Hemşerim nasılsın?

İzlediğim programdan yola çıkarak Didem Hanım'ın verdiği refleksin 'aman programımda Kürtçe konuştular' tepkisi/korkusu olduğunu düşünmüyorum.

Google Haberlere Abone ol

Gülfer Akkaya

Didem Arslan Yılmaz’ın sunduğu Vazgeçme adlı programın tamamını izledim. Programa telefona bağlanan konuk önce Türkçe konuşuyor, program devam ederken birden sesler kesiliyor. Sonra Didem Hanım'ın açıklaması geliyor ve ondan öğreniyoruz ki, telefondaki konuk Kürtçe konuşmaya başlamış ama küfürlü konuşuyormuş. Kürtçe konuşmanın başlamasından hemen önce Türkçe konuşurken de aynı konuk hakaretlere başladığı için uyarı alıyor Didem Hanım'dan. Programda hakaretler nedeniyle sesler sık sık kesiliyor.

Benim gözlemime göre sesin kesilmesinin nedeni Kürtçe konuşulması değil, küfürler. Didem Hanım Kürtçe küfredildiğini anlıyor. Bunu da söylüyor. “Hayır hayır hattan alın. Kızlara hakaret de edemez. Öyle de konuşamaz. Biraz da anlarım ben Kürtçeden. (Bu kısımda küfürleri anladığını belirtiyor teknik masadakilere ve izleyenlere.) Kesinlikle olmaz. Halayla bi' konuşun. Doğru düzgün Türkçe konuşsun hepimiz anlayacağız yani. Burası Türkiye Cumhuriyeti. O dili bilmiyoruz ki biz, bilsek anlayacağız da, konuşacağız da, bilmiyorum” diyor.

İzlediğim programdan yola çıkarak Didem Hanım'ın verdiği refleksin 'aman programımda Kürtçe konuştular' tepkisi/korkusu olduğunu düşünmüyorum. Burası Türkiye Cumhuriyeti derken bunun 'Türkiye’de tek dil Türkçedir, başka dil konuşulamaz' amacıyla söylenmiş olduğu konusu şüpheli. Bu kanıya nasıl mı vardım? Programın tamamını izlerken vardım. Programda Kürtçenin konu olmadığı başka bölümlerde de benzer tavırlar, rest çekmeler var. Program boyunca küfür ve hakaret edilirken seslerin kesildiğine ve Didem Hanım'ın aynı vücut dilini kullanarak tepkiler verdiğine tanıklık ediyoruz.

Ancak Kürtçe şarkı söylediği için öldürülen insanların olduğu, öldürenlerin kahraman sayıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Kürtçe için özel olarak 'bilinmeyen dil' diye uyduruk bir statünün üretildiği bir ülkede yaşıyoruz. Sırf Kürtçe yayılmasın, her yerde konuşulabilen dil olmasın, daha çok insan Kürtçe öğrenemesin diye anadilinde eğitime karşı çıkılan bir ülkede yaşıyoruz. Kürtçe tabelaların indirilip yasaklandığı, başka dillerde tabelaların asılmasının serbest olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ülkenin hali böyle olunca söylediğiniz tek söz, kurduğunuz cümle, vücut diliniz bu tarihi arka planla beraber okunuyor, algılanıyor.

Didem Hanım'ın programdaki dilini ve tutumunu 'Kürtçeyi yasakladı' zeminine oturtan da ülkenin Kürtlere ve Kürtçeye karşı bu “hassas” gerçekliğidir. Didem Hanım eğer bu hassasiyeti daha fazla kavrayıp ona göre davranıp, mesela telefonu kapattırmak yerine konuğuna “Kürtçe konuşurken ettiğin küfürleri anlıyorum, ben de biraz Kürtçe biliyorum, küfürsüz konuş” diyebilseydi ve Kürtçeyi o sırada konukları olan kadınlara tercüme ettirseydi, -çünkü onlar Kürtçe biliyor ve konuklardan biri konuşsun diye onaylıyor zaten- bunları yaşamak, kendisini açıklamak zorunda kalmazdı. Bunu yapmadığı için Didem Hanım eksik ve hatalı davranmış. Bunu hangi niyetle yaptığını konuşmak ancak niyet istismarcılığı olur, ki buna yeltenmek doğru değil. Ancak milyonlarca insanın izlediği, toplumun her kesiminden insanların konuk olup katıldığı programlara tercüman bulmak dâhil, birçok açıdan hazırlıklı olmak gerekiyor. Çünkü çok fazla dilden insan bir arada yaşıyoruz.

