Highsmith'ten Hitchcock'a: Trendeki Yabancılar
'Trendeki Yabancılar', Patricia Highsmith’in kalemi ve Hitchcock’un kadrajıyla ölümsüz bir hikâye olarak dünya kültür mirasındaki yerini çoktan almıştır. Katilin kim olduğunu bulmaktan ziyade, cinayet kavramını, insan psikolojini başlı başına bir çatışma unsuru olarak öne çıkarmaya çalışan bu roman polisiye severler için önemli duraklardan biridir.
1921’de Teksas’ta doğan Patricia Highsmith, sadece Amerika’nın değil, dünyanın en saygın gerilim yazarlarından biri olarak okurlarının gönlündeki yerini almıştır. İlk yazı denemelerini okul gazetesinde yayımlayan Highsmith, yazar olmaya 16 yaşında karar verir. Akabinde Barnard College’de devam ettiği eğitiminde dramaturji, kompozisyon, öykü yazımı gibi dersler alarak işin teknik ve teorik detaylarını da öğrenir ve hayal dünyasıyla neler yapabileceğini keşfeder.
Okuldan mezun olduktan sonra bir süre çizgi roman yazarlığı yapan Highsmith bir yandan çalışır, bir yandan da uzun zamandır aklını kurcalayan bir roman üzerine düşünür. Highsmith'in 1950 yılında yayımladığı bu romanın adı 'Trendeki Yabancılar'dır.
VE ALFRED HITCHCOCK
Ne var ki bir ilk roman için oldukça yetkin görünen 'Trendeki Yabancılar' pek ilgi çekmez, ona ve yazarına hak ettiği değeri kazandıracak olan kişiyse 1899’da doğan ve Hollywood’a kafa tutabilecek bir güce sahip olan, korku filmlerin büyük yönetmeni Hitchcock’tur.
Hitchcock iyi bir yönetmen olmasının yanında, iyi bir okur olduğu ve günceli de yakından takip ettiği için, Highsmith’in 'Trendeki Yabancılar'ını fark eder ve hiç bekletmeden hak sahipleriyle iletişim kurar. Bir iddiaya göre, Hitchcock bu iletişimi kendisini gizleyerek kurdurur; ne Highsmith ne de aracı ajans bu konudan haberdardır. Belki de bu yüzden kitabın film hakları az bir paraya satın alınır; sadece 7 bin 500 dolara.
Highsmith, yıllar sonra verdiği bir röportajda, bir ilk roman için bu fiyattan tatmin olduğunu, o yıllarda (29 yaşında) geçinmek, kirasını ödemek için çok çalıştığından bu paranın kendisine nefes aldırdığını belirtir.
Aslında gerçekçi düşününce Hitchcock’un 'Trendeki Yabancılar’ı çekmesi sadece 7 bin 500 dolar kazandırmaz Highsmith’e, aynı zamanda hızlı bir tanınırlık sağlar ve kariyer basamaklarını kolayca tırmanmasına da yardımcı olur.
Filmin 1951 yılında, aynı isimle gösterime girdiği sene Highsmith, Edgar Allan Poe Ödülü’ne aday gösterilir ancak ödül bir başka ilk roman olan, Thomas Walsh’ın yazdığı 'Nightmare in Manhattan'a verilir.
ÇAPRAZ CİNAYET
1950 yılında yayımlanan ve Hitchcock tarafından 1951’de çekilen 'Trendeki Yabancılar', Türkiye’de ilk defa Metis Yayınları tarafından 1991’de yayımlandı. Akabinde Can Yayınları’nca yeniden yayımlanan romanın çevirmeninin ise Tomris Uyar olduğunu ayrıca belirtmekte fayda var.
Şimdi 'Trendeki Yabancılar’ın konusuna kabaca bakalım;
Guy Hines, uzun senedir kâğıt üzerinde evli olduğu eşinden boşanıp sevgilisiyle evlenmek istemektedir ancak resmi eşi ayrılmaya bir türlü yanaşmaz. Hatta rezil etmekte tehdit ettiği Guy’dan para koparmaya çalışır. Guy, bu durumdan çok rahatsızdır.
