Her Zerre Kara: Etrafımızı kuşatan nedir?
Özen Yula'nın kitabı Her Zerre Kara, Doğan Kitap tarafından okurla buluştu. Yula, roman boyunca kapitalizmin yarattığı kaotik görüntüyü o kadar ayrıntılı bir ustalıkla tanımlıyor ki, hakikat duygusunu iyice belirgin kılıyor romanda.
Filiz Elmas
Özen Yula’nın yeni romanı 'Her Zerre Kara', Doğan Kitabevi tarafından yayımlandı. Romanı okuduğumda aklıma 2019 yılında kaybettiğimiz ünlü sosyolog Emmanuel Wallerstein’ın bir analizi geldi. Wallerstein kapitalizmi, sonsuz sermaye birikiminin önceliği tarafından belirlenen tarihsel toplumsal bir “sistem” olarak ele alır. Bu sistemin başlangıcından itibaren sürekli büyümesinin etkisi, şeylerin sürekli metalaşmasıdır, insan emeği de bu sürece dahildir. Doğal kaynaklar, toprak, emek ve insan ilişkileri kendi özgün değerinden soyutlanır ve ona bir değişim değeri belirleyen pazarda metaya dönüşür. Dünya-sistemi sosyal bir sistemdir, sınırları, yapıları, üye grupları, meşruiyet kuralları ve bağdaşıklığı vardır. Sistem içinde ekonomik bir biçim olarak kapitalizm, ekonomik kazancın dağıtımı ve ekonomik kaybın sürekli olarak siyasi oluşumlar tarafından emilmesine dayanır.
'Her Zerre Kara' işte böylesi bir dünyada, Türkiye coğrafyasında, Yeni İstanbul’da geçiyor. Özen Yula’nın da ifade ettiği gibi metin “Bizans’ın efsanesini anlatan Agavni’nin, eski Bizans’ın merkezi olan tarihi yarımadadan Galata’ya gelmesi ile başlayan simgesel anlamda tarihsel bir yolculuk” gibi farklı yolculuklar toplamı olarak kurgulanmış. Öncelikle ifade etmeliyim ki, roman son derece akıcı üslupla yazıldığı için bir solukta okuyacağınız değerli bir yapıt. Ancak romanın aynı zamanda imgelem dünyasının zenginliği, dil kullanımı, mekân ve konu değişimlerinde başvurulan sinema tekniği, karakter açılımları birkaç kez okumanıza neden olacak derinliğe sahip. 'Her Zerre Kara’nın incelikle işlenmiş bir sanat eseri olduğunu da ifade etmeliyim. Bu nedenle yazımda sizlere, benim okurken keşfettiğim, 'Her Zerre Kara' yolculuğunuzda farklı kapılar açacağını umduğum, birkaç anahtarı sunacağım. Gerisi ise sizin romanda karşılaştığınız kapılarda, tanıdığınız yüzlerde ve benim de göremediğim daha nice mekânda saklı kalacak.
Romandaki bölüm başlıkları zaten okuyucuya anlatı boyunca nasıl bir dünyada dolaşacağının ipuçlarını veriyor. On üç bölümden oluşan eserde bölüm adlarına bir bakalım: B1R, 2Kİ, Ü3, DÖR4, BE5, 6LTI, YE7İ, 8EKİZ, DO9UZ, 10N, 10N B1R, 10N 2Kİ, 10N Ü3. Aslında bu imgeler hepimizin sıradanlaştığı kapitalist pazarda bilgisayarların, tabletlerin, telefonların ekranlarına sıkışmış hayatlarımızın giderek isimden çok birer rakam grubuna dönüşmesini simgeliyor. Roman boyunca benzer biçimde zaman imgeleminde de aynı vurgu var. Her bölümde anlatılan olaylar kimi kez geriye dönüşleri içerse de süreç olarak kapitalizmin her zerremize nüfuz ettiği ve böylece insan olma biçimini belirlediği bir dönemde yani “sınırsız ve sonsuz şimdiki zaman”da geçiyor.
