Hikayesi olanların hikayesi devam ediyor, ne güzel

Serhat Uyurkulak’ın ikinci şiir kitabı 'Dünyalık', Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Serhat Uyurkulak, "bunca yalanı anlamaya/ ancak bambaşka bir yalanla başlanabilir/ hepsini boşa düşürecek/ ben henüz başlamadım" dizelerinin yer aldığı 'Başlangıçlar' adlı şiiriyle bitiriyor yeni kitabı 'Dünyalık'ı. Kitabın son şiiri 'Başlangıçlar' adını taşıdığına göre, ya tersten başlıyoruz ya da bu kitabın bitişi, yeni bir başlangıcın habercisi. Bence ikisi de değil. Eğer bunca yalanı anlamaya ancak bambaşka bir yalanla başlanacaksa, sanırım Serhat Uyurkulak başlamayı kabul etmez. Fuzuli’nin "Aldanma ki şair sözü elbette yalandır" sözünü, bu anlamda dikkate almamak lazım. Şairler yalana alışamaz, şairler yalanla baş edemez. Zaten Fuzuli de bu dizeyi kurarken başka bir şey söylemiş, başka bir yere çekmek istemiş okurun dikkatini.

'Dünyalık', Serhat Uyurkulak’ın, 2010 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan 'Sesini Aramayan Şiir'den sonraki ikinci kitabı. Bu denli güçlü şiirlere imza atan Uyurkulak’ın iki kitabı arasında neden on üç yıl gibi uzun bir süre olduğunu sormayacağım. Konuya, daha gerilerden, 90’lı yıllardan, Serhat Uyurkulak’ın yayınlanan ilk şiirinden başlayacağım.

Türkiye’nin fanzin tarihini ele aldığım, ilk baskısı 2000 yılında yayınlanan 'Şeytan Aletleri'ni hazırladığım dönemde, incelediğim yüzlerce fanzin arasında, İzmir’de hazırlanan, fotokopiyle çoğaltılmış, A4’ün enine ikiye katlanmasıyla oluşturulmuş uzun ince bir fanzin dikkatimi çekmiş ve tüm sayılarına ulaşmaya çalışmıştım. 'Sardunyalar&Kaplumbağalar' adlı bu fanzindeki şiirlerin ve metinlerin yanı sıra kullanılan görseller de çok etkileyiciydi. 'Dünyalık'taki biyografisinde, ilk şiirlerinin 'Sardunyalar&Kaplumbağalar' adlı fanzinde yer aldığını yazmış Uyurkulak. Fanzinleri arşivimde araştırdım, buldum ve yayınlanan ilk şiirlerini okudum yeniden. 90’lardan bir esinti. Hikayesi olanların hikayesi kesintisiz devam ediyor, ne güzel.

KİM BU BAHRİ?

"Hikayesi olanlar" sözünü özellikle kullandım, çünkü Uyurkulak’ın şiirlerinin çoğunun hikayesi var. Yanlış anlaşılmasın, hikaye anlatmıyor, lirik bir yapının içinde, hikayesi olanları şiirleştiriyor. En çok da Bahri’yi! Kitabın 'Ada' adlı bölümü, baştan sona, ismini unutmak için bir adaya giden Bahri’ye ayrılmış.

"her sabah yahut her gece/ her evde bir gasilhane talimi/ kendi cesedini yıkıyor herkes" diyor Bahri. Bu durumda, etrafında gördükleri karşısında, "bir dünya dolusu şey var/ ama dünya yok" demekte haksız değil. "Yalnızca kelimelerle düşünebildiği bir büyünün peşinde olan" herkes gibi, "bacağı kırılan bir balerini platin kurşunla vurmaktan/ idamlıkları balonlarla göğe doğru asmaktan daha büyük/ ve daha sahici bir iyilik" peşine düşüyor. Bahri ile konuşan, zaman zaman Bahri’ye seslenen, şiirlerdeki, italikle yazılmış bölümlerde karşımıza çıkan kimliği belirsiz; gerçekten var olup olmadığı belli olmayan bir başka şiir öznesi daha var.

Bahri’nin neşesini ve çilesini de sorgulayan biri. Neşe de çile de bir sis perdesinin ardında ama. Bölümün son şiiri 'Eğer Yaşasaydın' adını taşıdığına göre, sanırım bu kişi bir hayal, bir "yokinsan". Zaten, "sen beni göremezsin bahri/ bir salyangozu bile ezmeden/ iskeleye varmak/ işte senin payındaki tek sevinç/ ve hatta peşinde olduğun gurur" diyor bu şiir öznesi.

Dünyalık, Serhat Uyurkulak, 80 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2023.

