Heykeli dikilecek dava: Savcının büstünü yaptı yine de ikna edemedi

Muzaffer Doğan’a kendi yaptığı heykeller için 'Bizans dönemine ait' denilerek tarihi eser davası açıldı. Haklılığını kanıtlamak için savcının büstünü yapan Doğan’ın heykelleri adli emanette kayboldu.

Google Haberlere Abone ol

ANTALYA – Bundan 29 yıl önce açılan bir heykel davası, Türkiye’de adalet sisteminin trajikomik bir hikayesi gibi… Heykel restoratörü Muzaffer Doğan’ın kendisi için yonttuğu taş heykel, tarihi eser sanılınca açılan dava halen sürüyor. Doğan’ın boş vaktinde yonttuğu heykele, Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, “Bizans dönemine ait özellikler taşımaktadır” diye görüş belirtirken, İstanbul Arkeoloji Müzesi bilirkişi heyeti ise ‘yeni yapım eser’ olduğu yönünde rapor hazırladı. Bu ikinci rapor sonrası beraat eden Doğan, bu sefer el konulan eserlerini geri almak için dava açtı. En son Adalet Bakanlığı’na dava açan Muzaffer Doğan’ın birkaç eseri geri verildi. Adalet Bakanlığı suçsuz bulununca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurması önerilen Doğan, “Hakkımı aramaktan yoruldum” diyerek hem heykel yapmayı hem de adalet mücadelesini bıraktı.

KENDİ YAPTIĞI HEYKELE EL KONULDU

Çeşitli arkeolojik kazı ve onarım projelerinde 30 yıl emek veren, çıraklıktan yetişme bir restoratör olan Muzaffer Doğan’ın evi 1994 yılında ihbar üzerine basıldı. Mermerden yaptığı, yöresel motifleri canlandırdığı heykellere ‘tarihi eser’ oldukları iddiasıyla el konularak hakkında dava açıldı. Uzun yıllar süren davadan beraat eden Muzaffer Doğan, “Heykelleri onarırken ‘eskitme’ de denilen bir işlem yaptığım için, fark edilemeyecek kadar gerçeğe yakın işler çıkarıyordum. Gerçek tarihi eser sanıp beni defalarca karakola aldılar. Bu heykelin yanında, yine kendi yaptığım iki-üç çalışma daha vardı. Onları da buldular. Üç gün nezarette bekledim” diye konuştu.

Heykel restoratörü MuzafferDoğan'ın tarihi eser sanılan heykelleri

DTCF’DEN ‘HEYKEL GERÇEK’ RAPORU

Karakoldaki ifadesinde eserleri kendisinin yaptığını söyleyen Muzaffer Doğan’ın bu beyanı üzerine Antalya Müze Müdürlüğü’nden bilirkişi raporu istendi. Raporda uzmanlar eserlerin imitasyon olduğunu söylemesine rağmen yargılama süreci başladı. Doğan, bundan sonra yaşadıklarını şöyle anlattı: “Antalya Müzesi’nin verdiği rapora mahkeme tam bir kanaat getirmemiş olacak ki hem 1994’teki hem de sonraki eserler Ankara’daki Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne (DTCF) gönderilmiş. Oradan gelen raporda, ‘Bizans dönemine ait yöresel özellikler taşımaktadır. Korunması gereken kültür varlıkları kapsamındadır’ diye yazıyordu. O günlerde bir iş vesilesiyle savcılığa gitmiştim. Savcı bey beni görünce, ‘Heykelleri kendim yaptım diyorsun ama heykeller gerçek çıktı’ dedi. Duyduğuma inanamadım.”

