dilin içerisinden bir şeyler üretmek zorundayım” diyor. Ama bu tabii İslami feminizme ihtiyaç duyulan kısımda ikincil bir şey. Ama kadınlara anlatırken de aynı dili kullanmak gerekiyor bir yandan.
Seküler feminist gruplarda, inandığı dine dair herhangi bir sorgulama yok, yani dine inanıp inanmama meselesi orada ayrıca tartışılacak ya da tartışılamayacak başka bir meseledir. Oradaki feminist grupların öyle bir gündemi yok. Müslüman feministler, inandıkları şeyler içerisinden dinler, peygamberler şunu demiş diyerek sorgulanıyor. Belgeselde Derya Çok’un dediği gibi “Bir de biz okuyalım, ne diyor bu insanlar, ne diyor Kuran, bizim inandığımız din ne diyor? Bunu bize hep erkekler anlatıyor, biz artık erkeklerin anlatmasını istemiyoruz. Kendimiz bunu nasıl anlıyoruz onu görmek istiyoruz”. Bunun için ihtiyaç duyuluyor çünkü din, peygamberin vefatından beri erkekler eliyle şekillenmiş ve erkekler eliyle de devam ettirilmiş yorumlardan oluşuyor. Din, tek başına da böyle apaçık, berrak, yorumlardan uzak bir şey değil. Yorumlanarak şekillenen bir şey. Önümüzde de bin 400 bin 500 yıllık bir dini yorum var. Zaten kadınların dediği şey buydu: Bir din var, bir din yorumu var. Bir kısmı böyle inanıyor ve o dinin erkeklerce yorumlanması bizim hayatlarımızı zorlaştırıyor.
Şu an bize dayatılan asla kadınların düşüncelerine ve tecrübelerine yer vermeyen bir dini yorum. O zaman biz kendi tecrübelerimiz ve düşüncelerimiz ışığında bir din yorumuna inanmak istiyoruz. Tabii bunu öylece alıp yapmıyorlar, bu kadınlar dinle ilgili okumalar, araştırmalar yapan insanlar. En başından bir şey de üretmiyorlar, var olan bir sürü yorum var ve o yorumlardan kadınların lehine olanları alıp onlarla devam etmek isteyebiliyorlar. Bazıları bu yorumlara, o teorik tartışmalara da girmiyor, bir yandan Müslümanım bir yandan da feministim diyor. Ben iki kimliğimle de birlikte hayatıma devam etmek istiyorum, bunun için buna ihtiyacım var diyor. Başörtüsünü gördükleri zaman sen feminist olamazsın diyen ya da feministliğini görüp de sen o zaman Müslüman olamazsın diyen insanlara karşı ikisini birden kullandığı da oluyor. Belgeseli izleyen herkes az çok bu çeşitliliği görecek.
Günlük hayatta kadınların yaşamını zorlaştıran bir din yorumu var onların karşısında. Ve bu kadınlar “Biz evlenirken de, boşanırken de buna tabiiyiz” diyorlar. Mesela belgeselde, “Televizyondaki hocalar neredeyse çocuk yaparken hangi pozisyonda olmamız gerektiğini bile belirliyor” deniliyor. Yani sürekli onların belirlediği bir hayatı yaşamaktansa biz kendi hayatımızı nasıl yaşamamız gerekiyor onu düşünüyoruz, onun üzerine teoriler üretiyoruz. Rümeysa Çamdereli belgeselde “Yeni gerçek bu demiyoruz” diyordu. Yani evet bir şeyler araştırıyoruz, bir şeyler buluyoruz, bizim yolumuz bu diyoruz.