Bir tren yolculuğu esnasında tesadüfen bir adamla tanışır. Adı Bruno Anthony olan bu adam cana yakın biridir. Yol uzun olduğundan havadan sudan sohbet etmeye başlayan Guy ve Bruno gittikçe özel konulardan, yaşadıkları sıkıntılardan bahsetmeye başlarlar. Guy, resmi eşinin tavırlarını anlatırken yine sinirlenir, öyle ki onu öldürmek istediğini bile söyler. Yıllarca babasının baskısı altında ezilmiş bir psikopat olan Bruno’ysa kendi sıkıntılarından ve tabii ki babasından bahseder.
Akabinde Bruno’nun aklına bir fikir gelir. Eğer kendi sorun yaşadıkları insanları öldürürlerse, polis bu bağlantıyı kolayca kurarak sonuca ulaşır ve onları yakalar ama ya öldürecekleri insanları değişirlerse, çapraz bir cinayet işlerlerse nasıl olur? Polis hiçbir şekilde neden-sonuç ilişkisi kuramayacağı gibi yakayı kurtarırlar ve yaşadıkları sorunlar da ortadan kalkmış olur.
Guy trenden inip hayatına, sorunlarına kaldığı yerden devam ederken Bruno’yu pek ciddiye almaz. Canı sıkkın, heyecan arayan bir deli gibi görür onu ancak yanılmaktadır. Bruno, trende söylediği çapraz cinayet konusunda çok ciddidir ve daha da garibi aynı ciddiyeti Guy’ın da göstermesi gerektiğini düşünerek ona baskı yapmaya başlar.
İNTİFADACILARA VE KÜRTLERE ARMAĞAN
“Cinayet benim için gizemli bir şey. Gerçekten anlamadığımı hissediyorum. Elbette hayal etmeye çalışıyorum ama bence en kötü suç bu. Bu yüzden onun hakkında çok yazıyorum; suçluluk duygusuyla ilgileniyorum. Sanırım cinayetten daha kötüsü yok ve bunda gizemli bir şey var ama bu, herhangi bir nedenle arzu edilir olduğu anlamına gelmiyor. Bana göre, eğer bir vicdan varsa, bu aslında özgürlüğün tam tersidir.”
Bir röportajında suça ve cinayet meselesine dair olan yaklaşımını bu şekilde özetleyen Highsmith, yazdığı hemen her romanda, işlettirdiği her cinayette ve yarattığı her karakterde bu psikolojinin izini sürüyor gibidir. Bu sayede insana dair o karanlık, kimsesiz ve vahşi ormana açılan perdeyi aralamaya çalışan bir kâşifi andırır. Belki de karşısına çıkan şey vahşi cinayetlerden ziyade hayatın değerinden ibarettir.
Bunu söylememin bir nedeni de Highsmith’in bir insan hakları savunucu olarak öne çıkmasıdır aslında. Hatta 1991 yılında yayımladığı, Ripley serisinin beşinci ve son kitabı olan 'Ripley Su Altında' adlı romanındaki ithaf şu şekildedir:
“İntifadacılar ve Kürtler arasında ölenlere ve ölmekte olanlara, hangi ülkede olursa olsun baskıya karşı savaşanlara ve sadece sayılmak için değil, vurulmak için ayağa kalkanlara.”
Son kertede 'Trendeki Yabancılar', Highsmith’in kalemi ve Hitchcock’un kadrajıyla ölümsüz bir hikâye olarak dünya kültür mirasındaki yerini çoktan almıştır. Katilin kim olduğunu bulmaktan ziyade, cinayet kavramını, insan psikolojini başlı başına bir çatışma unsuru olarak öne çıkarmaya çalışan bu roman polisiye severler için önemli duraklardan biridir.