'Her Zerre Kara’da mekânlar geniş bir yelpazede sunuluyor. Bu kimi zaman köşe başında rastladığımız bir kafe, kimi zaman iş çıkışı koşarak gittiğimiz fitness center, bazen reyting peşinde koşan prodüksiyon şirketi, bazen de trendi bir bar olabiliyor. Seçilen mekânların ortak özelliği ise kimliğimizi bulmak için çaba harcadığımız, bireysel tercihlerimizden uzak ve sistem içinde tanımlanır, fark edilebilir olmak umuduyla zaman geçirdiğimiz, kısaca belli markalar altında yer almak için sığındığımız uzamlar olması. Ayrıca bu uzamlarda kapitalizmin her birimizin zevkini belirlemek için sunduğu yeni ürünler, kâr maksimizasyonu için gerçekleştirdiği farklılaştırılmış mallar tarafından çizilen, çepeçevre kuşatıldığımız reklamlarla kaplı, karmaşık, kaotik bir yapı sergiliyor. Kafede duvarlar tablolarla, masaların üstü çeşit çeşit bardaklar, kurabiyeler, kahve makineleri ile caddeler neon ışıklar, son model arabalar, evlerimiz bilgisayarlar, televizyonlar, çantalarımız, Iphonelar, kulaklıklar, üzerimize giydiğimiz pantolon, tişörtler kısaca modanın her yıl sunduğu tarzlar ve hatta vücudumuza yaptırdığımız trendi dövmeler ve piercinglerle dolu.
Yula, roman boyunca kapitalizmin yarattığı kaotik görüntüyü o kadar ayrıntılı bir ustalıkla tanımlıyor ki, hakikat duygusunu iyice belirgin kılıyor romanda. “Kahveler kutu kutu. Farklı renklerle, posterlerle, imitasyon mozaik zeminlerle, plak, kaset, pikap, teyp gibi yirminci yüzyılın alametifarikalarıyla ya da birtakım tuhaf polyester kuklalar, biblolarla yüklenmiş rafları ve pervazlarıyla farklılık sunmaya çalışırken aynı aleladeliğin sınırlarında bir o yana bir bu yana salıncak sallıyorlar.” Süreç romanın sonuna dek sizi kovalıyor ve duygusal olarak yazarın çizdiği sona hazırlıyor. Romandaki dil kullanımına kişiler özelinde baktığımızda ise okurken hoş bir gülümseme ile tanıdık gelen klişelerin- bu konuda benim favorilerim, ‘aynen’, ‘sıkıntı yok’ ve ‘sorun yok bro’ idi- kullanımı ile anlatılan kişilerin sokakta her gün rastladığımız, yaşayan insanlar olmasına yardım ediyor.
Romanda farklı gelir gruplarından, farklı işler yapan İstanbul’un değişik semtlerinde yaşayan insanlar anlatılıyor: Kafede çalışan Muhammed kısaca Mami, Suriyeli kız çocuğu Saya ve ailesi, ünlü bir televizyon yapımcısı Aybüke İlgin, prodüksiyon şirketinde çalışan İlayda, fitness center çalışanı Cengiz, Sena ve Büşra kardeşler, DJ İdris ve arkadaşı Feramuz, Alzheimer hastası Bayan Agavni, dilsiz Medine, tiyatro bölümü öğrencisi Ayda, nargile kafenin kralı Bışbış, falcı Sitare, bar işletmecisi Cenk, çalışanı Şerha ve sevgilisi Bünyamin, dolmuş şoförü Ramazan, yaşam koçu Coşkun Ermiş. Kahramanlarımızdan yoksul olanlar Haliç tarafında Balat’ta (Medine) ya da şehrin dış mahallelerinde, nispeten yeni kurulan semtlerindeler (Ramazan ve ailesi). Sınıf atlayanlar ise lüks semtlerde (Aybüke İlgin Emirgân’da ya da astrolog/falcı Sitare Kanlıca’da) yaşıyorlar. Bence bu konuda zor olan bu kadar farklı yelpazede yer alan insanı roman boyunca kanlı-canlı var edebilmekte. Ama Yula, hepsinin farklı birer birey olmasını ayrı dil kullanımı, ayrı giyim kuşam biçimi, farklı aşk anlayışları, farklı inançları, farklı yeme-içme alışkanlıkları ile tanımlayıp yaşatabiliyor ve bir potada yoğuruyor. Evet çok farklılar ve evet aynılar. Hepsi sevgisiz, hepsinin mutsuz bir çocukluğu var, hepsi de kapitalizmi damarlarına kadar işleyerek yaşamış, acımasız, şiddet eğilimli ve liberal toplumun birer kopyası olan kapitalizmin yiyip kustuğu artıklar. Onlar için şiddet her yerde, gece yarısı sokaklarda, halka açık yerlerde, Üsküdar iskelesinde, yabancı bir ülkede köprüde, Kadıköy meydanında, evimizin içinde, sevgilimizin kemerinde ve yetimhane arkadaşımızın tabancasının ucunda… Acımasız bir şiddet var, kemikleri kıran, kemerle döven, demirle kafataslarını çatlatan, minibüsle yolcuları ezen, hasta yaşlı kadınlara tecavüz eden, küçük çocukları sokaklara atan bir şiddet.
