Hititlerde ritüel ve şiddet: Kurban
Eski Çağ dünyasında kurban, ritüel olarak uygulamada farklılıklar gösterse de ortak paydada aynı motivasyondan hareketle gerçekleştirilir: ‘Seçilmiş bir varlığın kutsal olan için feda edilmesi’.
NEDİR BU ‘RİTÜEL’ DEDİKLERİ?
Sadece doğaüstü ile ilişkili bir fenomen olarak görülen aşırı sınırlayıcı bakış açısından her türlü standartlaştırılmış insan ve hayvan davranışını ritüel olarak gören geniş tanımlamalar arasında kendisine bir yol bulmaya çalışan ritüelleri diğer davranış tarzlarından ayırt etmek için bazı ölçütler kullanılabilir: Ritüeller, biçimseldir, yani stilize, tekrar edici ve klişeleşmiştir. İnsanlar, bunları özel (kutsal) yerlerde, belli zamanlarda uygular. Ritüeller, oyunlara benzer; oyunların izleyicileri, ritüellerin katılımcıları olur. Ritüeller, yıllar ve kuşaklar boyu tekrarlanarak, kalıcı mesajlarını, yerleştirmek istedikleri değer ve duyguları eyleme çevirir. Anlamlı eylemlerdir; bir durumla/sorunla başa çıkmanın, çatışmayı çözmenin yolu olarak icra edilirler. İnsan söz konusu olduğunda, bireysel olarak uygulandıklarında bile kolektiftirler; çünkü gelenek tarafından reçete edilirler. Ritüelleri ‘toplu olarak gerçekleştirilen bir çeşit büyü’ olarak nitelendirmek yanlış olmaz çünkü geleneklerin, toplumsal kuralların aktarımını sağlarlar; bir korku, acı ya da istek durumuna ortak olma, paylaşma duygusu yaratarak grubu bir arada tutarlar.
RİTÜELLER SANATIN BİRÇOK DALINI İÇEREBİLİR BAZEN DE ŞİDDET …
Ritüeller; içlerinde gösteri sanatlarından şiire, müzikten büyüye, tıbbi bilgiden estetiğe pek çok ögeyi barındırdıkları gibi ‘şiddeti’ de barındırabilirler. Şiddet en genel anlamıyla bir canlının fiziksel/psikolojik yönden zarar görmesiyle sonuçlanan eylemler için kullanılır. Şiddet bir ritüel içinde gerçekleşiyorsa ona ritüelik /ritüel şiddet denir. Canlılar, ritüelik şiddete başkaları tarafından maruz bırakılabilir ya da bazı inanç sistemlerinde ve insan özelinde olduğu gibi şiddeti kendi kendine, kendi eliyle uygulayabilir. Burada özne ‘şiddet’ değil ‘ritüelin’ kendisidir. Şiddet vardır, gerçektir fakat amaç değil araçtır. Bu durumu Hitit Anadolu’sunun ‘kurban’ anlayışı üzerinden ele alabiliriz.
BİN TANRILI ZAMANLAR: ANADOLU’NUN HİTİT ÇAĞI’NDA DİN
Anadolu ve Doğu Akdeniz’deki yaşamı üç yüzyıldan fazla kontrol eden Hititler ile ilgili bilinenlerin büyük bölümü Hattuşa kazıları sırasında ele geçirilen çivi yazılı belgelere dayanır ve bu belgeler resmi devlet arşivi niteliğindedir. Bu belgelerden yola çıktığımızda, Hitit krallarının ana vatanları olan Hatti ülkesinden daha geniş bir bölgeye hakim oldukları, MÖ 13’üncü yüzyılın sonlarında kurdukları vasal devletler ağı sayesinde Anadolu’nun çoğu ve Suriye’nin kuzeyini dahil ederek en geniş sınırlarına ulaştıkları anlaşılıyor. Aynı belgeler, krallığın çekirdek bölgesinde, kendilerini Nesili/Neşalı olarak tanımlayan Hititlerin dışında bölgenin yerli halkı Hattiler, Hint-Avrupa ana dillerini konuşan Luviler ve Palalıların da bulunduğunu, çekirdek bölge dışında kalan Hurrilerin MÖ II. bin yılın ortalarından itibaren düşünce ve inanç sistemlerinin aktarımı konusunda Anadolu ile Suriye-Babil arasında köprü vazifesi gördüğü bilgisini de veriyor. Görünen o ki Hitit dini, farklı tarihlerde, aynı ve yakın coğrafyadaki farklı uygarlıklardan beslenmiş; farklı kültik katmanlardan oluşmuş bir sistem.