'BURASI TÜRKİYE CUMHURİYETİ'

Didem Hanım'ın en çok tepki çeken sözlerinden biri Kürtçe konuşulmaması için öne sürülen gerekçelerden biri olan “Burası Türkiye Cumhuriyeti” cümlesi. İtaatin, ötekileştirilmenin, kimliğinden, kültüründen, benliğinden koparılmanın, kendine yabancılaşmanın içselleştirilmesinin ayan beyan kanıtı olan bu gerekçe elbette haklı olarak tepki gördü. Tek dil, tek millet tekçiliğine destek olan bu söylem adı geçen cumhuriyette yaşayan onca dili ve milleti yok sayıyor. Oysa Didem Hanım da pekâlâ bilir ki, pek çok ülkede aynı anda resmî olarak kabul edilen birkaç dil mevcut. Yine ülkelerde farklı milletler, farklı diller var ve gizlenmeden, yok sayılmadan, bilinmeyen dil kategorisine konulmadan açıkça konuşulmakta bu diller. Bu dillerde sanat, siyaset, televizyon programları yapılıyor, eğitim veriliyor.

KENDİNİ KORUMAK

Didem Hanım programda o cümleleri kurarken fark ettim ki, hayatımda defalarca maruz kaldığım şeye Didem Hanım da maruz kalmış. Konuşurken satır aralarında kendisine aktarılan o toplumsal bilinç var. Kendini korumak. Geleceği kesin olan zulme, baskıya, öfkeye, aşağılamaya ve yok edilmeye karşı kendini korumak. Bunu bizler evlerimizde öğreniriz.

Bizlere evlerde Kürtçe konuşmamak öğretilirdi. 'Sakın ha, Kürt olduğunu, Alevi olduğunu söyleme kimseye' diye tembihlenerek yetiştirilirdik evlerde. Okula gidecek çocuklarla Kürtçe konuşulmazdı, Kürtçe öğrenmeyelim diye. Bizimle Türkçe konuşulurdu. Çünkü burası Türkiye Cumhuriyeti'ydi. Burada yaşayacağız, burada çalışacağız, burada evleneceğiz. Mal, mülk edineceğiz. Burada işyeri açacağız. Burada siyaset yapacağız. Bir yandan sen Kürt’sün bunu unutma. Ama öte yandan 'Kürt olduğunu, Kürtçeyi unut' şeklindeki ikili durumlar sıradanlaşırdı. Üstelik daha kamusal alana çıkmadan. Kendi evinin içinde. Daha çocukken. Hayata henüz başlarken. Kişiliğin oluşurken. Daha işkence görmemişken, daha tutuklanmamışken, daha evin basılmamışken, daha terörist ilan edilmemişken.

Evdekiler bilir bunu. İlla gelip seni bulacağını bilir. Nereden mi? Bunu da Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan herkes bilir.

Dışarıda başka hayat, evde başka hayat sürer. Bir tek ömürde birçok hayat yaşanır, kimi legal, kimi illegal. Çünkü burası Türkiye Cumhuriyeti'dir.

Tüm bunları biliyorken yine de tepki olarak Kürt ve Aleviymiş diyerek Didem Hanım'ı aşağılamaya çalışan kimi Kürt, Alevi, Türk, solcu erkekler sahi siz ne zaman snopluktan vazgeçeceksiniz?

Kürt ve Aleviymiş diyerek aşağılıyorsunuz ya, işte bu küstahlığınız, kopuştuğunuzu sandığınız şeyle aranızdaki güçlü bağı gösteriyor. O bağın sahibi Türkiye Cumhuriyeti.