Hepimiz eşit şekilde güvende olmadan, hiçbirimiz güvende olmayacağız

Dünya bugün müthiş bir ahlaki sınavdan geçiyor. Türkiye de öyle… Zenginler yoksullardan, iktidarlara ve egemen güçlere yakın olanlar olmayanlardan daha değerli değildir. Unutmayalım ki, hepimiz eşit şekilde güvende olmadan, hiçbirimiz güvende olmayacağız.

Google Haberlere Abone ol

Selin Sayek Böke*

“Güneş'i patentleyebilir misiniz?”… Jonas Salk’ın geliştirdiği çocuk felci aşısını patentlememe gerekçesini açıklamak için 1955’te sorduğu bu soruyu yüksek sesle tekrar tekrar sormamız gereken günlerden geçiyoruz. Elbette hayatın kaynağı olan Güneş'in patentlenemeyeceği konusunda herkes hemfikir. O halde, bugün dünyayı kasıp kavuran koronavirüs salgınına karşı tüm dünyanın ortak “normalleşme” sınavının yanıtı olan aşıların da patentlerle sınırlandırılmaması gerektiği konusunda da hemfikir olmalıyız!

Salgının başından itibaren, normalleşmenin toplumsal bağışıklığı dünya çapında sağlayacak olan yaygın aşılama ve buna imkân verecek aşılar olduğu biliniyor. Zaten bu bilgi ışığında, tüm dünyada kamu kaynakları seferber edildi. Bilim insanları ve sağlık emekçileri bu bilinç ve sorumlulukla, canla başla çalıştılar. Hızla güvenli, etkili ve kaliteli olduğu bilimsel olarak tespit edilebilen ve etkinlik oranı yüksek aşılar geliştirdiler. Artık sıra siyasetin ve kural koyucuların hızla etkin aşılamanın yapılmasını sağlayacak adımları atmasına geldi.

Güvenli ve etkin aşıların geliştirilmesi ve etkin aşılama için eşitlikçi dağıtımının sağlanması konusu, her ne kadar henüz ihtiyaç duyulan sonuçları doğurmuş olmasa da, bir süredir hem ulusal hem de uluslararası düzeyde gündemi meşgul ediyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) kendi eşgüdümünde yürütülen COVAX programı ile aşının tüm ülkelere eşit ve adaletli dağıtımı için küresel dayanışma çağrısını her fırsatta dile getiriyor. Aşının adaletsiz dağıtımının yaratacağı güvenlik açıkları Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde tartışılıyor. G-7 liderleri tekrar tekrar uluslararası aşı dayanışma programlarına hem malî kaynak hem de kıymetli aşı dozları aktarmaya dönük vaatlerde bulunuyorlar. Ancak tüm bu tartışmalara rağmen sahada acı bir gerçeklik ve adaletsizlik yaşanıyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, üretilen Covid-19 aşılarının yüzde 75’inin sadece 10 ülkede kullanıldığını, 130’dan fazla ülkeye tek bir doz bile aşı gitmediğini açıkladı.

 

SALGINDA SADECE KOMŞUMUZ KADAR SAĞLIKLIYIZ

Oysa salgın bize, ancak komşumuz kadar sağlıklı olabileceğimizi ve tüm insanların sağlık hakkının ancak dayanışmayla güvence altına alınabileceğini göstermişti. Dünya düzeninin eşitsizlikleri bir kez daha gün yüzüne çıkarken, hem virüsün herkesi eşit etkileyeceği hem de eşitsizliklerin düzeltilmesi gerektiğine dair bu uyarının salgın sonrasında düzeni değiştireceği düşüncesi yükseldi. Ancak, egemen güçler bir kez daha düzenin eşitsizliklerini ortaya çıkartan yapısal unsurları değiştirmeye dönük tartışmaların üzerini örtme gayretine girdiler. Oysa yaşanan sağlık krizinin ve tetiklediği ekonomik ve sosyal krizin temelinde sağlık hakkını göz ardı ederek sağlığı piyasalaştıran, yaşam hakkımızı özel sektörün kâr güdüsüne mahkûm eden patentlerin arkasına gizlenen neoliberal düzeni olduğu çok açık.

Bu sefer de düzenden kaynaklı eşitsizlikler aşılama sürecinde belirginleşti. Üretilen aşıların büyük bölümünü satın alan gelişmiş ülkeler, COVAX programına maddi katkılar sağlamakla birlikte, aşıya erişimdeki eşitsizlikleri yaratan sistemi olduğu gibi korumayı seçmeye devam ediyorlar.

Aşıya talep çok yüksek, ancak üretim talebi karşılayamıyor. Bu üretim kısıtının aşılabilmesi için Covid-19 aşılarının patent haklarının geçici olarak askıya alınması talebi dile getiriliyor. Bu talebin güçlü bir dayanağı da var: Aşı çalışmalarının temelini büyük ölçüde kamu kaynaklarıyla finanse edilen çalışmalar oluşturuyor. Ancak, kamu kaynaklarıyla oluşturulan ve küresel kamu malı olarak görülmesi gerektiği konusunda güçlü bir kanaat oluşmuş olan aşıların üretim ve fiyatlama kararları uluslararası tekellerin elinde. Ortak kaynakların trajedisi yaşanıyor; özelleşmiş ekonomik çıkarlar insanlığın ortak refahının önünde tutuluyor.

 

AŞILARI PATENTLE SINIRLANDIRMAYACAK YASAL DÜZENLEMELERE İHTİYAÇ VAR

Düzen eşitsizlik yaratıyor. Bu eşitsizlikleri ortaya çıkartan düzenin yapısının değişmesi gerek! Salgının dayattığı kısıtlamalardan kurtuluş, işin yaygın ve etkin aşılamaya, yaygın aşılamanın yapılabilmesi için de kamu kaynaklarının desteği ile geliştirilmiş aşıları patentlerle sınırlandırmayacak yasal düzenlemelere ihtiyaç var. Bu düzenlemeler hem uluslararası dayanışmayı güçlendirecek, hem de aşı ve aşılamanın küresel kamu malı olabilmesini sağlayacaktır.