Bu sistemi besleyen ana damar, coğrafyasına uygun olarak tarıma dayalı bir yaşam tarzı. Tarım ve hayvancılığa dair yaşam tarzı, kozmolojiden, tanrıların hiyerarşisine; mitolojiden büyü, fal, kehanet ve festivallere kadar dini meydana getiren tüm bileşenlere sirayet etmiş görünüyor. Hitit din anlayışında evren bir süreç ve onu işleten tanrılar ile insanlar arasında kati bir ayrım yok. Her iki varlık türü de birbirinden bağımsız olmalarına rağmen varlıklarını sürdürebilmeleri için gerekli olan hayvan ve bitkilerle bir arada yaşıyor. Evrenin işleyişinden sorumlu olan panteonun baş tanrıları Fırtına Tanrısı ve Güneş Tanrıçasıdır ki ikisinin de büyüme ve bereketle ilişkisi güçlüdür. Tapınım takviminde belirleyici olan da ülkenin bolluğu ve refahı. Organize tarım ve hayvancılığa dayalı bir yaşamı temel almış bir krallığın ritüelleri ya da görkemli törenleri; saymakla bitmeyen tanrı ya da tanrıçaları (Hatti’nin Bin Tanrısı), günümüz insanına her ne kadar uhrevi ve gizemli unsurlar olarak görünse de aslında, beslenme, neslin devamlılığı, çalışma, üretme, bereket ve sağlık kısacası hayatta kalma ve hayata tutunmak için gerekli araçlar.
Eski Yakın Doğu dinlerinde insan tanrı ilişkisi, hizmetkar-efendi, kral-tebaa arasındaki ilişkiye benzer. Hitit anlayışında da tanrı, efendiye emirler verir, bu emirler kutsal yasalar haline gelir ve insanların kaderini belirler.
Kutsal yasalar tanrının buyruklarının yazıya dökülmüş halidir. Tanrı-efendi ilişkisi, insanların hayatta kalabilmesi ve hayatlarını idame ettirebilmesi için yerine getirmeleri görev ve sorumlulukları da belirler. Dua da efendi-hizmetkar ilişkisinden doğmuş bir pratiktir. Tanrılar memnun edilirse insanlara rehberlik eder, onları korur ve gözetir. Hizmetçi, efendisine; tebaa kralına sahip çıkmalıdır ki bu da Hititler’deki kurban olgusunu açıklar: Tanrıya ihtiyacı olan her şeyi en mükemmel biçimiyle sunma ihtiyacı...
‘TANRILAR KURBAN İSTİYOR’: HİTİTLERDE RİTÜEL İÇİNDEKİ ŞİDDET
Kutsalı teskin/memnun etme amacıyla gerçekleştirilen ‘kurban etme’ eylemi sırasında uygulanan ‘kan akıtma, yakma, vurarak öldürme, parçalara ayırma, kesme’ gibi işlemler ritüelik şiddetin açık göstergeleri ve bu işlemlerin hepsini dört bin yıl öncesi Anadolu’nun ‘Bin Tanrılı’ halkı Hititlerin uyguladığını yazılı ve arkeolojik belgelerle tasdiklemek mümkün.
