Herkesi kandırabilirsiniz, dili asla!
'Babil Kulesi Kitabı', akademik dille yazılmış, art arda etimolojik bilgilerin sıralandığı bir çalışma değil. Bütün dilleri masaya yatırıyor ve onlara bir oyun hamuru gibi yaklaşıyor Mahir Ünsal Eriş.
Bugün 26 Sextilis 2023, Cumartesi. Haklı olarak, sextilis de nereden çıktı, diyeceksiniz. Açıklayayım: Bugün ağustos olarak adlandırdığımız ayın adı aslında sextilis. Sezar’ın ardından tahta çıkan, Augustus adıyla anılmaya başlayan Gaius Oktavius Thurinus’un doğduğu aya onun adı verilmiş ve Sextilius o tarihten itibaren Augustus olmuş. Ardından bu aya, Türkçede de ağustos denmeye başlanmış. Ben de şöyle düşündüm: İmparator Augustus’un, doğduğu aya adını vereceğim kadar büyük bir önemi yok benim için. Daha önce o ayın adı neden sextilis’miş onu da bilmiyorum. Öyleyse, pekala ağustos yerine sextilis diyebilirim.
Bu ilginç bilgiyi, daha yüzlercesiyle birlikte, Mahir Ünsal Eriş’in 'Babil Kulesi Kitabı’ndan öğrendim. Kitap, dünya dilleri üzerine, ancak bildiğimiz, alışageldiğimiz bir "dil" kitabı değil. Kelimelerin ve kavramların zaman içinde nasıl yolculuk ettiklerini, dilden dile nasıl geçtiklerini ve geçerken ne tür değişimler geçirdiklerini anlatıyor. Peki, kitap adını neden Babil Kulesi’nden alıyor ya da ona gönderme yapıyor? Bildiğimiz gibi, Kitab-ı Mukaddes’e göre, insanların kibre kapılıp Tanrı katına erişmek için yaptıkları bir kule bu. Tanrı ise onları cezalandırmak için o zamana kadar dilleri bir olan insanları dünyanın dört bir yanına dağıtmış ve dillerini karıştırmış. Öyleyse, karışan diller, aslında tek bir dilden doğdukları için, her biri ortak kelimeler ve ortak özellikler üzerinden çoğalıyor, farklılaşıyor, o yüzden, bir yanıyla da olsa akrabalıkları sürüyor, diyebiliriz.
Mahir Ünsal Eriş’in hikayeciliğini çok sevmekle birlikte, dillere olan düşkünlüğünü, dahası, dilleri bir puzzle gibi ele alıp parçaları tamamlaya tamamlaya büyük resme ulaşma heveslisi olduğunu bilmiyordum. Hem yetenek hem heves bu. 'Babil Kulesi Kitabı’nı okuduğumuzda, aynı zamanda çevirmen olan, İngilizce, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, İbranice, Boşnakça, Osmanlı Türkçesi ve Karamanlı Türkçesi’nden çeviriler yapan Eriş’in birçok dili iyi bilmekle yetinmediğini, dil sevgisinin onu Farsça, Arapça, Çince, Gürcüce, Yunanca, Ermenice, Latince, Portekizce, Kürtçe, Fince, Galce, Süryanice, Rusça, Arnavutça, Urduca, Hintçe, Korece, Japonca gibi daha birçok dilin kıyılarına sürüklediğini öğreniyoruz. O zaman, mesele dil bilmenin ötesine geçiyor ve diller arasında yapılabilecek arkeolojik kazı için gerekli bütün teçhizata sahip olmasını sağlıyor. İşte bu kitap, bu kazının ürünü.
'Babil Kulesi Kitabı', akademik bir dille yazılmış, art arda etimolojik bilgilerin sıralandığı bir çalışma değil. Bütün dilleri masaya yatırıyor ve onlara bir oyun hamuru gibi yaklaşıyor Eriş. Kısacası bilgi dozu çok yüksek ama bir o kadar da şaşırtıcı ve eğlendirici bir çalışma 'Babil Kulesi Kitabı'.
KIRMIZININ DİLLER ARASI SERÜVENİ
Kitapta, sözcüklerin yolculuğuyla ilgili verilebilecek çok örnek var ancak beni en çok etkileyenlerden biri, kırmızı. Biz kırmızı diyoruz ama Türkçede kırmızının bütün tonları için kullanılan sözcük “al” aslında. “Al”ın, Moğolistan’ın başkenti Ulan Bator’dan (Kızılca Bahadır) tanıdığımız “ulan” sözcüğü ile akraba olduğunu söylüyor Eriş. Alaz, ala, alaca, ela; hepsi “ulan” kökünden türemiş. Kızıl ise “kız-“ kökünden geliyor. Kızmak, kızışmak, kızarmak, kızgınlık gibi birçok sözcük de bu kökten türemiş. Hepsinin temelinde, Coca Cola’ya rengini verdiği söylenen kırmız böceği ve ondan elde edilen boya var. Kırmızın Türkçede “kırmızı”ya dönüşmesi, dilimize Arapça ve Farsçadan geçen “nisbet-i”si ya da “ilgi-i”si son ekini alması sayesinde. Hayat/hayati (hayatla ilişkili) örneğinde olduğu gibi, bu son eki alınca, kırmızı da (kırmızla ilişkili) anlamını taşımaya başlamış. Kırmız böceğinin Latince adı ise “Kermes Vermilio”. Vermilio, Latincede “pas rengi” anlamına geliyor ve kırmızının bir tonu için kullanılıyor. Kırmızının bazı dillerdeki karşılıklarına bakalım… Katalanca’da vermell, Galiçya dilinde vermello, Portekizcede vermelho. Bir böceğin renginin dile/dillere nasıl bulaştığının kısa ama etkileyici öyküsü…
Biraz tuhaf gelebilir ama dini mitolojideki ilk insan, yani Âdem de kırmızıymış aslında! Tevrat’ın Tekvin kitabındaki anlatıda, Tanrı yerden aldığı kırmızı topraktan Âdem’i yaratır, sonra da burnundan nefes üfleyerek ona can verir. İbranicede “kırmızı” anlamına gelen sözcüğün “adom” olduğunu, Adam sözcüğünün kökeninin de aynı olduğunu belirtiyor Eriş. Yani kırmızı kil, İsrailoğullarının elinde Adam’a, oradan da Âdem şekline dönüştüğü Arapça sayesinde, İslamiyet yoluyla kimi Müslüman topluluklarının dillerine geçmiş.
