Hiçbir şeyce…

18 yıl önce çizdiği yeni müzikal yolculuğundaki tüm değişimini sergiliyor Aynur... Kâh Diyarbakırlı bir dengbej oluyor, kâh New Orleans’tan bir jazzcı. Doğaçlamalarda tüm dillerin ötesine geçiyor.

Google Haberlere Abone ol

Kenan Başaran

Hayal meyal kış geceleri… Radyoda ‘kırdaski’ klamlar… Nefes almaksızın konuşurcasına… Dört kardeşin çoluk çocuklarıyla birlikte yaşadığı kalabalık bir dağ köyünün evinde çıt çıkmadan kutsal bir metin dinlenircesine dinlenen klamlar… Üç-beş yaşlarındaki ben, anlamıyorum. Zazaca olsaydı hani…

Orası, Erivan Radyosu’ymuş… Çok sonra; büyüdüğümde öğrendim. Okumak üzere şehirdeki akrabaların yanına gönderilen ben, gurbette büyüdüm. Ama üniversiteye kadar yaz tatillerinde köye gidiyor; köyle şehir arasında minibüs işleten babaya muavinlik yapıyorum. Ne vakit ‘bizim köyler’in sınırına giriyoruz, baba kasetçaların düğmesine basıp sesi köklüyor: Hayle hayle, dılo dılo…

Kürtçeye bizim oralarda Kırdaski derler. O da Zazaki de yıllarca yasaklı kaldı. Yasaklı zamanlarda ya işte o uzaklardaki başka ülkelerin radyolarından dinlendi ya da ‘çekme kaset’lerden... Yasak, her şeyi kendiliğinden politize eder. 'Öteki dil’de okunmuş bir oyun havasını dahi politik bir örtüye büründürür; söyleyeni de dinleyeni de… Sırrı Süreyya Önder’in Beynelminel filmindeki o ‘sessiz lorke’ sahnesi bu derdin en iyi anlatıldığı bir şahika sahnedir.

'ADINDA 'KOMA' GEÇEN GRUPLAR'

Sonra bir gün bir siyasetçi, “Kürtçe müzik serbest” dedi ve ne gariptir ki kıyamet kopmadı! Çoktan olması gereken olmuştu; bir lütuf gibi sunulsa da. Olan bize oldu bir günde apolitikleştik (!) Yasağın kalkmasıyla Kürtçe müzik üretimi artsa da ilk heyecanların sönmesiyle satışlarda gözle görülür düşüşler oldu. Diğer yandan Kürtçe müzikle uğraşan gençler artmaya başladı. İçinde ‘Koma’ geçen birçok grup kuruldu… Uzatmayalım, iş televizyonda İbrahim Tatlıses ve Hülya Avşar’ın Kürtçe söylemesine kadar uzandı. Devlet de koroya TRT Kurdi ile katıldı.

Yasağın olmadığı Avrupa’da yaşayan müzisyenlerden bazıları geleneksel kalıpları kırmıştı. Ciwan Haco, öncülerdendi. Ve o, Şivan Perwer’in İbrahim Tatlıses ile Megri Megri’yi söylemesinden önce Türkiye’ye gelecek ve Hülya Avşar ile Esmer’i okuyacaktı televizyonda!

Hasılı, bir yanda geleneksel, diğer yanda elektroniğinden jazz-blues'a kadar çok farklı formlarda albümler çıkıyordu Kürtçede; politik ve apolitik. Son dönemlerde köklere bir yönelim de var. Dengbejler de daha görünür ve kıymetleri bilinir oldu.

HER DAİM 'SOLD OUT'

Bu söylediklerimin tamamının bir yansıması sanki; Aynur Doğan. Müzikal yolculuğuna iki Türkçe albümle başlayıp, ardından ağırlıkla Kürtçe söyleyerek devam etti ve de dünya çapında bir şöhrete kavuştu. Avrupa’dan Amerika’ya kadar, her daim günler öncesinden ‘sold out’ olan turnelere imza attı ve atmayı da sürdürüyor.

İlk çalışması ‘Ateş Yanmayınca’ henüz yolunu bulamamış genç bir müzisyenin amatörlüklerini fena halde taşır. Seyir albümünde daha özgüvenli olsa da bugün geldiği noktaya göre bu da amatör kalır. Ki kendisi de resmi internet sitesinde bu iki çalışmasına yer vermez.

O esas miladını 2004’teki ‘Keçe Kurdan’ albümüyle başlatır. Kalan Müzik ile yeni baştan bir yolculuk kurgulanır. Ve o artık sadece ‘Aynur’dur. Aynur Doğan, o ilk iki albümüyle müziğin tozlu raflarında kalır!

Soyadıyla beraber eski müzikal anlayışını da bırakır. Gerçek anlamda profesyonel bir kariyer inşasına koyulur. Orkestrasından, sahnedeki giyim kuşam ve duruşuna kadar tam bir ‘star’ konumlandırması yapar Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık. Her albümde gelişerek ve yeni yeni deneyler yapılarak –Misal Hevra albümü Flamenko esintileri içerir- üstüne koya koya yol kat edilir.

Daha öncesine de bir çentik atmalı: Yavuz Turgul’un 2005 yapımı Gönül Yarası filminde okuduğu 'Dar Hejiroke' ile ‘tüm Türkiye’nin gönlünü kazanır! Genelleşmek memlekette bir yanıyla da kısıtlanmadır, kendine ait sözü söyleme anlamında.