Tanrı ile ilişkilendirdikleri/Tanrının yardımına ihtiyaç duydukları her türlü durumda; tanrıyı memnun etmenin en etkili aracı olarak gördükleri ‘ona en sevdiği hayvanların kurban olarak sunulması’ pratiği Hitit arşivinde hemen bütün metin türlerine yansımıştır. Metinlerin yanı sıra tasvirli sanat eserlerinde ve kaya kabartmalarında da kurban sunularının tasvirleri yer alır.
“Hattuşa’da, kral ya da kraliçenin tanrı olduğu ‘büyük kayıp’ gerçekleştiğinde, ondan sonra büyük, küçük hepsi içme kamışlarını çekip alırlar ve ağlamaya başlarlar. Onun tanrı olduğu gün de o gün de öyle yaparlar: İyi cins bir çift sığırını onun ‘ruhuna’ kurban ederler ve ayak ucunda onu keserler ve öyle söylerler: “eğer ki sen (nasıl) olduysan, işte bu (kurban) da aynı şekilde olsun ve ‘ruhunu’ da bu sığırınki (gibi) aşağı bırak!”
Hititlerde günümüz Anadolu sahasındaki gibi en yaygın olarak tercih edilen kurbanlık hayvanlar koyunlar, keçiler, inekler ve küçükbaş hayvanlardır. Ancak yazılı belgelerden köpek, eşek, at veya çeşitli kuş türlerinden oluşan hayvanların da kurban edildiğini biliyoruz.
Kurbanın cinsiyetinin tanrıların cinsiyeti ile eşleştirilmiş olması da oldukça ilginçtir. Yani tanrılar için erkek, tanrıçalar için ise dişi hayvanlar kurban ediliyordu. Bir renk sembolizmi de söz konusu: Siyah/ koyu renkli hayvanlar yeraltı tanrılarına kurban edilirken, açık renkliler gök tanrılarına kurban ediliyordu. Yeni doğmuş olanlar, bir hasadın/ürünün ilki ise en değerli kurbanlık olarak sunuluyordu. Kurban olarak ayrılmış hayvanların niteliği o kadar önemliydi ki bu hayvanların kesilmeden önce daha zayıf olanlarla değiştirilmesi ölümle sonuçlanan büyük bir suçtu. Kurban edilecek hayvanın tanrı heykelinin önüne getirilmeden yani tanrının karşısına çıkarılmadan temizlenip süslenmesi de yaygındı. Takdim edilen kurbanın, sahip olunanların en iyisinden en güzelinden seçilmesi, temizlenmesi ve süslenmesi ile verilmek istenen bir mesaj vardı: ‘Tanrıya kıymet takdiri’.
Mircae Eliade’nin altını çizdiği gibi ritüel, ‘gerçekte olanın kutsal bir modeli ve prototipi’ idi. Kurban ritüeli ya da kültü de bu durumun en iyi örnekleriydi. Kurban, krala ödenen vergilerden modellenmiş bir çeşit geri ödemeydi. Hititlerde kurban söz konusu olduğunda bir sayı sembolizminin olduğu da söylenebilir. Üç-yedi-dokuz-on iki-otuz kurbanlık ifadeleri bu durumun göstergesidir.