'Her Zerre Kara', Suriyeli çocuklardan kadınlara, reyting uğruna kanser hastalığından rap ve arabesk müziğe kadar her şeyin satılık, her şeyin meta olduğu pazarda geçiyor. Bu dünyadaki sanal âlem ise bizlere sermayenin yeni bir formu olarak sunuluyor. Bu formda evlilik veya arabuluculuk siteleri, troller, reytingler, sözlük yazarları var. Artık böylesi bir dünyada pisliğe bulaşmamış hiçbir yer, Yula’nın betimlemesi ile toz yumakları içinde kalmamış hiçbir mekân yok. Hiçbirimiz, hiçbir şeyi temizleyemiyoruz. Bu dünyada sığınacak evlerimiz yok, konuşacak dostlarımız yok, huzurlu tek bir günümüz yok. Hepimiz bizi kuşatan bu girdapta eriyoruz, yok oluyoruz, sarı neon ışıklarda, cızırtılı seslerde, sıvılaşıyoruz, akışkan, yapışkan bir hale dönüşüyoruz, kayboluyoruz, şeffaflaşıyoruz, yok oluyoruz.
Ben romandaki bir diğer ustalık işinin bu kadar zengin malzemeyi bir arada tutmak ve hepsini aynı fotoğraf karesinde birleştirebilmekte saklı olduğunu düşünüyorum. Yula, sizlere sunduğum bunca insan, mekân ve olayı tekdüze bir çizgide yazmamış. Bir karakter bir bölümde karşımıza çıkıyor bizler onu tanıyor, merak ediyoruz. Ancak yazar onu o mekânda bırakarak sinema tekniği ile başka bir sokak, başka bir ev ve başka bir insana geçiyor. Birkaç bölüm sonra farklı bir çizgideki olaylar ile kişiler birleşiyor. Daha önce sokakta gördüğümüz Suriyeli kız evine ulaşıyor, birinci bölümde tanıdığımız ve kız kardeşini kaybeden Sena, başka bölümlerde sadece barda bir an gördüğümüz bir astroloğun Kanlıcadaki evine gidiyor. Prodüksiyon şirketinde tanıdığımız yönetici, başka bir evde başka bir hayatı bize anlatıyor. Bu kadar girift bir metinde tüm olaylar, kişiler inandırıcı ve yaratıcı bir zeminde buluşuyor.
Romanı okuduğunuzda etrafımızı kuşatan nedir diye soracaksınız eminim. Yazının başında sizlerle paylaşmıştım. Kayıtsızlık halinin hâkim olduğu kapitalist sistemde önemli olan ekonomik kazancın dağıtımı ve ekonomik kaybın sürekli olarak siyasi oluşumlar tarafından emilmesidir. O zaman etrafımızı kuşatan nedir? Nasıl tanımlanabilir? Özen Yula o tanımlamayı 'Her Zerre Kara’nın sonunda net bir biçimde yapıyor. Sizleri Özen Yula’nın dünyasında 'Her Zerre Kara' ile baş başa bırakıyorum.