Kırmızının serüveni burada bitmiyor. Yunancada kırmızı anlamına gelen sözcüklerden biri erithros. Kan dolaşımı esnasında oksijeni taşıyan hücrelere, tıp dilinde eritrosit dendiğini biliyoruzdur. Ama Afrika’da Eritre diye bir ülke olduğunu bilmiyor olabiliriz. Açıkçası ben bilmiyordum. Toprakları kıpkırmızı bir ülkeymiş Eritre. Yunancada kırmızı anlamına gelen bir başka sözcük de kokkinos. Türk argosundaki kokona sözcüğünün kökeni de bu. Osmanlı’dan kalma bu sözcüğün kaynağı, gayrimüslim kadınların, başları örtülü olmadığı için görülen kınalı saçları. Çingenelerin evrensel dili olan Romancada (Rumence değil) ise kırmızı, yakın akrabası Hintçedekini andırır şekilde; lolo. Yine Türk argosunda, kırmızı renge çok yakışır bir şekilde, gösteriş, caka anlamında kullanılıyor lolo. Bu aşamada şu deyimi hatırlayabiliriz: “bize de mi lolo?”
ELTİ, GÖRÜMCE, KAYINÇO VE TARTIŞMALI BİR KAVRAM: BAYAN
Kırmızıdan başladık ve kırmızıda takıldık gibi görünüyor. Daha aylar, gezegenler, sayılar, etnik kökenler, dinler, duyular, terimler, hatta bazı ayıp sözcükler; ayrıca henüz adını anmadığımız Çince, Japonca, kimi kuzey ülkelerinin dilleri ve daha nicesi var. Hepsi de bu kitabın sayfalarında gizli. Çin deyince, çiniden de söz etmek gerekir belki. Porselen yapım ve bezemeciliğinin bizim topraklarımıza Çin’den geldiği biliniyor. Daha önce söz ettiğimiz, dilimize Arapça ve Farsçadan geçen “ilgi-i”si son ekiyle, çini sözcüğü, “Çin’le ilişkili” anlamında Türkçeye geçmiş. Buradan yola çıkarak, akla hemen “sini” sözcüğü geliyor. Arapçada Çin’e Sin dendiği için, sininin de dilimize Arapçadan geldiğinin iddia edildiğini belirtiyor Eriş. Sinî; yani Çinli. Ama sini ile Çinli arasındaki etimolojik kanıtı bulamadığını da belirtiyor.
Hazır Çin’den söz açılmışken, Türkçedeki enişte sözcüğünün karşılığı olarak, akrabalık bağları üzerinden gelişen evliliklere dayalı olarak, Çincede enişte anlamına gelen on iki ayrı farklı kelime olduğunu da belirtmek gerek. Bu bize tuhaf gelebilir elbette. Aynı Türkçedeki akrabalık bağlarını belirten kelimelerin Avrupalılara tuhaf gelebileceği gibi: Elti, görümce, bacanak, kayınço…
Evet, hepimizin bildiği gibi, bunlardan elti ve görümce bayan, bacanak ve kayınço ise baydır. Yazıda bayan sözcüğünün geçmesini yadırgamış olabilirsiniz, çünkü günümüzde bayan sözcüğünün, kadın kimliğini yok saymak, kadını korunmaya muhtaç, aciz olarak tanımlamak için gerici muktedirler tarafından özellikle dolaşıma sokulduğunu biliyoruz. Peki sahiden ne anlama geliyor bayan? Dilimize Moğolcadan geçmiş olan bu sözcüğün anlamı: “Zengin, ileri gelen, bey”. Bay ise, eski Türkçede zengin demek. Yani bayanın kadınla, bayın da erkekle ilişkisi olmadığını öğreniyoruz bu kitap sayesinde. Cumhuriyet’in dil hamlesi esnasında, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin Tarama Dergisi’nde yayımlanarak dolaşıma sokulmuş ve bey-hanım ikilisinin yerine, anlamlarından koparılarak önerilmiş bu iki sözcük.
Evet, dini mitolojideki gibi, Tanrı insanları cezalandırmak için dili parçalarına ayırmış ve dünyanın dört bir yanına serpiştirmiş galiba. O parçaları toplayıp puzzle’ı tamamlama çabası da bu kitabı çıkarmış ortaya. Okuyun derim. İster öğrenmek ister şaşırmak ister eğlenmek için. Ya da üç duyguyu bir arada yaşamak için.