Bahri ise "tanrı ha bire insan biriktiriyor/ paslı balkon demirlerini/ gün yüzü görmeyen saksı altlarını/ başına buyruk kaktüsü/ sesi gölgeyi imgeyi/ ben bunları biriktirmeli miyim/ tanrıma mukayyet ol aklım/ duyuyor musun" diyor. Biriktirenin kim olduğunun ötesinde, birikenler önemi burada. Daha önce de bir dünya dolusu şey görmüş ama dünyanın olmadığını fark etmişti Bahri, o adada. Şimdi de, Tanrı'nın bir dünya dolusu şey biriktirdiğine şahit oluyor. İnsan da var birikenler arasında. Bu koşullarda, akla çağrı yapmaktan, tanrıma mukayyet ol, demekten başka çare kalmıyor geriye. Bahri ile o (muhtemel) hayalin Bahri hakkındaki düşünceleri arasındaki puslu alan, bizi şiirlerin görünür bağlamı dışında, örtük bir bağlam olan var oluş sorunsalına götürüyor.

ALAKARGANIN PEŞİNDE

Konu burada bitmiyor; tam da burada başlıyor aslında. İsmini unutmak için o adaya gittiğini söyleyen Bahri’yi, oraya çağıran biri var aslında: Alakarga. Poe’nun kuzgunu gibi, bir alakarga kanat çırpıp duruyor dizelerin arasında. "işte bu lekeden bir başka lekeye geçmeye geldim" diyen Bahri, leke derken, alakarganın tüylerindeki renklerden mi söz ediyor yoksa? Öyle ya da böyle, onu o adaya çağıranın alakarga olduğu kesin: "düşümde bir alakarga gördüm/ manastır tepesinden beni çağırdığına/ öylesine eminim”. Sonra ekliyor: “bu adanın sokakları hangi tepeye varıyorsa/ orada bir manastır/ ve bir alakarga bulacağıma eminim".

Onu çağıran alakarganın tepedeki bir manastırda olduğunu biliyoruz artık. Bahri’nin de alakargayı aradığını. Peki bulursa ne olacak? "alakarga öğretirse/ bir an için sadece yok olmayı düşünebilirim" diyor Bahri ve bizi yine bir varoluş sorunsalının içine çekiyor. Alakargayı bulursa ve alakarga ona öğretirse eğer, sadece bir anlığına yok olmayı düşünecek ve hemen vaz mı geçecek, yoksa, gerçekten yok olacak ancak yok oluşu sadece bir an mı sürecek? Dize, her iki anlama da gelebilir. Gerçi, şiirin ilerleyen bölümlerinde, dizenin hangi anlama geldiğinin pek önemi kalmadığını anlıyoruz çünkü galiba bir alakarga yok o adada: "bir alakarganın peşindeyim/ var mı yok mu belli değil". Sonra terazinin "yok" kefesi ağır basıyor, "alakarga peşinde/ çıkacağım manastır tepesine/ hiçbir şey için" diyor Bahri.

ŞİDDETİNDEN SUAL OLUNMAYAN HAYAT

"Ada"ya takıldık, kitabın 'Yol', 'Atlar ve Çocuklar' ve 'Dönüş' adlı bölümlerinden henüz söz edemedik. Oysa, 'Yol'da yer alan 'Üzüm ve Ekmek' adlı şiirdeki "… en fazla tapınaklara yakışıyor taş/ ve barikatlara” dizeleri üzerine, taşın tarihinden, hafızasından yola çıkıp taşın direnişin simgesi olmasına kadar, söylenecek çok söz var. Taş tapınaklara yakışıyor elbette ama biz direndik mi, direnebildik mi sahiden, taşla? Elbette direndik ama sonunda "dünya bizde misafirdi/ evi onun üzerine yaptık/ çekip gittik" dedik ve gittik! Oysa "dünyayla kırık kemiklerdik ve barışacaktık/ sadece sağlıkla ve bekleyerek/… olmadı" dizeleri yer alıyor şiirin ilerleyen bölümlerinde ve arayışını, bu olmama haline rağmen "yine de bir ev/ yine de bir taş/ aradım" diyerek sürdürdüğünü ifade ediyor şiir öznesi. Arayışı sürdürme hali bile önemli, çünkü başka bir şiirde dile getirdiği gibi, "… şiddetinden sual olunmayan hayat" var karşımızda ve ne yaparsak yapalım “bu hayat gürleşmiyor”.

Serhat Uyurkulak, hayatın içinden yazıyor ve neredeyse her dizesinin, hayatı ve kendini hırpalayarak kaleme alındığı belli. O yüzden de yaşayan, canlı bir şiire imza atıyor Uyurkulak. 'Dünyalık'ın kapağında yer alan şu dizelerle sonlandırmak istiyorum yazıyı: "o kış bütün neyimiz varsa yaktık/ her yerde küflü et koklayan bir köpeğe/ evinden tekmelenmiş bir köpeğe saklanmak için/ kelimelere uzunca/ nemli burnumuzla baktık". Bakmayan var mı aramızda?