STALİN BIYIKLI SAVCININ HEYKELİ

Soruşturma sürecinde dönemin Finike savcısıyla ilginç diyaloglar yaşayan Doğan, “Eserleri kendi elimle yaptığımı kanıtlamak için savcı beye, ‘Bir resminizi verin, sizin de bir büstünüzü yapayım’ dedim. Mahkemeye tam 35 gün vardı. Bizim savcı Stalin bıyıklıydı. Onun küçük bir büstünü yaptım. Bıyığını yüzüne orantılı olarak yerleştirinceye kadar da epey bir zorluk çektim ama mahkemeye de yetiştirdim. Savcı büstü çok beğendi, hatta eşinin büstünü yapmamı da istedi. ‘Eşinizin saçları çok kabarık. Sizin büstünüzü yaparken bile çok zorlandım, onunkini yapamam’ deyip öyle kurtuldum heykel yapmaktan” diye konuştu.

MÜZEDEN GELEN RAPOR KURTARDI

Doğan şunları söyledi: “Türkiye’de yargı süreci hemen hop deyince bitmiyor. Yıllar aldı tabi. Eserler bulunduktan sonra 1995 yılına uzayan yargılama sürecinde biz uzun uzadıya derdimizi anlattık. Savcı, büstünü yapınca ikna oldu herhalde ama dediler ki, ‘Bunları bu kez İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gönderelim’. Oradan 1996 yılında gelen sonuçtan sonra haklı olduğum anlaşıldı. Benim eserleri iade edeceklerdi. Bu arada bana o zamanın parasıyla ciddi bir yargılama masrafı da çıkardılar. ‘Eserlerin geri verilmesine’ diye yazan karar bana tebliğ edildi. Ama savcı ‘Bu eserlerden birini ben alıyorum’ dedi. Tahakkuk eden cezayı kaldırdı. O ceza bana gelmedi. Ama nasıl olduysa kalan eserlerimin de hepsi bana dönmedi. Dört eserin ikisini geri alabildim.”

‘GÖNDERİLEN HEYKELLER DÖNMEDİ’

Restoratör Doğan’ın, yılan hikayesine dönen dava sürecinde yaşadıkları bu kadarla sınırlı değil. Tarihi eser sanılan heykellerle başı sonra da dertten kurtulmamış, davalar devam etmiş. Doğan, sonraki yılları şöyle anlattı: “Sonra o savcı gitti yeni savcı geldi. Evim sit alanı sınırında olunca sonraki yıllarda da bir, iki defa daha geldiler evime aramaya. 2002’de yine benim eserleri tarih eser sandılar. Ben yine kendimi anlatmaya çalıştım, ‘Kendim yaptım, bunların sizde mahkeme kayıtları var’ dedim. Yine araştırıp etmeden, geriye dönüp kayıtları incelemeden beni tutup yakamdan karakola götürdüler. Yine yaptığım heykelleri aldılar. O zamanlar Kültür Bakanı İstemihan Talay’dı. Onun bir genelgesi vardı. Bilirkişiye gönderilen bu tür kıymetli eserlerin gidiş gelişleri hasarlara sebebiyet verdiğinden, kurumların en yakın ilgili birimlerden bilirkişi talep etmeleri ya da eseri görmeye uzmanın gelmesi isteniyordu. Ama bu genelgeye rağmen benim eserleri postayla göndermişler, sonra da bilirkişiden dönüşte kaybetmişler. Yine lehime karar verildi, eserleri almak için savcılığa gittim. ‘Biz de onları bulmaya uğraşıyoruz. Nerde olduğunu bilmiyoruz. Sen bir iki hafta daha bekle, bulacağız’ dediler. Aradan 15–20 gün geçti, tekrar gittim. Antalya Müzesi’ne gönderilen eserler jandarmadaki adli emanette kaybolmuş.”