Bunu sadece eşitliği güvence altına almak için değil, insan haklarını güvence altına almak için de yapmamız gerekiyor. Sağlık hakkı en temel insan haklarından birisidir, anayasalar ve bizim de tarafı olduğumuz Avrupa Sosyal Şartı’nda da güvence altına alınmıştır. Bu hakkımız ancak aşılar sosyal devlet anlayışıyla, hem ulusal hem de küresel düzeyde kamu malı olarak görülür ve “evrensel temel hizmet” olarak sunulursa korunacaktır.

Uluslararası kuralların insan hakları temelli ve kamu yararı güden böyle bir çerçeveyle yeniden düzenlenebilmesi için çok-taraflı bir süreç işletilmesi gerekiyor. İnsan haklarının koruyucusu olan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM)’nin bir üyesi olarak bu konuda Avrupa Konseyi’nin öncü rol üstlenerek Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) başta olmak üzere tüm paydaşları bir araya getirmesi yönünde çağrıyı içeren bir önergeyi geçtiğimiz ay AKPM’de imzaya açtım.

 

AŞI SÖZLEŞMELERİ TBMM’NE GETİRİLMELİ

AKPM’de pandeminin başından itibaren salgının gölgesinde demokrasinin ve insan haklarının korunabilmesi yönünde hızla bir dizi tavsiye karar alındı. Bunlardan birisi de koronavirüs aşısının geliştirilmesi, dağıtımı, etkin ve yaygın kullanımına dair pek çok başlık içeren 2361 (2021) sayılı tavsiye kararı oldu. Çok yüksek oranda bir oy çokluğu ile AKPM Genel Kurulu’nda kabul edilen tavsiye kararlarının başında koronavirüs aşısının küresel kamu malı olarak kabul edilmesi çağrısı geliyor.

Bu tavsiye kararları, aşılara erişimin pazar gücü üzerinden değil ihtiyaç üzerinden düzenlenmesine dönük bir çağrı yapıyor dünyaya… Ayrıca aşı fiyatlarını ve aşıya erişimi olumsuz etkileyecek olan aşı stoklamasına engel olmak için gerekli denetimlerin yapılmasını tavsiye ediyor. Aynı zamanda aşılara erişimin patentlerin ve fikrî mülkiyet haklarının yarattığı kısıtları aşarak yeterli aşı üretimi ve tüm ülkelere ve halklara aşının dağıtımının sağlanması yönünde acil adımlar atılması çağrısını içeriyor.

En önemlisi de aşı üreticileri ile yapılan sözleşmelerin içeriklerinin şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılması, bu sözleşmelerin ulusal parlamentoların denetimine açık olması da tavsiye ediliyor. Bu tavsiyenin halk sağlığı açısından ne derece önemli olduğunu bizler deneyimle biliyor, yaşıyoruz.

İktidarımız salgının başından itibaren salgını değil algıyı yönetmeyi seçti. Ne salgının gerçek boyutunu ne aşıya dair sözleşmeleri kamuoyu ile şeffaflıkla paylaştı, ne de parlamentoyu sürece dahil etti. Kamuoyunu karanlıkta bırakan bu sürecin sonucunda halk salgınla baş başa bırakıldı.

Aralık ve ocakta 20’şer milyon, şubatta ise 10 milyon aşının Türkiye’ye geleceğini söyleyen iktidarın aşılarla ilgili yapılan sözleşmeyi daha da fazla vakit kaybetmeden TBMM’ye sunması gerekir. Aşıların hangi takvimde geleceği, kamunun kaynaklarını kullanarak ve devlet eliyle aldığımız aşılarla ilgili sürecin tüm ayrıntılarını bilmek ve denetlemek en temel hakkımız. Uluslararası sözleşmelerin ticari sır olduğu gerekçesine sığınarak kapalı kapılar ardında iş yapmaktan derhal vazgeçilmelidir. Bir kez daha hatırlatalım: İktidarın son yıllarda her kritik konuda sığındığı “ticari sır” gerekçesi, süreçle ilgili bilgilerin TBMM’nde paylaşılması ve değerlendirilmesine engel değildir. Milletin vekilleriyle TBMM çatısı altında gerekirse gizli görüşme yapılır, böylesi önemli bir ülke meselesi Meclis’te değerlendirilir.

AKPM’de aşı üreticileri ile yapılan sözleşmelerin içeriklerinin şeffaf olması ve bu sözleşmelerin ulusal parlamentoların denetimine açık olması tavsiye kararına “evet” oyu verenlerin, mesele kendi Meclis'imizde tartışılmaya gelince bu desteklerini unutmayacakları bir demokrasiye çok ihtiyaç var!

Geldiğimiz noktanın özeti şudur: Dünya bugün müthiş bir ahlaki sınavdan geçiyor. Türkiye de öyle… Zenginler yoksullardan, iktidarlara ve egemen güçlere yakın olanlar olmayanlardan daha değerli değildir. Unutmayalım ki, hepimiz eşit şekilde güvende olmadan, hiçbirimiz güvende olmayacağız.

AKPM’de de dile getirdiğimi burada da hatırlatmak isterim: Hepimizin geleceği için bugün geldiğimiz bu kritik dönemeçte herkesin üzerine düşen sorumluluğu almasından başka yolu yok. Çünkü ya hep beraber, ya hiçbirimiz…

*CHP Genel Sekreteri, İzmir Milletvekili