'HER MAHALLE'DEN BİNLERCE İZLEYİCİ

Türkiye’ye Erovizyon birinciliği getirerek bir travmayı bitiren(!) Sertap Erener ile 2010’de aynı sahneyi paylaşır. Demir Demirkan’ın “Biriz” projesidir bu. Sertap Erener-Ayşenur Kolivar-Aynur birlikte Kürtçe ‘Dew Dew’ türküsünü okur.

Aynur için 2004’ten itibaren sahne tüm dünyadır ve bu da 2021 yılında Uluslararası Dünya Müzik Fuarı’nın verdiği Womex ödülüyle taçlanır. Ödülün verilme gerekçesinde şu vurgu da vardır: “Kürt ve Alevi kültürünün korunmasına yönelik çalışmaları, siyasi baskı karşısında sanatıyla gösterdiği sağlam duruş ve sanatçılar için örnek teşkil etmesi…”

Evrenselleşen yolculuğu sahnesinde de vücut buluyor. Harbiye Açık Hava konserinde arkasında yer alan orkestrası çok kültürlülüğün resmiydi: Piyanoda Azeri, saksafonda Fransız, kontrabasta Kanadalı, davulda Yeni Zelandalı, klarnette Erzincanlı bir sanatçı.

Ben de yıllar sonra Aynur konseriyle, Açık Hava’ya gidiyorum. Her yerin olduğu gibi, Açık Hava’nın da etrafı yeni inşaatlarla değişmiş. Neyse ki tiyatro henüz yerinde duruyor! Kimse itiraf etmese de tedirgin bir hava var. Sosyal medyadaki ayrımcıların yarattığı gerilimin tedirginliği. Son ana kadar konserin iptal edilebileceği düşüncesinden de bakiye bir endişe. Yine de kulak verdiğim bazı sohbetlerde Aynur’u dinleyecek olmanın heyecanına da tanık oluyorum. Genç ağırlıklı bir kitle. Giyim kuşamın bir belirteç olduğu ülkemizi düşünürsek, her ‘mahalle’den binlerce dinleyici…

21.00’deki konser, 20 dakika kadar geç başlıyor. Olsun, aynı gece oynanan koca Şampiyonlar Ligi finali de 35 dakika gecikiyor! Ve beklenen an geliyor. Aynur yoğun alkışlarla sahneye çıkıyor. Doğu ve Güneydoğu’da kadınların özellikle düğünlerde giydiği simli, yaldızlı ve altın sarısı ağırlıklı stilize edilmiş bir kostümle… Sahne arkası da bu kostümünün adeta uzantısı tonlar içeren dev bir perdeyle tamamlanmış. Kürtçe ve Türkçe selamın peşi sıra gelen klamlar… Çoğunluğu Kürtçe, ikisi Zazaca ve bir de Türkçe …

18 yıl önce çizdiği yeni müzikal yolculuğundaki tüm değişimini sergiliyor Aynur. Sesinde de sazında da… Sesinin sahibi olmuş. Çok geniş aralıklarda; en tizden en pese su gibi akıp duruyor. Kâh Diyarbakırlı bir dengbej oluyor, kâh New Orleans’tan bir jazzcı. Doğaçlamalarda adeta tüm dillerin ötesine geçiyor. İçimden ‘Hiçbir şeyce’ diyorum buna. Gelenekselci eleştirilere rağmen özgürce yorumluyor. Ki Harbiye Açık’daki binlerce kişi de en çok onun bu yerele evrenseli kattığı anlarda coşup alkışı sınırsızlaştırmaya çalışıyor.

Öncesinde hissettiğim o gerilimli hava, Açık Hava’nın kapılarından içeri taşınmıyor. Yasakçı sosyal medya fenomenlerine ne sahne ne tribünler yenik düşüyor. Sadece müziğin dili konuşuyor. Atılan tek slogan şu oluyor: “Jin, jiyan, azadi”... Yani, “Kadın, yaşam, özgürlük”. Hangi kesimden olursa olsun bu topraklarda tüm kadınların talebi de bu değil mi…

İKİ HEMŞERİ

‘Barış Süreci’ rüzgârlarının estiği dönemde yurtdışında verilmiş bir konserden ötürü Aynur’u terörize etmeye çalışanlar, akla fena halde Ahmet Kaya’ya yaşatılanları; onu manşetlerden vurup sonra da mezarına gül bırakanları getirdi… O gün ‘Tanrı yazar’lar vardı, bugün de üç yüz-beş yüz bin takipçiye ulaşınca kendini kelam sahibi postmodern peygamber sananlar var. Arkeolojik kazılar yapıp attıkları postlarla ‘fetva’ vermeye kalkışıyorlar. Ne yazık ki bu her kaba göre şekil alan ve adına ‘fenomen’ denilen sanal karakterlere, en büyük desteği de ‘taktiksel siyaset’ güç veriyor. Onların ‘etkileşim’inden korkup açıkça birlikteliği savunamayan siyaset dilerim ki gerçek hayatın etkileşimini de gözetir. Zira, 28 Mayıs 2022’de Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda sanal fenomenler değil, hakiki hayatın fenomeni son sözü söyledi…

5 bin kişi Harbiye Açık’ta 2022 Türkiye’sinde bu topraklardan çıkıp dünyaca tanınır hale gelmiş bir sanatçısını yasaklanmadan dinleyebildiği için mutlu oldu! Benimse konser boyunca gözlerim iki hemşeri sanatçıya takılıyor: Biri sahnedeki Dersimli Aynur Doğan, diğeri sahnenin yan duvarında asılı afişteki Tuncelili Yıldız Tilbe…