ESERLER ADLİ EMANETTE KAYBOLMUŞ

Kaybolan heykellerinin bulunması için yazılı olarak müracaatta bulunduğunu söyleyen Doğan, “Dedik ki eserler yok ortada. Ama bu ülkede hakkını arayanın vay haline. Jandarma bölgesi olduğundan jandarma beni çağırdı. ‘Sen ne yapacaksın bunları, zaten kendin yapıyormuşsun, yap işte yeniden’ dediler. ‘Aynısı bir daha yapılır mı? Sizin göreviniz, aldığınız emanetleri iade etmekse iade edin. Benim başıma gelen başka vatandaşın başına gelmesin diye uğraşıyorum’ dedim. Finike Jandarma Komutanlığı’na adli emanette eserimi kaybettiler diye dava açtım. Sonra beni çağırdılar. Biri mermer, ikisi imitasyon olan üç eserimin ikisini iade ettiler. Buldular bir yerden, nereden geldiyse diğeri yok. Ben onun da bulunması için ısrarcı oldum. Bu kez para teklif ettiler, 2003’te ‘600 lira para verelim, bu davadan vazgeç. Kaleiçi’nde satıyorlar benzerlerini’ dediler. Hayır, dedim vazgeçmedim. Benim eve baskın yapıyorlardı birkaç yılda bir. En son 2004’te aldılar beni. Ondan sonra da ben bu işleri yapmaz oldum. Bıktım, usandım, yaptığım eserlerin bazılarını verdim sağa sola. Elimde iki üç tane kaldı.”

ADALET BAKANLIĞI’NA DAVA AÇTI

Jandarmadaki adli emanetten sorumlu kişiye dava açtığını anlatan Muzaffer Doğan, sonra yaşadıklarını şöyle özetledi: “Açtığım davada eserimi kaybedenler beraat etti. Ben yeniden dilekçe yazdım adliyeye. Mahkemede mağduriyetimin giderilmesini, kaybolan eserimin geri iadesini istedim. O kişi de beraat etti. Sonra konu Yargıtay’a gitti. Yargıtay beraat kararını bozdu. Ama davalardan bir türlü sonuç çıkmadı. Bu kararı uygulaması gereken Adalet Bakanlığı’na dava açtım. O zaman da Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’tü. 10 bin liralık tazminat davası açtık. Antalya Müzesi’nden esere değer biçmesi istendi. Ortada bir tarihi eser yoktu ama arkeolog tarafından incelenmesine karar verildi. O iş de yılan hikayesine döndü. Sonuç olarak Adalet Bakanlığı da beraat etti. Adalet Bakanlığı’nın bu konuyla hiçbir şeyi suç unsuru olmadığı yazıyordu kararda. Kabul etmediler ihmali. Yani körler sağırlar birbirini ağırlar gibi oldu. Oraya başvur, buraya başvur derken yıl 2010 oldu. Yargıtay’a gönderdik, karar yine aynı şekilde onandı. Bir avukat arkadaşım 2011’de dedi ki bu konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gönderelim dedi. Ama yıllar süren cevapsızlıktan yoruldum.”

‘SÜREKLİ KAÇAKÇI MUAMELESİ GÖRDÜM’

Antalya’daki kazılarda müze yetkilileri ve arkeologlarla birlikte çalıştığı halde kendi yaptığı heykellerin tarihi eser olmadığını kanun önünde kanıtlamak için trajik bir mücadele verdiğinden bahseden Doğan, sözlerine şöyle devam etti: “2011’de Antalya’da dönemin müze müdürü, bir sergide bulunan imparator heykelinin replikasını yapmamı rica etti. Onu bir sergiye hazırladım. Antalya Müzesi’nden, ‘Muzaffer, şu esere bir bakar mısın? Bu sahte midir, değil midir’ diye beni ararlardı. Sergi için eserlerin benzerini yapmamı isterlerdi. Benim işim buydu. Ama bunu bir türlü anlatamadım devlet görevlilerine. Sürekli kaçakçı yakalamışlar gibi muamele gördüm. Finike Savcılık, jandarma, karakol arasında, ‘bu eserler gerçek mi sahte mi’ çekişmesiyle geçti ömrüm.”