Kadınlar, erkeklerin aslında Tanrı’dan daha çok şey istediğini ve bunun onların hayatını çekilmez kıldığını söylüyor. Zeynep Uçer belgeselde, “Allah mı yoksa erkekler mi kadına daha çok yükümlülük yüklüyor?” diyordu. Tabii ki de erkekler daha fazlasını yüklüyor. Bu bir Tanrılık aslında. Tanrı’dan bile daha yasakçı, daha şekil çizen. Ama kadınlar hayatlarına engel olan bu durumu reddediyor çünkü ve hayatlarını daha özgür, daha huzurlu yaşamak istiyorlar. Sürekli fıtrat dedikleri şey var ya demek ki fıtratlarına uymuyor bu. Onun için bu mücadeleyi veriyorlar.
Bunu normal feminist tartışmalar içinde devam ettiremedikleri için ayrıca tartışma ihtiyacı duyuyorlar ama bu feminizmden uzaklaşmalarını sağlamıyor, aksine kendilerini feminist cephenin içinde görüyorlar. Bu ayrıca isimlendirme, tanımlama feminizmi bölmek yerine güçlendirir.
‘FEMİNİZM DAHA MEŞRU BİR TANIM HALİNE GELDİ’
Özellikle günümüzde feminist kelimesine ya da feminizm kavramına büyük bir önyargı var. “Kadın erkek eşitliğini savunuyorum ama kendime feminist diyemem” diyen büyük bir kesim de var. Sizce neden?
Feminizmin her şeyini bilmeyebiliyor insanlar. Feminizm belki sadece bir isim olarak var ama altı dolu değil herkes için. Kulaktan dolma bilgileri olabiliyor ya da bilinçli bir şekilde tasvip etmedikleri bir şeyi olabiliyor. Birçok meselede tartışmacı olarak karşıda duran da olabilir ama bir yandan feminizmin şeytanlaştırılmasının getirdiği bir şeyle ona karşı önyargılı olan.
Feminizme önyargılı olan bir kitle var evet ama bence Türkiye’de aslında daha çok kabullenme var diye de düşünüyorum. Feminizm dünyada oldukça yükselişte. Türkiye’de de aynı şekilde pek çok çevre açısından kabul edilebilir bir yerde artık. Müslüman kadınlar da önceden feminizm kavramını kullanmıyorlardı ama şimdi daha çok kullanmaya başladılar. Feminizm daha meşru bir tanım haline geldi.
Müslüman bir mahallede kendine feminist demenin feminizmin biraz ‘şeytanlaştırma’ ifadesi olduğu için zorlukları oluyor, bunun için kadınların bunu söylememeyi tercih ettikleri oluyor. Bunun da etkisi var gibi geliyor bana. Büyük medya kuruluşlarında, televizyonlarda ya da vaazlara çıkan hocalar gibi sözü geniş kitlelere ulaşan kişilerin olumsuz yargıları da toplumu etkiliyor.
Ancak kadınların sosyal medya ile olsun, başka alanlarda olsun sözleri şu anda feminizmin yükselmesine, o önyargıların da azalmasına sebep oluyor.
Hazırladığınız yeni bir proje var mı?
Gereken fonlara ulaşmak mümkün olursa yapmak istediğim şeyler var. Bu belgeselin tamamlayıcısı olarak, Türkiye’de Müslüman kadın hareketi üzerine bir belgesel çekmek istiyorum. Onun dışında mümkün olursa trans bireylerin feminizmine dair bir belgesel de çekmek istiyorum. Kadınların sosyal medyadaki adalet arayışlarını daha kapsamlı değerlendirebilecek bir çalışma yapmak istiyorum. Yani aklımda çalışmalar var. Bunun için proje yazmaya çalışıyorum ancak bir yandan para kazanmamız da lazım. Küçük bir dizi hayalim de var gerçekleşebilirse. Başörtülü bir çocuk üzerinden başörtü meselesini, Türkiye’deki kadınların çektiği şeyleri, hem bugüne hem de başörtüsü yasağının olduğu döneme değinerek anlatmak istiyorum. Ancak bunlar için hem zaman hem de para gerekiyor.