Hititlerde tanrının karşısına çıkarılan semiz hayvanların kesildiği yer herhangi bir mahal değil belli noktalardı: Sunak ya da huwaşi taşı. Sunaklar, özünde tanrıya adanmış olanın sergilendiği kutsal alanlar ve kutsallıkları yapılan icraattan kaynaklanıyordu. Kesim işlemi sırasında hayvanın boynundaki atardamarın hedef alınması kurban ve kan arasındaki ilişkiyi ‘kan fetişizmi’ni gösteriyor. Kan akıtma yukarı veya aşağı yöne doğru olabiliyor. Buradaki yön sembolizminin gök/gökyüzü tanrıları, yer/yeraltı tanrılarını ifade ettiğini düşünen bilim insanları var. Kurban edilmiş hayvanın iç organları, göğüs ve kürek kemiği genellikle pişirilmeden tanrılara takdim edilirken geride kalanlar törenin katılımcıları için hazırlanan ziyafette kullanılmak üzere görevlilere teslim ediliyordu. Burada dikkat edilmesi gereken husus kurban etinin tanrı/lar ve tören katılımcıları arasında paylaşılmış olma durumuydu. Bu durumun önemli bir anlamsal karşılığı var: ‘Kurban olarak seçilmiş yani kutsallaştırılmış bir varlıkta sahip olduğuna inanılan gücün tanrı ve insanlar tarafından içselleştirilmesi’
Hititlerde tanrılar için eti yenilmeyen hayvanların kurban edilmesi de yaygındı. Bu hayvanlar genellikle büyü ritüelleri kapsamında kurban edilirdi. Örneğin, siyah bir köpek yavrusunun kurban edildiği bir ritüelde uygulayıcının, ölü yavruyu gömerek hastanın necasetini de gömmeye çalıştığı anlaşılıyor. Bu ritüelde, köpek yavrusu muhtemelen, yeraltı tanrılarını yatıştırmak için seçilmiş görünüyor.
Köpek yavrusunun dışında, tanrılar için hazırlanan diğer adaklar arasında somun ekmek, bira, siyah kuzu ve siyah oğlak da var. Bu türden diğer bir ritüel, orduda, salgına karşı gerçekleştirilmişti. Bir adet keçi, domuz ve köpek yavrusunun Heptad için kurban edildiği ritüelde ise tanrılara üç kez bira ve şarap sunulmuştu.
Hititlerde kesme dışında yakma yoluyla kurban etme pratiği de vardı. Yakılan kurbanlar, kesilip etleri tanrılara sunulan veya kutsal ziyafette yenilip bitirilen kurbanlardan farklıydı. Yakarak kurban etme eylemine daha çok büyü ritüellerinde rastlanır ve bu kurbanlar ambašši olarak adlandırılırdı. Bu ritüeller genellikle gün doğmadan ya da alaca karanlıkta gerçekleştirilirdi. Hayvanlar canlı ya da öldürüldükten sonra yakılabilirdi. Yakılma işlemine en fazla maruz kalan hayvanların ise kuşlar olduğunu söyleyebiliriz.
GELELİM NETİCEYE: TANRILAR KURBAN (MI) İSTİYOR?
Eski Çağ dünyasında kurban, ritüel olarak uygulamada farklılıklar gösterse de ortak paydada aynı motivasyondan hareketle gerçekleştirilir: ‘Seçilmiş bir varlığın kutsal olan için feda edilmesi’. Bu ‘feda etme’ mantığının arka planında tanrıların kurban talebinden ziyade pragmatist bir aklın varlığı kendini gösterir: Tanrılardan talep edilecek sağlık, bereket, huzur, zafer… Ve tüm bunlar kraliyetin dolayısıyla tebaanın menfaati içindir! Topluluğun kurban üzerinden kendini garantiye alması o kadar güçlü bir amaçtır ki bu durum ortada apaçık bulunan şiddetin topluluk üyeleri tarafından normalleştirilmesine neden olur. Rene Girard, bu durumu ‘günah keçisi’ olgusu ile kavramlaştırır. Günah keçisi mekanizması sürecinde, şiddeti uygulayan kişi/grup negatif enerjisini, yani krizin tüm sorumluluğunu kurbana aktarır. Bu, bir çeşit toplumsal rehabilitasyondur fakat kendi içinde bir paradoks içerir: Şiddeti önlemek için başka şiddete başvurulması. Üstelik ‘günah keçisi’ sadece arkaik dönemlere ve antik çağlara ait bir fenomen de değildir. Orta Çağ Avrupası’nda cadı avı; daha yakın tarihlerdeki Nazizm ya da günümüzdeki yabancı düşmanlığı gibi olgularla tarihin her döneminde her coğrafyada biçim değiştirerek varlığını sürdüre gelmiştir.
*Prof. Dr. / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, **Doç. Dr. / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü